Makale

Yerdekilerin yerdekilere merhameti

Yerdekilerin yerdekilere merhameti

Mustafa Özçelik


Geçmişte ve günümüzde insanoğlunun bütün problemleri fıtratından uzaklaşmasıyla ilgilidir. Çağımız bugün de böyle bir problemi bütün boyutlarıyla ne yazık ki yaşamaktadır. Bu yüzden bu çağa ister bilgi, ister teknoloji ve iletişim çağı diyelim bu adlandırma diğer yandan kendini bütün dehşetiyle gösteren bencilliğin, müsamahasızlığın, istismarın ve sömürünün sonuçlarını ortadan kaldırmıyor. Haber bültenleri, gazeteler kara haberlerle dolu… Gün geliyor şiddet ve istismara uğrayan bir kadının yahut çocuğun acısı bağrımızı yakıyor. Gün geliyor Afrika’da açlıktan ölenlerin haberleri lokmalarımızı boğazımıza diziyor. Bu hadiseler üzerinde tedbir ve çözüm anlamında bir şeyler düşünürken bu defa başka kötü haberlerle sarsılıyoruz. Sokağa atılan yaşlılar, sokak çocukları, evsizler, açlar, yoksullar, kavga, cinayet ve ihanet haberleri bizi dehşete düşürüyor.

Bu tür olumsuzluklar, sadece insanlarla da sınırlı kalmıyor. Diğer canlılar ve tabiat da bu zulümden payını alıyor. Nesli tükenen hayvanlar, kirletilen tabiat da çok ciddi bir sorun olarak çıkıyor karşımıza… Tedbir ve çözüm adına düşündüklerimiz ve yapmaya çalıştıklarımız ise daha çok polisiye tedbirler ve ceza uygulamaları oluyor. Bunlar da çare olmuyor sonuçta; çünkü problemin kaynağını tam olarak göremiyoruz. Böylece bir esenlik yurdu olan dünya, bir dehşetin, felaketlerin, acıların yurduna dönüşüyor.

Dünya ve insanlık, böyle hallerle her zaman yüz yüze kalmıştır aslında… Merhamet sahibi Cenab-ı Hak, işte böylesi zamanlarda yüce elçilerini göndermiştir. Onların her biri, meselenin asıl kaynağına inerek, insana kaybettiği fıtri değerleri yeniden kazandırmanın mücadelesini vermişlerdir. Böyle bir mücadele verilirken de ortadan kaldırmak istedikleri olumsuzluklar ve inşa etmek istedikleri değerler noktasında bizatihi kendileri örneklik yapmışlardır. Bu tür bir yenilenmenin, arınmanın, peygamberler bağlamında son örneği ve önderi peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) olmuştur.

Söz; davranış ve eylemle anlam kazanır. Öyleyse, çağımızdaki problemlerin temelinde merhametin yokluğunu görenler, içlerinde var olan bu duyguyu davranış ve eylemleriyle tezahür ettirmelidirler. Her birimiz, birer merhamet eri olmak, davranış ve eylemlerimizle de bu duyguyu başka yüreklere de aşılamak ve böylece bir merhamet toplumu halinde yeryüzünde merhametin bayrağını yükseltmek durumundayız. Yeryüzünde dedim; çünkü merhametin muhatabı sadece bizim gibi inananlar, düşünenler değildir. Rahman sıfatı kâfir, mümin ayırmadan nasıl bütün insanlığı kuşatan bir sıfatsa bizim merhametimiz de öyle olmalı, bütün insanları, bütün canlıları kuşatmalıdır. Bize gerekli olan böylesi bir evrensel bakıştır. İlgili ayete tekrar dönecek olursak ondaki “âlemlere rahmet olma” ifadesi üzerinde iyi düşünmek gerekir. Öyleyse bizim merhamet şemsiyemizin altına herkes ve her şey girmelidir. Kendi ülkemizdeki bir insanın açlığı kadar, başka bir coğrafyadaki insanın açlığı da bizi ilgilendirmelidir. Hatta bu ilgi, aç bir hayvanı, susuz bir bitkiyi de içine almalıdır. Böyle yapıldığında “âlemlere rahmet olmak” ifadesi, anlamlı hale gelir.

Burada, konuya bir başka açıdan zenginlik getirecek bir yorumu daha ekleyelim. Sevgi şairimiz Yunus Emre, Risaletü’n-Nushiyye isimli eserinde, insan varlığının ateş, su, hava, toprak olmak üzere dört unsurdan meydana geldiğini söyler. Ona göre insana topraktan sabır, yücelik, tevekkül; sudan temizlik, cömertlik; ateşten kibir, açgözlülük, havadan ise ikiyüzlülük, acelecilik ve sadece nefsini düşünme gibi özellikler geçmiştir. İnsan varlığında işte bu iyi ve kötü huylar bir mücadele halindedir. İnsan hangisi galip gelirse ona göre davranışlar sergilemektedir. İnsana düşen kendi varlığında iyi huyları hâkim kılmaktır. Bu da iman ve aşkla gerçekleşir.

Yunus Emre’nin bu yorumu bize bu konuda çok önemli bir uyarıda bulunuyor. Her şey insanın kendinde başlamakta ve bitmektedir. Durum madem böyledir, öyleyse insana “iyi ol, merhametli ol…” gibi olumlu nitelikleri kazanabileceği bir toplumsal yapının kurulması gerekiyor. Bu yapı kurulmadan sadece bireysel tutumlarla meseleyi halledemeyiz. Yangın büyümüşse onu söndürmek için bir kova su yetmez. Bu yüzden bu mesele, bir eğitim, hukuk ve ahlak meselesidir ve evden mahalleye, iş yerinden fabrikaya, çarşıdan camiye hayatın her alanında hâkim kılınmalıdır ki gökyüzünden rahmet bulutları yağsın. Biliyorsunuz rahmet kelimesinin bir anlamı da “yağmur, faydalı olan yağmur”dur. İşte öyle bir yağmur (rahmet) yağmalı ki, önce içimiz dirilsin, yıkansın, arınsın, kendine gelsin. Bütün hassasiyet kanallarımızı açsın. Açsın ki gözümüz bir mazlumu görsün, kulağımız bir çığlığı işitsin, elimiz bir yoksula uzansın, ayağımız iyiliğe ve hayra koşsun. Böylece bir çocuğu sevip okşamanın hazzını yaşayabilelim.

Bunu yapabilmek, aslında hiç de zor değildir. Zira önümüzde kâmil bir örnek var. Hayatı boyunca merhametin de tecessüm etmiş hâli olan sevgili peygamberimiz, bize merhametin söz ve davranışlarımızda nasıl tezahür ettirileceğini kendi uygulamalarıyla gösteriyor. Yapılması gereken bir durum da bu konudaki algılarımızı değiştirmek, bütün varlıklara birlik ve sevgi penceresinden bakabilecek bir ruhsal olgunluğa ulaşmaktır. Bu da insanın kendini yenilemesi, arındırması, ruhsal özgürlüğe ve olgunluğa ulaşmasıyla sağlanabilecek durumdur. Dolayısıyla bizi kurtaracak olan, Muhammedî rahmet, şefkat ve sevgi iklimini solumak olmalıdır.