Makale

Kudüs Ulvi Bir Sevda-Yüce Bir Dava

Kudüs Ulvi Bir Sevda-Yüce Bir Dava

Dr. Ülfet Görgülü
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“Yürü kardeşim! Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.” (Nuri Pakdil)


Ehl-i Kudüs’ün etrafına örülen duvarlara hayıflanıp kahırlanmadan evvel, Kudüs’le aramıza ördüğümüz görünmez duvarlara yanalım. Hangisi daha “utanç” verici diye bir muhasebe yapalım.

Gecenin sessizliğini delen postal sesleriyle bölünür uykumuz. Acaba hangimizin kapısı çalınacak, hangi komşumuzun evi basılıp ciğerparesi tutuklanacak diye bekler dururuz.

Şehirlerden Gazze,
Aylardan ramazan,
Vakitlerden iftar,
Gazze bombalanıyor...
Vakitlerden sahur,
Gazze’ye bombalar yağıyor…
Gazze enkaza dönüyor. Enkazın altından bir baba çıkarılıyor, bir anne çıkarılıyor, çocuklar çıkarılıyor... Belli ki iftarı ukbada yapacaklar... 11-12 yaşlarında bir kız çocuğu çıkarılıyor. Ağır yaralı… Ambülansla Kudüs’e getiriliyor. Bir hafta yoğun bakıma alınıyor. Kendine geldiğinde Kudüs’te bir hastanede olduğunu öğrenen bu yavru, şehit olan ailesinin acısına yanmak yerine, sevinç gözyaşlarıyla ellerini duaya açıyor: “Allah’ım ölmeden Kudüs’e geldim ya sana şükürler olsun!”
Hastaneden tekrar Gazze’ye gönderilecek, Kudüs’ü hiç göremeyecek bir kız çocuğundan öğreniyoruz Kudüs’ün nasıl sevileceğini. Gelip göremeyecekleri bir diyarın hasretiyle yanmanın, bir kez secde edemeyecekleri Mescid-i Aksa’nın uğruna canlarını seve seve vermenin dersini Gazzeli, el-Halilli, Ramallahlı sevdalılardan alıyoruz… Utanıyoruz...
Davası olmayanın sevdası hakiki olmazmış. Davayı da sevdayı da ehl-i Kudüs’ün gözlerinde, Aksa’nın aziz cemaatinin yüzlerinde okuyoruz... Mahcup oluyoruz.
Kudüs nedir? Nerededir?
Haritadaki coğrafi konumunu sormuyoruz elbet. Ümmet-i Muhammed’in sinesindeki yerini soruyoruz. Kudüs bizim neyimiz olur? Vicdani bir sorgulama yapalım istiyoruz.
Bize kutsal emanettir Kudüs. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) Efendimize kadar iman ettiğimiz nice peygamberlerin kadem-i şerifleriyle şereflenmiş, Efendimizin isrası ile onurlanmış, miracın kapısı olmakla taçlanmış bu mübarek şehir bütün bir ümmete emanettir. Emanete sahip çıkmak imanın gereğidir. Müminlerin felah ve saadete ermelerinin bir şartı da emanetlerine ve ahitlerine sadık kalmaları değil midir? (Mü’minûn, 23/8.) Hâl böyle iken bu kutsi emaneti oradaki kardeşlerimizin uhdesine tevdi etmiş, ahde vefa sorumluluğu ne vakittir yalnızca onların zannetmişiz… Af diliyoruz.
Mahzun bir yetimdir Kudüs. Yetime kol kanat germek, hamisi olmak Allah Teala’nın emridir. Rabbimiz yetimi hor görenleri kınamakta (Mâûn, 107/2.), onu ezip üzmeyi yasaklamaktadır. (Duhâ, 93/9.) Yetimle imtihan, akabeyi/sarp yokuşu aşmaktır. (Beled, 90/15.) Kudüs sadece Filistinli kardeşlerimizin değil, İslam ümmetinin büyük bir davasıdır. Bugün sarp yokuşu aşmanın bir yolu da, yetim Kudüs’ün özgürlüğü için koşmaktır, selameti için çalışmaktır. Hariçten ağıt yakmak değildir Kudüs’e vazifemiz… Kudüs’ü anlamak, yaşamak, dava edinmek, Mescid-i Aksa’ya cemaat olabilmektir. İmkân buldukça Kudüs’e koşabilmektir.
Ehl-i Kudüs’ün etrafına örülen duvarlara hayıflanıp kahırlanmadan evvel, Kudüs’le aramıza ördüğümüz görünmez duvarlara yanalım. Hangisi daha “utanç” verici diye bir muhasebe yapalım. İşgalcilerin yükselttiği duvarlar elbet aşılır, bir gün yıkılır Allah’ın izniyle. Lakin koskoca bir ümmetin, mazlum kardeşlerini yalnızlaştırmalarının, kendi kaderine terk etmelerinin hesabı Allah’a nasıl verilir?
