Makale

Cami ve şifahane: Diğriği Ulu Camii Külliyesi

Cami ve şifahane: Divriği Ulu Camii Külliyesi

Cevat Akkanat

Malazgirt Savaşı’ndan sonra, bu savaşa komutan olarak katılmış olan Mengücek Gazi, Erzincan, Kemah, Divriği, Şebinkarahisar dolaylarında hüküm sürecek olan Mengücekoğulları Beyliğini kurmuştur (1080). Askerî alanda özellikle Gürcü, Abhaza ve Rumlara karşı çeşitli başarılar elde etmiş olan Mengücekler, 1142’de Erzincan ve Divriği olmak üzere iki kola ayrılmıştır. Bunlardan Erzincan kolunu 1228’de I. Alaeddin Keykubat sona erdirmiştir. Divriği kolu ise 1252’de Selçuklular’ın yönetimine dâhil olmuş, böylece Mengücekoğulları Beyliği tarihteki rolünü siyaseten tamamlamışlardır.

Bununla birlikte Mengücekler bilim ve kültüre verdikleri önemle varlıklarını asırlarca sürdürmüşlerdir. Sözgelimi onlar, Erzincan, Kemah ve Divriği’de her biri birer sanat şâheseri olan yapılar inşa etmişlerdir. Bir kısmı günümüze kadar erişen bu yapılar arasında Divriği’deki Kale Camii, Ulu Camii ve Darüşşifa yer almaktadır.

İşbu yazımızda Mengücekler’in bu eşsiz yapılarından Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi’ni takdim etmeye çalışacağız.

Divriği’nin en önemli abidesi olan Ulu Camii Anadolu’daki Türk eserleri arasında en çok dikkat çeken eserlerden birisidir. Hatta bir benzerine rastlanmaz. Bu yüzden diyebiliriz ki Divriği Ulu Camii, dünya sanat tarihinin de en ilginç eserleri arasındadır.

Bir bünyede iki yapı…

Bugünkü şehir merkezinin dışında, Divriği Kalesi’nin güneyindeki tepenin batı yamacında olan Ulu Camii, kendisine bitişik vaziyetteki darüşşifa ile tek bir yapı kütlesi oluşturacak şekilde ve bir külliye düzeni içinde tanzim edilmiştir. Bu iki yapı görünüş itibariyle birbirinden ayırt edilemediğinden, halk arasında Ulu Camii deyimi her iki yapıyı da kapsar. Külliyenin ölçüleri, yaklaşık olarak 32x64 m.=1280 m2’dir. Cami kısmı, bu manzumenin 2/5’ünü oluşturur. Dikdörtgen şeklinde bir bütünlük oluşturan külliyenin uzun ekseni kuzey-güney doğrultusundadır. Bunun kuzey tarafını cami, güney kısmını ise darüşşifa oluşturmaktadır.

Kitabesinde mimarının Ahlatlı Hurremşah (Kitabenin yıpranmışlığından ötürü Horşah şeklinde okuyan araştırmacılar da vardır.) olduğu belirtilen Ulu Camii, 1228-29’da inşa edilmiştir. Yapının banisi Mengücek hükümdarı Ahmed Şah b. Süleyman Şah’tır. Söz konusu kitabede Ahmed Şah’ın tâbi olduğu Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubâd’ın adı da kayıtlıdır. Bu kayıttan ötürü olsa gerektir, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “Selçuklu Sultanı Sultan Alaaddin yaptırmıştır.” ifadesine rastlarız. Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sında ise camiin banisi doğru bir şekilde zikredilmekte ve hatta camii Ahmed Paşa Camii adıyla anılmaktadır. Bu arada, Ulu Camii’nin Ahmed Şah ve validesi Fatıma Hatun tarafından Divriği mahkemesinde düzenlenmiş 1243 tarihli bir vakfiyesi vardır. Bazı kaynaklarda medrese olarak da anılan darüşşifanın banisi ise Ahmed Şah’ın hanımı Turan Melik’tir.

Ulu Camii, kesme taşla örülmüştür. Taş işlemeciliğinin abidevi örneklerinden olan yapı, bu işlemeciliği doruğa çıkaran özgün üslubuna bağlı olarak sanat âlemlerinde “Divriği mucizesi”, “Divriği muamması” gibi istiarelerle anılmaktadır. Bu noktada en iyisi, camiin kıymetini belirleme işini Evliya Çelebi’ye verelim: “Mermer ustası bu camie öyle emek harcayıp öyle nakışlar işlemiştir ki, ne Ayasluğ’daki Sultan Yakup, ne Bursa’daki Ulucami, ne Sinop’taki nakışlı minber, ne Rum’daki Ebul-Feth Camii, ne Budin hududundaki Estergon Kalesi Camii buna benzer olamazlar. Kısacası, övmede diller aciz kalır.”

