Makale

Çağları aşan PEYGAMBER SEVGİSİ

Çağları aşan PEYGAMBER SEVGİSİ

Hayrettin Durmuş


Sevgi, ilmik ilmik dokuduğumuz kilim. Akordunu bozmaya yeltenemeyeceğimiz “ezelden bize baht olan” gönül ezgimiz... Sevgi, dağları taşları eriten, nefret tohumlarını çürüten, pare pare bulutları yürüten, suları köpürtüp coşturan, umutsuz kapıları açtıran esrarlı güç, muazzam hazine, ilahî lütuf...

Sevgi olmasaydı Yunus karlı ovaları dolanır mıydı? Ferhat külüngünü var gücüyle dağların bağrına vurur muydu? Mecnun çöllerde gezer miydi deli divane? Arı kovanını örer miydi petek petek? Bal tatlanır mıydı sevgi olmasa? İpekböceği kozasını örer miydi ölüme gideceğini bile bile? Keklikler öter miydi yanık yanık? Kelebek çırpar mıydı kanatlarını? Ceylanlar iner miydi pınara? Karlı dağlar baharı çeker miydi iple? Sevgiyi ağını ören örümceğe sormalı. Bir hurma kütüğünün ağıtından anlamalı, mağaradaki yılanın gözlerinden okumalı sevgiyi.

Milletimizin peygamber aşkı

Hz. Peygamber’siz, Habibullah’sız sevgiden bahsetmek mümkün mü? Onu nasıl sevmeli? Ona nasıl bağlanmalı? Tuzlu balık yiyip rüyasında çeşmeler, pınarlar gören dervişe hocasının yaptığı ikazı akılda tutmalı. Güzeller güzeli peygamberimizin “Şimdi oldu ey Ömer!” diyerek razı olduğu bir doruk sevgi süslemeli kalplerimizi.

Türk Milleti’nin peygamber sevgisi destanı yazılacak bir olaydır. Gönlü Muhammed (s.a.s.) sevgisiyle dolu bir Türkmen Beyi, Selçuklulardan Muzafferüddin Gökböri’nin tarihte ilk kez aylarca devam eden şenliklerle Hz. Peygamber’in doğumunu kutlaması bugünkü “Kutlu Doğum” haftasının temellerini atan muazzam bir hadisedir. Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin sevgisine ne demeli? Kaç kişi kendisini gün ışığından mahrum edebilir Yesevi’ce? Gün ışığından mahrum ama Muhammed’in nuruyla aydınlanmış bir gönül… Yunus olmayı göze almak kolay mı? Güzeller güzeli rasulün ayak izlerine kavuşmak için karlı dağları aşacak aşkı nasıl anlatmalı bilmem ki?

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanmış olduğu halde Fahrettin Paşa kendisine gelen elçileri reddederek “Sözümüz var. Peygamberimiz’i asla yalnız bırakmayacağız. Al bayrağımız Medine semalarında dalgalanacak” demişti. Sözünü de tuttu. 7 Ocak 1919 tarihine kadar 324 kahramanıyla birlikte bekledi peygamberin kabrini. “Medine Müdafaası” isimli kitap bu kahramanlığı anlatır.

Kız çocuklarına Gül, Gülderen, Gülseren, Gülistan, Ayşegül isimlerini veren, oğullarını Ahmet, Mehmet, Mahmut diye adlandıran, askerini Mehmetçik olarak ünleyen bir millet bütün bunları niçin yapıyor dersiniz? Yürekleri yakan peygamber sevgisinden başka nasıl açıklayabiliriz kültür hayatımızdaki bu güzellikleri?

Anadolu kadını her hafta perşembe-cuma günleri bir komşunun evinde toplanıp Yasin okumayı, peygamberimize selam göndermeyi âdet haline getirmiştir. Hacca, umreye gidenlere “ne olur selamımı Rasulüllah’a arz et” demesi, peygambere duyduğu hasretin, özlemin, sevgisinin ifadesi değil mi?

