Makale

63. Yılında İmam-Hatip Liseleri ve Türkiye’nin Dönüşümüne Katkısı

63. Yılında İmam-Hatip Liseleri ve Türkiye’nin Dönüşümüne Katkısı

Hamdi Mert

Türkiye’de “Din” ve “Din Eğitimi” tartışmalarının merkezinde bulunan imam-hatip liselerinin ülkemizin tarihî, asli değerleri istikametindeki dönüşümüne katkısını araştırma ihtiyacı bu konudaki bir boşluktan doğmuştur. Gerçekten Osmanlı’nın son dönemde medreseler üzerindeki ıslah çalışmalarından 1921 tarihli “İlmiye Medreseleri”ne ve 1924 patentli “İmam ve Hatip Mektepleri”ne kadar talihsiz bir zemin üzerine oturan 1951 tarihli imam-hatip liseleri hakkında sosyal hayatımızın diğer alanlarını da sürükleyen bir araştırma yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Meclis hükûmetleri döneminde 8 Mayıs 1921 tarihli İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile yürürlüğe giren “Medaris-i İlmiye Nizamnamesi”nde kurulması öngörülen “İlmiye Medreseleri”, 1924 ve 1949 yıllarında iki kez denendikten sonra 17 Ekim 1951 tarihli Milli Eğitim Bakanlığı Müdürler Komisyonu kararıyla kalıcılığa kavuşan imam-hatip okullarının ilk örneğidir. “İlmiye Medreseleri” ise; 1914 tarihli “Islah-ı Medaris Nizamnamesi” ile kurulan “Darü’l-Hilafeti’l-Aliye” medreseleri ile müfredat bütünlüğü içindedir. Yani bugünkü imam-hatip liseleri 1914’lerden başlayan ve geriye doğru 37 yıllık (1914-1951) gelişim sürecini kapsayan bir mirasın ürünüdür.
Bundan çıkan sonuç, Osmanlı ıslahat hareketleri ile Cumhuriyet öncesi Meclis Hükümetleri ve Cumhuriyet dönemi yenileşme hareketlerinin birbirinin devamı niteliğinde olduğudur. Ne var ki, her üç hamle de her biri kısa zamanda ürünlerini vermekle beraber, siyasi kırılmalara paralel olarak sonuçları itibarıyla kadük kalmıştır. 1914 Nizamnamesi Osmanlı’nın dramatik sonu ile birlikte ortadan kalkmış; 1921 Nizamnamesi, 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu bahane edilerek (Eğitim-Öğretim Kurumlarının Mearif Vekâleti’ne bağlanacağı hükmünü getirmekle beraber, medreselerin kapatılacağına dair bir hüküm bulunmamasına rağmen) yokluğa bırakılmış; 1924’te yürürlüğe konulan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunda öngörülen göstermelik “İmam ve Hatip Mektepleri”, statüsündeki yetersizlik yüzünden açılışlarından sonraki birkaç yıl içerisinde (İstanbul ve Kütahya dışında) kapanmıştır.
Sosyal bütünleşmenin sembolü
İmam-hatip liselerinin açıldığı ve ülkemizin çok partili döneme geçtiği yıllarda sanki iki Türkiye vardı. Biri, yönünü tamamıyla Batı’ya dönmüş; kendi tarihî ve kültürel değerleriyle kavgalı, kendi kıymet hükümleri dışında başka değerler arayan bir Türkiye idi. Diğeri ise, köyünde veya kentinde, kendi çifti çubuğu ile meşgul, dışarıya kendini kapatmış, varlığını geleneksel değerleriyle sürdürmeye çalışan bir Türkiye idi. Bu iki Türkiye ekonomik imkânlar, ülke yönetimindeki etkinlik ve kimlik arayışı açısından birbirinden kopuk ve sanki birbirinden ayrı iki farklı dünya idi.
İmam-hatip liseleri, ülkemizin âdeta iki ayrı kampta yaşadığı bu ortamda açıldı. Her biri ayrı bölgede 7 adet okul, âdeta “Bölge” okulları niteliğinde idi.
Çocuklarını hem maddi imkânsızlıklar hem de ülkenin elit takımının tutumlarına yönelik tereddütleri sebebiyle ilkokuldan sonra okutmayı tercih etmeyen kırsal kesim insanımız, birdenbire dikkatlerini yeni açılan bu okullara çevirmiştir. Zira bu okul öğrencileri iki yönlü yetişiyorlardı. Hem Kur’an-ı Kerim, Arapça ve diğer dinî derslerini hem de ortaokul ve lise derslerini okuyorlardı.
Bu ve başka sebeplerle kırsal ağırlıklı halk, imam-hatip liselerini kendilerine daha yakın buldu ve devlet okullarına gönderilmeyen köy çocukları, bu yeni okullara yönlendirildi. Okula gönderilmeyen köy çocukları böylece okullu oldular. Her okul için Yaptırma-Yaşatma Dernekleri kuruldu. Bu dernekler, okumak için şehre gelen köy çocuklarına sahip çıktılar. Yurtlar açıldı; şehrin muhafazakâr hayırsever eşrafı, bir taraftan camileri diğer taraftan okullar arası ilişki ve faaliyetleri renklendiren ve zenginleştiren bu çocuklara tam anlamıyla kucaklarını açtılar. Ceplerine harçlık koydular, üst-başlarına giyecek aldılar, yurtlarını ve pansiyonlarını yiyecekle doldurdular. Dahası, okullara taşıma araçları tahsis ederek cami-kandil, ramazan-bayram gibi dinî ve millî kutlama günlerinde yetişkin öğrencileri bölüşüp, kent, kasaba, köy demeden bütün Anadolu’yu taradılar.
