Makale

Değerler Dünyası ve Çocuklarımız

Hicret Kiraz Toprak
Ankara Merkez Vaizesi

değerler dünyası
ve çocuklarımız

İletişim araçlarının birey ve toplum üzerindeki etkileri, popüler ve bilimsel düzeyde birçok araştırmaya konu olmuştur. Bu kısa yazımızda özelde çocuk, genelde ise birey ve toplum hayatı konusundaki belirleyici rolü her geçen gün artan "televizyon" ile aile ve çocuk etkileşimlerini, sosyal araştırma ve bulgulardan hareketle incelemeye çalışacağız.
Bilgi verme, haberdar etme, eğitme, eğlendirme gibi işlevleri ile tanımlanan televizyon, ülkemiz ulusal, böl- gesel-yerel medyasında en etkin kitle iletişim aracı hâline gelmiştir, (çayboyiu 2002: 64)
Televizyon, gerektiği gibi kullanıldığı takdirde çocuğun gelişiminde olumlu katkılar sağlamaktadır. Ancak günümüzde ne yazık ki, televizyondan gerektiği gibi yararlanma konusunda geliştirilmiş bir bilinç yoktur. Aileler çocukları çok erken yaşlarda ve denetimsiz olarak televizyonla başbaşa bırakmaktadır. Bu durum çocuklarımızı televizyon yayınlarının her türlü olumsuz etkilerine açık hâle getirmektedir.
Bugün artık televizyon, eğlence endüstrisinden-tüketim kültürüne kadar birçok sektörün, birey ve topluma nüfuzunu sağlayan; hayat tarzı, tüketim biçimi ve oranı gibi birçok konuda sosyo-kültürel değişimi belirleyen bir işleve sahiptir.
Modern dadı: Televizyon
Hemen belirtelim ki, diğer iletişim araçları gibi televizyon da gerektiği gibi kullanıldığında eğitici, öğretici, sosyalleşmeyi destekleyen bir vasıtadır. Ancak günümüzde onu aslî işlevlerinden her geçen gün uzaklaştıran yayın ve yapımlar sebebiyle televizyon, hayatımızdaki konumunu doğru olarak belirlemediğimiz takdirde, çocuklarımızın bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişimlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Öğrenme, kişilik kazanma, sosyalleşme gibi süreçlere olumlu katkılar sağladığı bilinen yapımlar ise rağbet görmemekte ve sınırlı düzeyde kalmaktadır. Özellikle okul öncesi dönem için hazırlanmış özenli programların çocukların öğrenme süreçlerini olumlu yönde etkilediği, kelime dağarcıklarını genişlettiği, hayal güçlerini geliştirici işleve sahip oldukları, araştırmalar sonucunda ortaya konmuştur. (Kızıidağ 2006) Ancak günümüzde anne-babalar olumlu-olumsuz hiçbir denetime tabi tutmaksızın televizyon programlarını bir tür "dadı" olarak kullanma eğilimi göstermektedir ve ihtiyaçları göz önüne alınmaksızın, denetimsiz olarak televizyonla baş başa bırakılan çocuklar ise, üstesinden gelemeyecekleri büyük sorunlarla karşı-karşıya kalabilmektedir. Bu sorunların en önemlileri şöyle sıralanabilir:
1- Gerçek mi, kurmaca mı?
Özellikle televizyon programları ile yaşadıkları dünya arasındaki farkı ayırt edemeyen okul öncesi dönemde çocuklar, hayatı televizyonda izlemekte oldukları pencereden görmeye başlamaktadır. Zira, yetişkinlerce kurmaca olduğu bilinen programlar, çocuklar için örnek davranış kalıpları oluşturabilir. Zira yetişkinlerin aksine çocuklar televizyonu, hayatı anlamak ve tanımak için izlemektedir. Televizyonla ilişkisi doğru bir biçimde kurulmayan çocuklar, yaşamakta oldukları hayatla televizyonda kendilerine sunulan modeller arasında bir bağ kurarak, televizyon kahramanlarını "rol- model" olarak benimsemekte; onlar gibi davranma, onlar gibi konuşma, onlar gibi yaşama isteği duymaktadırlar. Sihirli kutuda kendilerine sunulan hayat modelini gerçekleştiremediklerinde ise, hayata karşı kırgın ve küskün hâle gelmekte ve kendilerini yenik hissetmektedirler.
