Makale

Dergi Okuyucusu Olmak

Dergi Okuyucusu Olmak

Mehmet Erdoğan

Bugün dergi okuyucusu olmak gerçekten seçkin bir durumdur. Dergi okuyucusu düşünceyi, emeği ve ciddiyeti, hayatının ayrılmaz bir yönü sayar. Dergiler okunur, yazıların altı çizilir, özenle arşivlenir ve yeri geldiğinde referans olarak kullanılır.

Mehmet Kaplan Hoca, doçentlik çalışması olan Tevfik Fikret adlı incelemesinde Tanzimat neslinin "gazetecilik" vasfının, o neslin öne çıkan bir yönü olduğunu söyler. Ona göre Tanzimat nesli, fikirlerini gazeteyle yaymış ve bütün yazdıkları da gazete yazısı niteliği taşımaktadır. Buna karşılık Servet-i Fünun neslinin belirgin vasfı "dergici- lik"tir. Kaplan Hoca bu tespitiyle Tanzimat neslinin sosyal yönüne, Servet-i Fünun neslinin ise bireysel yönüne işaret etmektedir.
O devirlerin şartları göz önünde bulundurulduğunda her iki neslin, şüphesiz kendine göre haklı çıkış ve dayanakları vardı. Çünkü Tanzimat bir arayıştı; bu arayışın amacı toplumsal dinamikleri harekete geçirmekti. Ama iş, zaman içinde öylesine yüzeysel bir hal almıştı ki, İnsanî gerekçeler ve durumlar arada kaybolup gidiyordu. Zaten Servet-i Fünun nesli de buna bir tepki olarak doğmuştu. İki nesil arasındaki fark dilde, ele alınan konularda, konuları işleyiş biçiminde, hayata bakışta, insan ilişkilerinde vs. bariz bir şekilde kendini gösteriyordu.
Balkan Savaşlarından Millî Mücadelenin sonuna kadarki dönemde gazetecilikle dergiciliğin iç içe geçtiği görülür. Sosyal konularla İlmî ve edebî metinler aynı mevkutelerde yer alır. Gazetelerin baş yazılarında yerine göre edebî tartışmalar yapılır; dergilerde ise millet, memleket ve hükümet meseleleri ele alınır.
Cumhuriyetle birlikte dergi ve gazete okuru zaman içinde birbirinden ayrılır. Gazete bir iletişim, haber alma aracı olarak gelişir ve yaygınlaşır. Dergicilik ise türüne göre ihtisas alanlarına yönelir. Yani dergicilik giderek bir mektep haline gelir ve adeta bir ekol merkezi olur.
Bu süreçte dergiler fikir dünyasını, kitap yayıncılığını, akademik alanı, entelektüel okuru besler. Dergi okumak, bir derginin okuyucusu olmak bir tür tiryakilik ve bir çeşit ayrıcalık haline gelir. Dergi okuyucusu aynı zaman da kitap okuyucusudur. 1950-80 arasında ilmî ve edebî kitapların baskı miktarları beş binin altına düşmez. Aynı şekilde dergiler üç bin ile on bin arasında basılır ve satılırlar.
80’li yıllardan sonra kitle iletişim araçlarındaki çok seslilik ve renklilik gazete ile dergi yayıncılığını nitelik ve nicelik yönünden büyük oranda olumsuz yönde etkiler. Gazeteler daha çok satabilmek ve görüntülü medyanın etkisini azaltabilmek için magazine ve spora yönelirken; kan kaybını buradan gidermeye çalışırlar. Köşe yazarlığı kavramı, dizi yazı (tefrika) türü etkisini yitirir. Bu türleri, görüntülü medya tartışma programlarıyla kendi içine çeker. Köşe yazarları her akşam ekranlardan evlerimize konuk oldukları için efsanevî ve ka-rizmatik şahsiyetlerini yitirirler, sıradanlaşırlar.
Dergiler ise sosyal konulardan elini eteğini çekerek daha çok akademik çalışmaların neşredildiği bir zemin olurlar. Hatta hakemli dergi diye yeni bir tür ortaya çıkar. Böylece dergiler, zamanın şartlarına ayak uydurarak sosyal fonksiyonlarını, fikrî mektep niteliklerini terk ederler. Kitap yayıncılığı da dergi yazarlarından çok görüntülü medya konuğu yazarlara yönelir.
Bu genel gidişin istisnaları yok mudur? Elbette vardır. Her şeye rağmen gazete olarak çıkan gazeteler ve mektep niteliğini koruyan dergiler, mevcut şartlara direnerek varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bunların azınlıkta olsa bile tirkayisi olan belli bir kesim okuyucusu her zaman vardır. Gazete okumak için gazete alırlar ve fikrî seviyelerini korumak için dergi izlerler.
Bugün dergi okuyucusu olmak gerçekten seçkin bir durumdur. Dergi okuyucusu düşünceyi, emeği ve ciddiyeti hayatının ayrılmaz bir yönü sayar. Dergiler okunur, yazıların altı çizilir, özenle arşivlenir ve yeri geldiğinde referans olarak kullanılır. Dergi okuyucusu izlediği dergiyi genellikle bayilerden satın almaz; abone olur veya kitapçılardan alır. Dergi, okuyucusu için bir hazinedir. Ödünç verilir sonra da geri alınır.
Günümüzde insanların fikrî seviyelerinin yükseltilmesi, insanlar arasındaki kavram kargaşasının giderilmesi, meselelere sahip genç nesillerin yetiştirilmesi ve etkin bir kültür politikası oluşturulması amaçlanıyorsa, bunda dergilerin önemli bir rolü olacaktır. Bu sebeple dergi yayıncılığının desteklenmesi millî bir sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