Cazibe unsurları: Taç Kapılar…
Yapı, dıştan sade bir görünüme sahiptir. Az sayıda pencereyle delinmiş beden duvarlarının kalınlığı 140 cm. olup bunlar üstte basit saçak silmeleriyle son bulur. Camiin birbirinden ilginç taç kapıları duvarlardaki yalınlıkla karşıtlık oluşturacak şekilde oluşturulmuştur. Esasen Ulu Camii’yi benzersiz kılan asıl öğeler çok zengin taş işçiliğiyle bezeli olan bu taç kapılardır.

Külliyenin dört kapısı vardır. Bunlardan üçü camiye, birisi şifahaneye aittir. Bu kapılar kuzey, doğu ve batı yönlerdedir. Batı yöndeki kapılardan birisi camiye diğeri (güney-batıdaki) şifahaneye açılır.

Ulu Camii’nin ana girişi kuzey cephenin ortasındaki taçkapıdır. Kıble kapısı olarak da bilinen bu kapı aynı zamanda yapıdaki dört taçkapının en görkemli olanıdır. Barok üsluptaki bu kapı, genellikle Selçuklu mimari eserlerinin kapılarında görüldüğü gibi, yapıya göre daha yüksek ve dışa taşıntılı biçimdedir. Bu kapının yüksekliği 14.5 m., eni 11.5 m. derinliği ise 4.5 m.dir. Ayrıca duvar cephesinden dışa doğru 1,6 m. taşırılmıştır.

İslam sanatının en şaşaalı eserlerinden birisi sayılan bu kapı, zengin dal, çiçek ve girift şekillerle yüklüdür. İri yapraklar, palmet, lotüs, yuvarlak aynalar ve yıldız motiflerinden oluşan bir kuşakla çevrili olan bu taçkapıda motiflerin içleri bitkisel ve geometrik bezemelerle doldurulmuştur. Bütün yüzeyi kaplayan motifler, oyma, yüksek ve alçak kabartma tekniklerinin kullanımıyla oluşturulmuştur. Böylece ışık-gölge etkisi meydana getirilmiş, bezeme unsurlarının birbiri üzerine taşmasıyla büyük bir derinlik görüntüsüne ulaşılmıştır. Dışarı fışkıracakmış gibi plastik bir etkiye sahip olan motifler, kapı boşluğuna göre hayli büyük olan sivri kemerli kapı nişinde de devam etmektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki bu kapı, gerek planı gerekse bezemeleriyle, benzerine rastlanamayacak bir tasarım hüneri sergilemekte, düzeni, malzemesi, kabartmaları, abidevî etkisi, ışık-gölge oyunlarına açık derinlikleri, velhasıl bütün bir güzelliği ile üstün bir nitelik taşımaktadır.

Yeri gelmişken bu taçkapıda yapıya ait iki kitabesinin de bulunduğunu belirtelim. Bunlardan ince iki satırlık olanda eserin Alaeddin Keykubad devrinde yapıldığı, iri harfli, yüksek kabartmalı ve zemini çiçek motifli olanda ise Ahmed Şah tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Bu kitabenin çiçek zemini içindeki bülbül ve gül kabartması ilgi çekicidir. Bu taçkapının kompozisyonu içinde ayrıca, Alaeddin Keykubad’ın arması kabul edilen çift başlı kartal figürü ile yanında Ahmed Şah’ın arması sayılan tek ayak üstünde duran doğan figürü bulunmaktadır.

Diğer kapılar: Şah Kapı, Tekstil Kapı, Darüşşifa Kapısı…
Divriği Ulu Camii’nin ikinci taçkapısı doğu yönündedir. “Şah Kapısı”, “Taht Kapısı” gibi adlarla da bilinen bu taçkapının daha geç tarihlerde yapılmış olduğu zannedilmektedir. Doğu kapısının yüzeyi bitkisel, geometrik, yıldız, düğüm, saç örgüsü motifleri ile bezenmiştir. Mukarnas dolgulu kapı nişinin çevresi, düğümlü geçmelerden oluşan silmelerle sınırlandırılmıştır. Camiin doğu zemini öteki cephelere göre daha yüksekte olduğu için, bu taçkapı doğrudan hünkâr mahfiline açılır. Doğu taçkapının oldukça küçük olan kapı boşluğu bugün bir pencere haline getirilmiştir.