2- Aile içi iletişim ve televizyon bağımlılığı
Aile içi ve aile dışı toplumsal etkileşimi en alt düzeye indiren televizyon, çocuklarımızın sosyal gelişimlerini olumsuz yönde etkilemektedir. (Çayboyiu 2002: 69) Anne-baba, kardeş, akraba ve arkadaş çevresi, çocukluk döneminin ayrılmaz bir parçası olması gerekirken; televizyonla baş başa bırakılan çocuk, gerçek sevgi ve ilgiden yoksun kalmaktadır. Böylelikle her geçen gün yalnızlaşarak kendine ait bir dünya geliştiren çocuğun iç âleminde, anne-baba sevgisinin boşluğunu, duygusal bir geribildirim alması mümkün olmayan hazır yapımlar almaktadır. Sonuçta televizyon ile ilişkisinde edilgen durumda olan çocuğun kişiliği ya baskın, yahut saldırgan olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun sebebi, çocuğun duygularını sağlıklı bir biçimde dışa vuramamasıdır. Unutulmaması gereken diğer bir husus, televizyonda izlenen rol-modellere karşı duyulan aşırı hayranlık ve özenmenin, anne-baba ilgisinin azaldığı durumlarda daha güçlü biçimde görüldüğü gerçeğidir.
3- Çocuk suçluluğu ve televizyon
Araştırmalar, televizyon film ve yapımlarının, çocuğu suça ve saldırganlığa iten etkenlerden en güçlüsü ve en yaygını olduğunu göstermektedir. (Yavuzer 2004: 221) Çocuğun ilgi ve ihtiyaçlarına göre bir seçime tabi tutulmayan televizyon yayınları, onu zihinsel ve ruhsal olarak hazır olmadığı mesajlarla karşı-kar- şıya getirmektedir. Aile Araştırma Kurumu’nun raporuna göre, Türk televizyonlarında %62 oranında şiddet, %48 oranında suç, %59 oranında sözlü ve fiziksel cinsellik, %33 oranında ölüm, %32 oranında alkol vurgusu yapılmaktadır. Özdeşim çağında söz konusu uyaranlara maruz kalan çocukların; saldırganlığa, dengesiz ve uyumsuz davranışlara yönelebilecekleri; tüm bunların psikopat kişilik gelişimini hazırlayan faktörler olduğu belirtilmektedir. (Büyükcoş- kun 2000: 420) Çocuk suçlarının yaralama ve katle varan boyutları, uzmanları araştırmaya sevk etmiş; çocukları suça yönelten baş amiller arasında şiddet içerikli televizyon yayınları gösterilmiştir. (Vural 1998: 634)
4- Ekran esareti
Televizyon karşısında gereğinden fazla zaman geçiren genç zihinler, sosyal ortamlardan uzak kalarak bedenen, zihnen ve ruhen gelişim geriliği yaşamaktadırlar. Televizyonda sunulan duyguları anlayamadan yaşamakta, görüntü ve sesten oluşan mesajlar arasındaki hızlı geçişler karşısında yorgun düşmektedirler. Hayatın gerçekliğinden koparak televizyonda izlediği dünya içinde yaşamaya koyulan çocuklarımız, sosyalleşememektedir. Uzmanlar, küçük yaştan itibaren ekran esareti sebebiyle sosyal ortamlardan uzak kalan çocukların uğrayacakları zararın, gençlik döneminde telafisinin çok zor olacağını belirtmektedir. (Büyükcoşkun 2000: 41 7)
5- Televizyon ve sağlık
