Makale

Berceste Beyitler Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânum n‘ola Zâyi olmaz gül temennâsıyla virmek hâre su

Berceste Beyitler

Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânum n‘ola
Zâyi olmaz gül temennâsıyla virmek hâre su
Fuzulî


Vedat Ali Tok

“Senin yüzünü anmaktan dolayı gözlerim yaşarsa bunda şaşılacak ne var? Gül alacağını umarak dikene su vermek boşa gitmez.”

Y alnız Türk Edebiyatının değil dünya edebiyatının da ender güzelliğe sahip bir beyti bu. Fuzulî’nin şiirleri bugünün insanlarına da hitap ediyor olmasına rağmen dilimizdeki hızlı ve sürekli değişme sebebiyle ne yazık ki onu artık tam olarak anlayamıyoruz. Böylece Fuzulî ile aramızda bir iletişim kopukluğu yaşanıyor. Onu iyi anlayabilmemiz için sözlüklere bakmanın yanında, yaşadığı dönemi, 16. asrın geleneklerini, göreneklerini, zihniyetini, yaşadığı dönemin askerî, siyasi, coğrafi özelliklerini de bilmek gerekiyor. Bütün bunlar külfet gerektirdiği için ne yazık ki bu büyük şairi gerçek manada okumaktan çok uzağız. Öğrendiğimize göre Batı’da klasik eserler zamanın diline göre uyarlandığı gibi bir de ilköğretim çağından üniversite mezununa kadar her yaş ve tahsildeki insanlara hitap edebilecek şekilde yeniden yazılıyor. Bizde ise ne yazık ki böyle bir müessese henüz hayata geçirilmemiştir. Eğer öyle yapılacak olsa ilk söylediğimiz cümledeki hükmün havada kalmadığı rahatlıkla görülür.

Edebiyatta Hz. Muhammed (s.a.s.) için yazılan şiir türüne na’t denilmektedir. Bilinen ilk na’t, Peygamber Efendimiz’in, şairine hırkasını hediye ettiği Kaside-i Bürde isimli şiirdir. Ka’b bin Züheyr tarafından Efendimize hediye edilen bu kaside karşılıksız kalmamış, Peygamber Efendimiz tarafından ödüllendirilmiştir. Bu hadisede aslında çok büyük dersler var. Zira cahiliye döneminde açık saçık gazel yazıp bunları da panayırda yarışa çıkaran güçlü cahiliye dönemi şairlerinin yaptıkları şey Kur’an-ı Kerim’de kınanmış ve Şuara suresinde de şairlerin durumları hakkında güzel şeyler ifade edilmemişti. Bu durumu öğrenen Müslüman şairler, acaba şiir yazmak günah mıdır, meselesiyle karşılaşmışlardı. Bu sorunun cevabı bizzat Peygamber Efendimiz tarafından kaside şairine hırka hediye edilmek suretiyle verilmişti.

Nakledilen şu hadise de şiir sanatının caiz olup olmadığı sorusuna tutulan başka bir ışıktır: Hassan bin Sabit’e, Bedir gazasına bedenen katılamadığı için, “Cihat sevabına ve verilen müjdelere kavuşamadın.” diyenler olduğunda şair buna çok üzülmüştü. Fakat Peygamber Efendimiz, onun İslam düşmanlarına karşı yazdığı şiirlerle cihat ettiğini ve düşmanlara karşı yazdığı şiirlerin her bir kelimesine verilen sevabın, başkalarının gazada kazandığı sevaptan daha çok olduğunu bildirerek buyurmuştu ki: “Hassan’ın beyitleri düşmana atılan ok darbesinden daha tesirlidir.” Hassan bin Sabit bir defasında kâfirlerin yüz karalarını ortaya koyan bir şiirini okuduktan sonra Peygamberimiz: “Ey Hassan, müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrail seninledir. Ashabımın silahla harp ettikleri gibi sen de dil ile harp et!” buyurmuşlar.

Demek ki şiirin, sözün güzeli, faydalısı, insanlara estetik bir güzellik sunanı yasaklanmamış, hatta teşvik edilmiştir. Kur’an’da, sanat yapma adına insanları kötü yönde etkileyen, süflî duygulara götüren sözler yasaklanmıştır.