Yapının batı cephesin bulunan iki taç kapısından kuzeye yakın olanı camiye açılan üçüncü giriştir. Selçuklu sanatında örneği görülmeyen özelliklere sahip olan kapıda 1228 tarihini veren bir kitabe bulunmaktadır. Yüksekliği 9.5 m., eni 6 m., derinliği 2.6 m. ve dışa taşıntısı 1.4 m. olan bu kapının bütün yüzeyi, doğu taçkapısındaki gibi bitkisel ve geometrik örmelerden oluşan iç içe bezemeler kaplamaktadır. Bu süsleme, bir halıya ve çeşitli desenlerle bezenmiş bir kumaşa benzetildiğinden bazı bilim adamlarınca bu kapıya “Tekstil kapı” adı verilmiştir. Kapı çıkıntısının sağ ve solunda çift başlı birer kartal, nişin yan yüzeyinde ise tek başlı bir kartal bulunmaktadır. Kudret ve egemenlik simgesi olarak kullanılan bu sembol, oldukça zarif işlenmiştir. Bu kapı, 13. yy’da lale motifinin kullanıldığı ilk yapı olması yönünden de önemlidir.

Batı cephesindeki ikinci taçkapı yapının güney bölümünde olup dürüşşifaya açılmaktadır. Yüksekliği 14 m., derinliği 10.5 m. olan bu darüşşifa kapısı, dışa doğru basamaklar halinde genişleyen büyük bir sivri kemer biçimindedir. Burada dikkat çeken bir husus, taçkapının dış sütun demetlerinin üzerinde biri sol diğeri sağ tarafta olmak üzere bir erkek ve bir kadın (şah-melek) başından oluşan kabartmadır. Aynı sütun demetlerinde yer alan geometrik bordür, Selçuk kaftanlarının kollarındaki kolbağlarına benzetilmektedir. Tabandan yükselen bu sütun demetleri, kapı üzerinde yer alan diskler, kartuşlar plastik biçimli palmetler, ışık-gölge oyunları ile olağanüstü bir sanatı sergiler. Kapı kavsarsının altına gelen alınlık da beş köşeli yıldız motifleri ile dekore edilmiştir. Alınlığın altında, son derece zarif işlenmiş bir sütuncukla ikiye ayrılmış olan pencere yer almaktadır. Pencerenin iki yanında yer alan ikişer adet yüksek kabartma rozet, bu taçkapıya farklı bir özellik katar. Bu taçkapıda, büyük ve kitlesel taşlar ustalıkla ve özellikle yıldız ve ay motifleri, palmet örnekleri, yaprak frizleri, yuvarlak dilimli yelpazeler uyum içindedir.

Caminin minaresi kuzeybatı köşesinde yer alır. Yapının bu noktasında duvarı sarmalar biçimde geniş ve yüksek, silindir biçiminde bir payanda bulunmaktadır. Minare, bu payandanın üstünde yükselir. Tek şerefeli, silindirik gövdeli bu minare, caminin asıl minaresi yıkıldıktan sonra, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1523 yılında yenilenmiştir. Minarenin koni biçimli peteği çok kısadır. Oldukça basık külahı ise taş kaplamadır.

Harim ve unsurları…
Caminin harimi, mihrap duvarına dikey veya yatay her iki vaziyette de beş sahına ayrılmıştır. Bu sahınlardan mihrap duvarına dikey vaziyette ortada olanı diğerlerine göre daha geniştir. Sahınları birbirinden ayıran her dizide dört sütun vardır. Sütunların her biri sekiz köşelidir. Harimdeki toplam 16 sütun, kemerlerle birbirine bağlanmaktadır. Mihrap önü kubbesinin üstü dıştan piramit biçiminde taş kaplı bir çatıyla örtülüdür. Harimdeki diğer kubbe kuzey ve batı kapılarının eksenlerinin kesiştiği bölümdür. Harimin merkezî noktasında bulunan bu kubbenin ortası açık bırakılmış olup, altına da bir kar kuyusu açılmıştır.

Divriği Ulu Camii’nin güzel bir mihrabı ve abanozdan yapılmış bir minberi vardır.

Yapının mihrabı, şekil ve dekoratif özellikleri açısından Anadolu’da eşsizdir. Bu mihrap yarım daire planlı, üstü sivri kemerli bir niş hâlindedir. İçi girift bitki örgeleriyle kaplıdır. Mihrap nişini geniş, pahlı, üstü bezemesiz birkaç silme çevrelemektedir. Bu pahlı silmelerin üstünde kuzey taçkapısındakileri andıran yüksek kabartma palmetler dikkati çeker.

Mihrabın sağındaki kıvrık dallar ve rumi panolarla bezeli abanoz minber ahşap işçiliğinin nadir örneği olup 1240-41 tarihlidir. Minberin doğu yan aynalığındaki madalyonda, ahşap ustası Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed’in adı yazılıdır.

Darüşşifada bir dem…
Külliyenin darüşşifası, cami eksenine dik bir eksen üzerinde düzenlenmiştir. Camiye güney yönünden bitişik olan darüşşifa 18.yy da medrese haline getirildiği için Şifaiye Medresesi olarak da anılmaktadır.