Uzun süre televizyon karşıcında kalan çocukların bedensel sağlık sorunları ile de karşı taştıkları görülmektedir. Bunlar içinde en sık rastlanan problemler arasında baş ağrısı, iştahsızlık, göz bozukluğu, asabiyet ve uykusuzluk gösterilmektedir. Ayrıca, bazı televizyon filmlerinin çocuklarda kafa karışıklığı ve gece korkularının oluşmasını sağlayacak birçok uyarıyı içerdiği belirtilmektedir. (Yörükoğlu 2004:99) Ayrıca, yetişkinlerin dünyasıyla hazırlıksız olarak tanışan çocukların büyüme korkusu yaşadıkları, gerektiği gibi büyüyemedikleri ve cılızlaştıkları da kaydedilmektedir. (Büyükcoşkun 2000: 404)
6- Okul başarısı
Uzun süre televizyon izleyen çocukların derslerinde de başarısız oldukları gözlemlenmiştir. Sözlü mesajları anlama güçlüğü, soyut düşünme yeteneği gerektiren derslerde başarısızlık, sözel becerilerin azalması ve dikkat sürelerinin kısalması gibi olumsuz etkiler bunlar arasında gösterilmektedir. (Büyükcoşkun 2000: 434)
Hayalden-Gerçeğe: Çizgi filmler
Çizgi filmler çocuklarımızın hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu konuda değinilmesi gereken en önemli nokta, çizgi filmlerde resimlenen dünyadır. Çoğunlukla iyi ile kötünün mücadelesini yansıtan çizgi filmlerde hayatın gri tonlarına yer olmayışı, çocuklarımızı siyah- beyaz bir dünya anlayışına sevk etmektedir.
Gerçeği-kurmaca dünyadan ayırt edemeyen çocukların çizgi-filmlerde gördükleri sah neleri taklit etme eğilimimde oldukları bilinmektedir. Gerçek hayatta göremedikleri gizli güçleri sergilemeye çalışan küçük yaştaki çocuklarda, ölüme kadar varan olumsuz sonuçlar doğuran bu durum, daha büyüklerde çizgilerde resimlenen "iyi"lerin genellikle olağanüstülüklerle dolu özel güçlere sahip olması; gerçek hayatta ise sihirli güçlerin bulunmayışı, dolayısıyla iyilerin daima kaybedeceği yönünde hayal kırıklığına yol açmaktadır.
Ayrıca, rol-model olarak çizgi-film kahramanlarını kolaylıkla benimseyen küçük yaştaki çocukların, çizgi film kahramanları etrafında oluşturulan tüketim pazarına açık hâle geldikleri görülmektedir. Okul eşyalarından oyuncak ve tekstile kadar pek çok sektörün ticari kârına altyapı oluşturan çizgi filmler değerlendirilirken, bu bakış açısı da ihmal edilmemelidir.
Çizgi filmlerde hazır olarak sunulan senaryoları tüketmeye alışan çocuklarımız, zihinsel ve ruhsal gelişimin önemli parçalarından biri olan hayal güçlerini kullanma ihtiyacı hissetmemekte, düşlerin sonsuz ufuklarında kendilerine ait soluklanacak bir âlemden yoksun kalmaktadırlar. Hayal dünyalarını zorlayan gerilim, korku, şiddet içerikli sahneler karşısında ise çocuklar ruhen örselenmektedirler.
Çağın masalları: Reklamlar
Hans Magnus Enzerberger televizyonu, temel amacı var olan düzeni satmak olan büyük bir aygıt olarak nitelendirmekte ve televizyonda kitlelere sunulan her türlü yapımı bir "bilinç endüstrisi"nin parçaları olarak tanımlamaktadır. (Büyükcoşkun 2000: 388) Enzerberger’in tespiti brim açımızdan da, hayat alanlarının iç-içe geçerek zaman ve mekan engeli tanımaksızın, bütün bireylerin her geçen gün birbirine daha çok henzediai dünyamızda tpleyr yonun konumunu aydınlatan önemli gerçeklere işaret etmektedir.