Bu, kendilerini dışlanmış hisseden millet kesiminin millî ve dinî değerleriyle buluşmasıydı. Ortaokullu, liseli gibi giyinmiş gencecik çocuklar kürsülerde, minberlerde ayet-hadisli, sarf-nahivli vaazlar veriyorlar, hutbeler irat ediyorlardı. Bu çocuklar, resmî merasimlerde valilerin, kaymakamların, mülki ve askeri erkânın önünde tarihimizi ve geleneklerimizi destanlaştıran nutuklar atıyorlar, 19 Mayıs gençlik törenlerinde en gösterişli resmî geçit yürüyüşlerini onlar yapıyorlardı. Okullar ve gençler arası güreş, koşu vb. spor yarışmalarında genellikle onlar gözde ve önde idi.
Köyden şehre gelip, orada en etkin kültürel faaliyetlerle kendini yetiştiren köy çocukları, giyim-kuşamları, edep-terbiyeleri, hutbe-vaazları, ilimle bilimi, eskiyle yeniyi, Doğu’yla Batı’yı buluşturan ve sentezleyen sohbetleriyle şehri ve şehirliliği köylere ve taşra kasabalarına tanıttılar. Köy muhafazakârlığını ise şehre taşıdılar. Birçok köy, eli kitaplı, ütülü-kravatlı-kolalı, ezanlı-namazlı gençleri ilk defa bu “İmam-Hatipli” çocuklarda gördü. Şehirlerde yaygın olan ama köylerde bulunmayan ilk fotoğraf makinalarını, ses kayıt cihazlarını, el radyolarını onlarla tanıdı. Kırsalın şehre açılımı böylece gerçekleşiyordu. Ülkemizin şehirli-taşralı ayrımından kurtulmasında, sosyal dokusunu tahkim etmesinde ve toplumumuzun kabuk değiştirmesinde imam-hatip liseleri ve öğrencilerinin rolleri daima hatırlanacaktır.
Benzer ülkelerde görülen olumsuz toplumsal hareketler yaşanmadan, sosyal patlamalar vuku bulmadan bir dönüşüm yaşanmışsa, bunda imam-hatiplilerin rolü büyüktür. Bu bakımdan bu dönüşümün hâlihazırdaki canlı tanıklarını tanımanın ve onları dinlemenin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Dönüşümün merkez dinamiği
1951 yılında açılan ve 60 küsur yıldan bu yana millet hayatımızdaki saygın yerini muhafaza eden imam-hatip okulları/liseleri, her dönemde yenilenmiş din eğitimi uygulamalarının Osmanlının son yıllarından bu yana devam eden bir örneklemesi görüntüsünü verse de, gerçekte çok partili demokrasiye dayalı yeni dönemin ilk ve ciddi din eğitimi kurumları olarak, kalkınma hamlelerine paralel bir gelişme ile ülkemizin halk iradesine dayalı demokratik dönüşümüne katkı veren, yaygın müesseseler hâlinde varlığını sürdürmektedir.
Çok partili dönemin siyasi ve sosyal gelişmelerin içerisinde imam-hatip okulları, halkımızın dinî, tarihî kıymet hükümlerine olan yöneliş ve iştiyakını temsil etmekle kalmamış, aynı zamanda ve daha önemlisi, yükseliş dönemlerimizin iç dinamiği olan kadim medeniyet değerlerimizle Batı değerlerini telif eden kültürel dönüşümün de merkez sürükleyicisi olmuştur.
İmam-hatip okulları derken halkımız, salt bu okulların öğretmen ve öğrencilerini değil, bu misyonun temsil ettiği zihniyet değişimini anlamıştır. İmam-hatip okulları, bir yandan Milli Eğitim camiasından Diyanet camiasına, resmî bürokrasiden sivil halk kesimlerine karşılıklı yaklaşım ve iletişimi sağlarken, diğer yandan dinî, sosyal, kültürel etkinlikleriyle halk ve gençlik arasında çift kanatlı yeni neslin farkını ve tarihten gelen bildik ruh ve damarını temsil etmiştir. Bu süreklilik şüphesiz dikensiz bir yolda yürümüş değildir.
Daha Demokrat Parti iktidarının son yıllarından başlayarak, 27 Mayıs 1960; 12 Mart 1971; 12 Eylül 1980; 28 Şubat 1997 siyasi kırılmaları ile süren iniş çıkışlar şüphesiz imam-hatip okullarını sayı ve kalite olarak etkilemiştir. Fakat bu mesleki eğitim kurumları kısa süreli düşüşler olsa da, bu gelgitlerden daima gelişerek ve büyüyerek çıkmıştır. Nihayet 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6287 sayılı Kanun’la tarihinde hiç olmadığı kadar yaygınlık kazanmıştır. Kanaatimiz odur ki bu son düzenleme ile sadece imam-hatip okullarının değil aynı zamanda dinî-mesleki eğitimin önündeki bariyerler bütünüyle halkımızın ihtiyaç, yetenek ve tercihlerine açılacak; devlet-millet arasındaki suni bölünmüşlük zaman içerisinde ve doğal mecrası istikametinde giderilecektir.
Onlar bu ülkenin mağdurları… Her dönemde horlandılar; fakat bunun öfkesini taşımadılar. Ülkenin huzur ve sükûnu için mücadele verdiler. Enerjilerini hep ülkenin iyiliği için harcadılar. Akıllarını vahyin verilerine uyarlayarak hep yapıcı, uyarıcı ve inşa edici oldular.
Devletin yeniden tanzimi, onun mağdurlarına düşecekti…