Osmanlıyı cihan devleti yapan sır

Osman Gazi’nin; “Bu diyara geldiğimde henüz zayıf bir bey olduğum halde Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimiz’in yolunda yürüdüğüm, onun tebliğ ettiği dini korumakta kararlı, azimli, gayretli davrandığım için Cenab-ı Hakk’ın çok büyük yardımlarına eriştim.” sözünü okuyunca üç kıta yedi deniz hükümranı cihan devletinin temelindeki harcın peygamber sevgisi olduğunu anlıyorsunuz. I. Kosova Meydan Savaşı’nın kahramanı Murat Hüdavendigâr’ın, Mekke ve Medine fukarasına sırf peygamberimizin hemşehrileri olduğu için yılda üç bin beş yüz altın gönderdiğini biliyor muydunuz? Fatih’in babası II. Murad’ın, Hz. Peygamber’in müjdesine nail olmayı hayatının gayesi edinmesi, “Hz. Muhammed (s.a.s.)’in mucizelerinin bereketiyle onun izinden giderek ümit ederim ki, devletim, din düşmanlarına galip gelir.” diyen Fatih Sultan Mehmet Han’ın, Mısır seferi sırasında “Görmüyor musunuz? Önümüzde iki cihan güneşi efendimiz yürüyor” diyen Yavuz Sultan Selim’in peygamber sevdası bizim de yüreklerimizi yakmalı biraz. Avrupalıların “Muhteşem Süleyman” diye atının üzengilerini öptüğü cihan padişahı Kanuni de Hz. Peygamber’den medet uman, onun karşısında aczini itiraf eden bahtiyarlardandır. “Yüce Mevla’dan umarım ki her bir ismin başka şefaat eyler, Ahmed ü Mahmud Ebu’l-Kasım Muhammed Mustafa!” der Muhibbi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün peygamberimize olan hayranlığını Şemseddin Günaltay, Falih Rıfkı Atay ve Ahmet Gürtaş’ın kitaplarından öğreniyoruz. “Dünya Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmelidir” sözü Atatürk’ün vasiyetleri arasındadır.

Peygamberimizin ayak izini başına sorguç yapan padişah

Hz. Peygamber’in ayak izini resmeden bir sorgucu başında taşıyan bir padişahımız var. Bu padişah; “Peygamberlerin şahı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)’nın tertemiz ayağının değdiği nalınları tacım gibi başımda taşımak, o gülün ayağına yüzümü sürmek benim için şereftir.” diyen padişah I. Ahmet’tir. (1603-1617)

Hele ki “Ulu Hakan” II. Abdülhamit Han’ın Medine demir yolu yapılırken “Peygamberimiz rahatsız olmasın” diyerek raylara keçe döşetmesini, işçilere ahşap çekiç kullandırmasını nasıl anlatmalı? Peygamberimiz’e hakarete yeltenen Volter’in piyesinin Fransa ve İngiltere’de sahnelenmesini engelleyen diplomatik dehası karşısında ne yazmalı bilmem ki?

Süleyman Çelebi’nin “Mevlit” olarak bildiğimiz “Vesîletü’n-Necât”ı, Fuzuli’den Arif Nihat Asya’ya ve zamanımıza kadar birçok şairimizin yazdığı güzide naat örnekleri bu milletin peygamber sevgisini anlatan canlı belgelerdir. Şair Nabi’nin yerinde olmayı, o kutlu rüyada yer almayı hangi şair istemez ki?

İnsanlık Hz. Peygamber’e o kadar çok muhtaçtır, ondan o kadar çok şey öğrenmiştir ki bu satırlara sığmaz. Cafer’in Habeş kralı Necaşi’ye söylediği sözler ne kadar anlamlı. Medeniyet peygamberinin insanlığa hediye ettiği o muhteşem değerleri, ölçüleri bir an için çekip aldığınızı düşünün. Bakalım insanlığın elinde ne kalacak?

Biliyorum sizin de yürekleriniz fahr-i kâinat efendimizin aşkıyla coşmakta. Onun adını anarken bile gözleri buğulanan, sözler boğazında düğümlenen peygamber sevdalılarına selam olsun.

Selamların en güzeli sana olsun ey şah-ı Rasul! Kıyamet gününde sancağının altında buluşabilsek daha ne isteriz? Ne olur elimizden tut, şefaat eyle bize…