Genel olarak gerçek dünyayı bire-bir yansıtmadığı artık kesin olarak bilinen televizyon yapımlarının içeriği, küresel çapta büyük bir pazarın işletilmesine hizmet edecek bir hayat biçimini özendirmektedir. Televizyon ekranlarından izleyicilere sunulan bu dünyada dikkati çeken en önemli husus, mutlulukla- tüketim arasında kurulan bağdır. Sınırsız bir rekabet ortamı oluşturarak mutluluğun anahtarını "sahip olma" olgusu ile bütünleştiren söz konusu yayınlar, reklam kuşakları ile birlikte tüketim pazarına hizmet eden baş aktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.
İngiltere’de yapılan bir araştırmanın bulguları, televizyonun tüketim alışkanlıklarımız konusundaki fonksiyonunun tespiti açısından önem kazanmaktadır. Buna göre televizyon izleyen çocuklar, büyüdükleri zaman neye sahip olacaklarından ve neler alacaklarından söz ederken; hiç televizyon izlemeyen çocuklar büyüdükleri zaman neler yapacaklarından söz etmişlerdir. (Büyükcoşkun 2000: 438); (Himmelweit 1950: 403’ten)
Üretici firmalar, küresel çapta kitlelere belirli bir hayat tarzının gereklerini ihtiyaç olarak sunarken; bu pazarda korumasız bir biçimde yer alan ve potansiyel olarak üreticileri en çok ilgilendiren sınıfı çocuklar oluşturmaktadır. Zira onlar bir taraftan mevcut pazarın nesneleri olarak hedeflenmekte, diğer taraftan reklamların hem malzemesi, hem de tüketicisi olmaktadırlar. Ailelerin tüketimin merkezine temel ihtiyaçlar yerine, çocukların büyük bir hevesle ilgi gösterdikleri ürünlere yönelmeleri, bu pazarı besleyen en önemli amiller arasındadır.
Reklamların ana öğeleri arasında çocukların kurdukları düşler, tekrarlı müzik, tekerleme ve şarkılar, slogan ve markalar kullanılmaktadır. Doğrudan-doğruya çocukları etkilemeyi amaçlayan reklam öğeleri, dar gelirli ailelerin kendilerini baskı altında hissetmelerine, alım gücüne sahip ailelerin ise kısa sürede aşırı doyum ve hayata karşı tatminsizlik duygusuna kapılmalarına yol açmaktadır.
Televizyonu nereye koymalı
Çocukluk döneminde aile; kültürel, geleneksel, ahlâkî ve dinî değerler dünyasının hayat bulduğu ve gelecek nesillere aktarıldığı "ilk" sosyal ortamdır. Her toplum evrensel olduğu kadar kendine özgü kültürel değerlere de sahiptir. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Kurumu’nun 1998 yılı III. Aile Şurası kararları arasında, başta televizyon olmak üzere kitle iletişim araçlarının, bir taraftan evrensel değerlere vurgu yaparken, diğer yandan toplumumuzu ayakta tutan milli ve manevi değerleri dikkate alarak yayın yapmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Bu nedenle aileler, çocuklarının kitle iletişim araçlarıyla ilişkisi konusunda gerekli tedbirleri almalıdır.