En eski Selçuklu tıp merkezlerinden birisi olan bu darüşşifaya özelliklerini daha önce anlattığımız güneybatıdaki taçkapıdan girilir. Şifahanenin plânı, kapalı ve açık avlulu dört eyvanlı medrese şemalarının bir sentezi gibidir. Taçkapıdan geçilerek girilen üzeri bir yıldız tonozla örtülü mekân dört eyvandan biridir. Bu eyvanın sağ ve sol duvarlarındaki birer kapıyla iki yan odaya geçilir. Yapının orta mekânının iki yanında ikişer ayaklı birer revak vardır. Bu revakların gerisinde, üstleri değişik yıldız tonozlarla örtülmüş yan eyvanlar yer alır. İki yanındaki mekânlardan sağında beşik tonozlu oda, solunda ise kubbeli türbe yer alır. Bu türbenin kubbesi dışarıdan sekiz yüzlü piramit biçiminde, taş kaplı bir külahla örtülüdür. Türbenin kuzey duvarındaki iki pencere camiye açılır. Türbedeki 16 sandukadan birisi Turan Melik’e birisi de Ahmed Şah’a aittir.

Şifahanede orta mekânının güney batı köşesinde bulunan dik bir merdiven üst kata çıkar. Üst kat, giriş eyvanıyla iki yanındaki odaların ve sağ yan eyvanla onun iki yanındaki mekânların üzerine kaplamaktadır. Giriş eyvanının üzerine gelen oda değişik düzende zengin bir yıldız tonozla örtülüdür.

Darüşşifa’da iki kitabe vardır. Girişinin üzerindeki ilk kitabede binanın 1228 tarihinde Melike Turan Melek tarafından yaptırıldığı, iç mekandaki diğer kitabede ise mimarının Ahlatlı Hürremşah olduğu belirtilmektedir.

Görüp geçirdiği onarımlar…
Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla bazı değişikliklere uğramıştır. Sözgelimi daha Selçuklular döneminde önce kuzeybatı köşesine silindirik payanda yapılmış, ardından bunun üzerine minare çıkılmıştır. 16. yüzyılda cami bölümünün batı duvarı, taçkapıyla birlikte sökülerek yeniden örülmüştür. Aynı onarımda taşlarının arası açılan cami tonozlarını taşıyan ayaklar demir çemberlerle sağlamlaştırılmış ve taş kılıflar içine alınarak kalınlaştırılmıştır. Yapı 18. yüzyıl ortalarında da bir takım onarımlardan geçirilmiştir. 20. yüzyıldaki çeşitli onarımlarla cami ve darüşşifadaki ortası açık kubbelerin üstü camlı birer aydınlık feneriyle kapatılmış, caminin mihrap önü kubbesini örten taş külah yenilenmiş, türbe kubbesinin üstündeki yıkık külah bugünkü biçimine getirilmiştir. 1954’te bütün yapının üstü eğimli ve kurşun kaplı bir çatıyla örtülmüş, 1967’de de bu çatı örtüsü saca dönüştürülmüştür. 1985 yılında UNESCO’nun “Dünya Kültür Mirası” listesine alınan külliye, artık daha çok göz önünde bulunur hâle gelmiştir. Son olarak 2003’te Bakanlar Kurulu kararıyla restore edilmesi kararlaştırılan yapı 2008’den itibaren yapılan çalışmalarla bakım ve onarıma alınmıştır. Günümüzde hâlâ devam eden bu çalışmalar ile hem yapı restore edilmiş, hem de çevresindeki olumsuz unsurlar ortadan kaldırılmıştır. Bütün bu bakım ve onarımlarla külliyenin ilk şekli bozulmuş, fakat yapı tamamen yok olmaktan kurtulmuştur.

‘Divriği mucizesi’ davet ediyor…
Hayatının kırk yılını bu yapıyla ilgili çalışmalara ayıran Prof. Doğan Kuban, emeklerini abidevi yapıya yakışır nitelikte bir isimle taçlandırmıştır: “Divriği Mucizesi”… Bundan ilham alarak şöyle diyelim: Bu mucizevi yapı, hem ehl-i şifayı, hem de şifa bulmayı arzulayanları kendisinde cem olmaya çağırıyor. Şimdi, bu çağrıya tercümanlık eden Prof. Bilal Kemikli’ye kulak verelim: “Mimar Hurremşâh’ın yonttuğu taşlarla ve Tiflisli Ahmed’in oyduğu ahşaplarla ‘hâl olan’ ve nice âşık için asırlarca ‘hâl evi’ olan o koca mabed, (…) halleşmek isteyen gönülleri bekliyor. Ne duruyorsunuz? Yola çıkma zamanı değil mi?”