BİR VESİKA OLARAK EDEBİYAT
Ahmet Haşim’in bir yazısının başlığı şöyle- dir: "Edebî eser bir vesikadır." Bu yazıda edebî metin ve yazar, sahte ve gerçek yönleriyle ele alınır.
"Bir çok yazılar, sahiplerinin ruh çehresini gösteren bir enstantane olacak yerde, itinalı bir poz fotoğrafisidir. Belli ki eser sahibi, kari- in karşısına çıkmadan evvel, yüzünün fazla kıllarını cımbızla yoldurmuş, saçlarını boyatmış, bıyıklarını yontturmuş, gözlerine bir bakış, dudaklarına bir tebessüm vermiş ve kendine münasip gördüğü şu veya bu vaziyeti almak için uzviyetin tabiî ve mutat hatlarını zorla diğer bir nizama ram etmiş."
"Edib veya şair, yalnız cümle ve kelimeye tahakküm kudretinde bir sanatkârdır. Cümle hünerine malikiyet ruha haiz olmadığı vaziyetleri verdirmeye kâfî değildir. Ruh, burnuna halka takılan bir ayı gibi, kolayca raks ettirilemez. Üslûp, ruha vaziyet veren bir kırbaç değil, ruhun harekâtını zapt eden hassas fotoğraf camı nevinden, bir tesbit vasıtasıdır. Fotoğraf adesesini aldatmak ne kadar gayrn kabilse, üslûbu hile ile, olmayanı var göstermeye icbar etmek o derece muhaldir. Bu itibarla ilaç formülü gibi herkes tarafından lüzuma göre kullanılabilecek muhtelif üslûpların mevcudiyetlerinden bahseden eski edebiyat kitaplarının saffeti şayân-ı handedir. Üslûp hayat makinelerinin bir kuvvet muhassalası- dır. Yazının derunî âlemi hakkında bir vesika teşkil eder ve her vesika gibi kıymeti sıhhatin- dedir."(Ahmet Haşim, Bütün Eserleri III, Dergâh Yayınları, 1991.)
Ahmet Haşim, bu düşünceleriyle sadece kendi tecrübelerinden yola çıkarak temel bir soruna işaret etmekle kalmamış, insanlığın tarihî bir sorununu eser/sanatçı bağlamında poetik bir düzleme taşımıştır. Üç çeyrek yüzyıl önce dile getirilen bu kaygıların bugün de geçerliliğini korumuş olması, üzerinde düşünülmeye değer bir konu değil midir?