Televizyon ile çocuklarımız arasındaki mesafeyi belirlerken, kısıtlama ve yasaklamanın yeterli ve etkili bir çözüm olmadığını bilmek gerekmektedir. Bir atasözünde denildiği gibi, "Eğer bir deniz kenarında yaşamak zorunda iseler, çocuklara yüzmeyi öğretmek, denizin kıyısına duvar çekmekten daha akıllıca bir tedbirdir". Çocuklarımıza karşı baskıcı ve zorlayıcı bir yaklaşım yerine; rehberlik etme ve bilinçlendirme merkezli yaklaşımların tercih edilmesi, televizyon-çocuk ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtabilecektir. Peygamber Efendimizin, "Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz." (Buhârî, Hm, 12; Müslim, cihâd, 6) ve "Yumuşaklık ve tatlı muâmele bulunduğu şeye güzellik kazandırır. Ondan mahrûmiyet ise kötülük ve çirkinliktir." (Ebû Davud, Cihâd,1; Edeb,11) hadis-i şerifleri, çocuklarımıza yaklaşımlarımızda daima ışığımız olmalıdır. Peygamber Efendimizin, bütün sosyal ilişkilerinde olduğu gibi, çocukları/ve torunları ile ilişkilerinde de "sevgi" ve "ilgi" merkezli yaklaşımları herkesçe bilinmektedir.
Sonuç yerine
Araştırmalar, anne-babanın bilinçli kontrolü ile televizyonun çocuk üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılabileceğini göstermektedir. (Vural 1998:634) Öte yandan, daha önce ifade ettiğimiz gibi televizyon, gerektiği gibi kullanıldığı takdirde çocuğun gelişiminde olumlu katkılar sağlamaktadır. Ancak günümüzde ne yazık ki, televizyondan gerektiği gibi yararlanma konusunda geliştirilmiş bir bilinç yoktur. Aileler çocukları çok erken yaşlarda ve denetimsiz olarak televizyonla başbaşa bırakmaktadır. Bu durum çocuklarımızı televizyon yayınlarının her türlü olumsuz etkilerine açık hâle getirmektedir. Bu sebeple her anne-baba kendisinden başlayarak, televizyonun zihinlerindeki konumunu değerlendirmeli ve kanımızca asgari olarak şu hususları yerine getirmelidir:
1 - Televizyon ve çocuk arasına konulacak mesafe, evdeki büyüklerin televizyonla ilişkileri ile doğru orantılıdır. Bu sebeple televizyon konusunda büyüklerin ortak ve makul bir mesafeye ilk önce kendilerinin sahip olmaları gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki, aile bireyleri arasındaki uzaklığı her geçen gün daha da arttıran televizyon izleme alışkanlığı sadece çocuklarımızın problemi değil, aynı zamanda aile içi iletişimin en önemli engellerinden biri durumundadır. Bu sebeple aile bireyleri daha sık bir araya gelmeli ve televizyon izle- yiciliği dışında, tarafların her birinin etken konumda bulunduğu iletişime dayalı etkinliklere zaman ayırmalıdır.
2- Televizyon programları birlikte izlenerek programın içeriği, gerçekliği ve çocukların anlamakta zorlandıkları konular hakkında rehberlik edilmelidir. Rehberlik, televizyon programlarındaki gerçek-kurgu ayrımını henüz tam olarak kavramamış olan 8-10 yaşın altındaki çocuklarda açıklama ve bilgilendirme ağırlıklı, daha büyük çocuklarda ise bilinçlendirme ve yorumlama ağırlıklı olarak yapılmalıdır. Düzenli ve bilinçli bir şekilde yapılan rehberlik, çocukta televizyon programlarına karşı eleştirel bir bakış açısı kazandıracak, onu edilgen durumdan etken duruma sevk edecektir.
3- Aile içi güçlü iletişim ve çocuğun aile içinde eğitimine verilen önem, ikincil konumdaki kitle iletişim araçlarının etkisini azaltmaktadır. Anne-babaların çocuklarına dostça yaklaşımları, çocuğun her yaş döneminde ihtiyaç duyduğu sevgi ihtiyacını gidermekte; dış-kaynaklı olumsuz faktörler karşısında çocuklarımıza özgüven aşılamaktadır.
Unutmayalım ki, değerler dünyası bilinçsiz ve denetimsiz olarak televizyon yayınlarının akışına terk edilen çocuklar, yarınların umudu ve ışığı olamazlar.