Her Müslüman şairin Peygamber Efendimiz’e götüreceği bir hediye şiiri, bir na’tı olması beklenir. Özellikle Türk Edebiyatında bu felsefe ile hareket eden şairlerimiz ta Yunus’tan bu güne kadar yüzlerce güzel na’t yazmış, kâinatın Efendisine hediye etmiştir. Ne mutlu onlara; çünkü na’t özellikle Osmanlı döneminde padişahlara, paşalara sunulduğu anda hemen karşılığını bulacak bir tür kaside türü değildir. Bu bakımdan na’t, dünya nimetleri beklentisi içinde olanların yazabileceği bir şiir değildir.

Müslüman dünyasında çok sayıda na’t yazılmış, fakat işin doğrusu ve ilmî olanı şu ki en güzel na’tlar Türk edebiyatında yazılmıştır. Klasik Türk şairleri dinî-tasavvufî olmayan bir esere başlarken bile tevhit ve münacattan sonra na’t yazmayı asla ihmal etmemiştir. En güzel na’t yazan şairlerin başında Fuzulî gelir iddiası ise mübalağa sayılmamalı; çünkü o Türkçe Divanının her harf başlangıcına bir na’tla başlamayı itiyat etmiştir. Fakat Fuzulî deyince akla ilk gelen:

“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su” beyti ile başlayan şiiri Su Kasidesidir. Şair bu kasidesinde su kavramına çok değişik özellikler yüklemiştir.

Yazımızın başına koyduğumuz beyitte şair Peygamber Efendimiz’in yüzünü, görmekle değil, hatırlamakla gözleri yaşarıyor ve diyor ki benim bu hâlimde şaşılacak, garipsenecek bir durum yok; çünkü bahçıvan gül elde etmek için dikene su verse hiç kimse, bu adam ne yapıyor, diye hayret etmez.

Beyitte Hz. Muhammed-gül münasebetine yer veriliyor. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Bir defa Peygamber Efendimiz şairler tarafından çiçekler içinde çiçeklerin şahı olan güle teşbih edilir. Bu bir mazmundur. Başka bir sebep ise Peygamber Efendimiz’in mübarek terlerinin gül gibi kokmasındandır. Hatta Efendimiz, hangi çocuğun başını okşasa o çocuk günlerce gül kokarmış.

Yüz ile gül, kirpik ile de diken arasında bir benzerlik ilgisi vardır. Bahçıvan gül yetiştirmek için sadece gülü değil, gülle birlikte dikeni de sular. Şair de güle benzeyen Peygamber Efendimiz’in yüzünü belki de rüyasında görebilme hasretiyle ağlıyor; yani dikene benzeyen kirpiğe su veriyor, onu ıslatıyor. Birinci mısradaki “ârız (yüz/yanak), yâd (hatırlamak/anmak), nemnâk olmak (ıslanmak) ve müjgân (kirpikler)” kelimelerine mukabil ikinci mısrada sırayla “gül, temennâ (istemek/arzu etmek), su vermek ve hâr (diken)” kelimelerini kullanıyor. Bunlar çeşitli bakımlardan birbiriyle ilgili kelimelerdir. Ârız (yanak) güle benzer. Yâd kelimesi temenna ile yakın anlamlıdır. Nemnâk olmak, ıslanmak demektir ki su vermek ile ilişkilidir. Müjgân (kirpikler) şekil itibarıyla hâr (diken) gibidir. Böylece şair bir çeşit söz ustalığı olan leff ü neşr sanatı yapıyor.

Ağlamak kalp yumuşaklığına işarettir. Mümin kalbi katı değildir; Allah ve peygamber zikriyle dolu bir kalpte ancak merhamet ve hilm vardır. Allah ve peygamber yolunda gözyaşı dökenler ise tıpkı en güzel gülü elde etmek için, görünüşte bir diken parçasından ibaret gülfidanını her gün sulayan, ona itina ve sevgi ile yaklaşan bahçıvan gibidir.