Makale

Gençlerden öğrenecek çok şey var

Gençlerden öğrenecek çok şey var

Dr. Ülfet Görgülü

H enüz on yedi yaşındaydı...

Yurt dışında görev yaptığımız günlerde cami derslerine katılan ve yüksek öğretime başlamanın arefesinde olan bir genç kızımız vardı. İkili görüşmelerimizden birinde üniversite için yapacağı tercihlerden bahsediyorduk. O güne kadar çok başarılı bir öğrenim hayatı geçirmiş olan bu kızımız, başarısının sadece kendi çaba ve çalışmasına bağlı olmadığının, sevgi ve anlayışla birbirine kenetlenmiş bir aileye sahip olmasının da bunda büyük rolü olduğunun bilincindeydi. Ancak şimdi seçmeyi düşündüğü meslek konusunda ailesiyle bir anlaşmazlık yaşıyor, onların görüş ve değerlendirmelerini dinlemekle birlikte ailesi gibi düşünmüyordu. Okumak istediği bölüm problemli çocukların eğitimi ve rehberliği ile ilgili bir bölümdü. Aile ileride çalışma hayatına başladığında kızlarının devamlı problemli çocuklar ve aileleriyle ilgilenmesinin yıpratıcı olacağını, böyle bir mesleğin getirebileceği zorlukları düşünerek, zihnen ve bedenen daha az yorulacağı ve belki daha çok kazanacağı bir meslek tercih etmesi konusunda biraz ısrarcı davranıyordu. Öğrencimize onların da haklı olduğu tarafların olabileceğini anlatıp, kararını bir kez daha gözden geçirmesini söylediğimde aldığım cevaptan çok etkilenmiş ve böyle bir gence sahip oldukları için ailesinin ne kadar şanslı olduklarını düşünmüştüm. Demişti ki: “Ben seçeceğim meslek vesilesiyle unvan ya da para kazanma derdinde değilim, dua ve gönül kazanmak istiyorum. Ölüm kapımı çaldığında, Rabbimin rızasını kazanmış, insanlara hizmet etmiş, dertlerine bir nebze de olsa derman sunabilmiş olmanın huzuruyla ahirete gitmeyi arzu ediyorum.”

Üç kuruşluk dünya malı için kardeşlik ve akrabalık bağlarını koparan, dostlukları bitiren, gözünü diktiği yere ne pahasına olursa olsun ulaşabilmek için hırs ve ihtiraslarının esiri olan, yükselebilmek için, gerekirse ezip geçmekten çekinmeyenlerimizin bu gençten öğrenecek ne çok şeyi var!

Henüz on altı yaşındaydı...

Lise öğrencisi olan delikanlının, okul idaresinin kendince haksızlık olarak nitelendirdiği bazı uygulamalarına canı fena halde sıkılmıştı. Annesi durumun farkına varıp oğlunu konuşturmak isteyince; “Artık kimseye güvenmeyeceğim. Herkes aynı. İnsanlar birbirini çıkarları için seviyor. Göz göre göre haksızlık yapılıyor, dayanamıyorum” diyerek içinde biriktirdiklerini tüm samimiyetiyle anlatmaya başladı annesine. Konuşmanın bir yerinde anne; “Bak yavrum elbette herkes aynı değildir. Yapılan bir yanlışı bütün insanlara mal edip, ön yargılı olursak hata ederiz. Tüm ilişkilerin ve sevgilerin çıkara dayandığını nasıl söyleyebilirsin? Mesela bir anne-baba evladını sevip, bağrına basarken, onun iyi bir eğitim alıp, güzel bir insan olması için çırpınırken, bu yüzden maddi manevi pek çok sıkıntıya katlanırken ne gibi bir çıkarı ya da menfaati olabilir ki?” diyerek oğlunun umutsuzluğunu tamire çabalıyordu ki delikanlı hiç beklenmedik bir cevap verdi: “O anne-babanın çocuğundan beklediği dünyevi bir çıkarı olmayabilir ama, onlar da ahirette kazanacakları mertebeyi düşünüyor olabilirler. Hani Peygamber Efendimiz salih evlat yetiştiren anne-babaların amel defterinin kapanmayacağını söylemiş ya, bu da bir menfaat değil midir?”

Bir yandan ebeveynler diğer yandan din görevlileri olarak sohbet ve vaazlarımızda kullandığımız dinî referansların ne tür akıl yürütmelere vesile olabileceğine dair gençlerden öğrenecek ne çok şeyimiz var!

Henüz on dört yaşındaydı...

Telefonun ucundaki genç kız on dört yaşında olduğunu söyleyerek söze başladı: “Büluğ çağına erdiğimden beri namaz kılıyorum. Fakat bir süre önce internette izlediğim bazı görüntülerden dolayı o kadar mahcubum ve pişmanım ki!” derken hıçkırarak ağlamaya başladı ve devam etti: “Ben çok günahkârım. Artık Rabbim benim abdestimi, namazımı kabul eder mi? Namaza durunca seyrettiğim şeyler aklıma geliyor ve o kadar utanıyorum ki Rabbimden. N’olur söyleyin artık benim namazım kabul değil mi?”

Mehmet Akif; “Utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak” derken, bir gün bu dizenin bir genç kızın hâlini anlatmaya bu kadar yakışacağını düşünmüş müydü acaba? Ya da Necip Fazıl; “O erler ki gönül fezasındalar /Toprakta sürünme ezasındalar / İçine nefs sızan ibadetlerin / Birbiri ardınca kazasındalar / Bir an yabancıya kaysa gözleri / Bir ömür gözyaşı cezasındalar.” mısralarıyla bu gençleri mi tarif ediyordu ki?

Günaha günah bile diyemez olmuşlarımızın, seccadesinin üzerinde değil televizyonun, internetin başında sabahlayanlarımızın, kulluk icabı denilip affolunduğu bildirilen o “ilk bakış”tan dahi hicap duymak yerine yüzlerce, binlerce bakışla gözleri, gönülleri lekelenmişlerimizin, (bir daha rahmetle analım) Akif’in “ağlamıyorsan bari gülmekten utan” diye seslendiği, utanma kavramını lügatinden silip, edep perdesini yüzünden sıyırmışlarımızın, velhasıl nice ve nicelerimizin ağlamaktan konuşamayacak hâle gelen bu genç kızımızdan öğrenecek ne çok şeyi var!

Gözyaşlarıyla gusletmek kaç kişiye nasip olur ki?