Hz. Davut’un makamının girişinde bulunan küçük bir Müslüman mezarlığına bakıyorken yanımızdan geçen yaşlı ve aksakallı bir Filistinlinin bize dönüp celalli bir sesle: “Mezarlığa niye bakıyorsunuz? Dönüp İslam dünyasına bakın, Müslümanların hâline bakın. Çoğunun mezardaki ölülerden farkı yok!” haykırışı oldukça derin manalar ve ince sitemler taşıyor, tokat gibi yüzümüze iniyordu.
Elhak, Kudüs ümmetin aynasıdır. İşgalin büyüğü Kudüs’te mi yoksa yüreklerimizde mi, bir bakalım. Dünyevi hırsların, nefsani hazların işgal ettiği kalplerde ne ulvi sevdalar yeşerir, ne yüce davalar can bulur. Ümmet olarak üstümüzdeki ölü toprağını atmadan, zihnimizdeki önyargı zincirlerini kırmadan, kalplerimizdeki gaflet bulutlarını dağıtmadan, İslam âlemine sirayet eden tefrika hastalığından kurtulmadan, hizipçilik prangalarını parçalamadan, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanmayın.” (Âl-i İmran, 3/103.) emr-i ilahisine uymadan ne biz özgür olabiliriz, ne Kudüs.
Hz. Ömer’in kudümünden beri asırlarca kardeşliğin, hürriyetin, adaletin diyarı olmuş, birlikte barış ve güven içinde yaşamanın en güzel örneklerini sunmuştur insanlığa bu kutsal belde. Bütün mezhepleriyle Hristiyan’ı, Yahudi’si ve Müslüman’ı bir arada yaşamış, komşuluk, arkadaşlık yapmıştır birbiriyle. Kimsenin mabedine dokunulmamış, ibadetine engel olunmamış, kutsalına saygı gösterilmiştir. Bugün aynı belde maalesef işgalle, zulümle anılır olmuş, Kudüs’ün bağrına hançer saplanmış, alnına kara leke sürülmüştür. Kudüs’ün kutsiyetine ihanet edilmiştir. Şehrin her girişine kurulan kontrol merkezleri, her köşesine yerleştirilen gözetleme kuleleri, Mescid-i Aksa’nın karakola döndürülen her bir kapısı bu ihanetin canlı belgeleridir.
Konuşan ve yaşayan tarihtir Kudüs. Kudüs, bereketin merkezidir. Kerim Kitabımızdaki nice surelerin ve ayetlerin tecelligâhı, nice kıssaların zuhur yeridir. Kudüs’te Âl-i İbrahim’le kucaklaşır, Âl-i İmran ile kaynaşırsınız. Hz. Meryem mihraptan gülümser size, Hz. İsa ve havariler ile son akşam yemeğinde buluşursunuz. Hz. Zekeriya’nın duasına el açar, Hz. Yahya’nın kulluğuna hayran olursunuz. Nebi Musa ile çölde karşılaşır, Hızır’la yolculuğunun serencamını dinlersiniz. Hz. Davut’un zikrine iştirak eder, Hz. Süleyman’la mabedin ihtişamını seyre dalarsınız. Hz. Yakup ile Yusuf’a (a.s.) gözyaşı döker, kavuştukları gün vuslatın sevincini yaşarsınız. Âlemlere rahmet Yüce Rasulümüzün imametinde enbiya efendilerimizle saf tutar, onu taşıyan Burak’a imrenerek bakarsınız. Velhasıl Kudüs size sıla olur ve siz ezelden Kudüslü olduğunuzu anlarsınız.
Lakin Kudüs’ü sevmek, Kudüslü olmak kolay değildir. Büyük davalar büyük bedeller ödetir. Tıpkı kutlu nebilerin nice ağır imtihanlardan geçtiği gibi. Tıpkı bugün Kudüs ehlinin, Batı Şeria’daki kardeşlerimizin ödediği bedeller gibi. Kudüs’te yaşamak iman ister, aşk ister, yürek ister. Aldıkları asgari ücretin tamamını kiraya yatırmak, kıt kanaat yaşamak değildir sadece ehl-i Kudüs’ün ödediği bedel. “Gecenin sessizliğini delen postal sesleriyle bölünür uykumuz. Acaba hangimizin kapısı çalınacak, hangi komşumuzun evi basılıp ciğerparesi tutuklanacak diye bekler dururuz. Acaba bu gece sıra kimde?” cümleleriyle dile getiriyor Kudüs gecelerini, ehl-i Kudüs’ten biri.
Bir diğeri anlatıyor: “Duvarlar örülmezden önce 10 dk. sürmüyordu evimizden mescide gelişimiz. Şimdi vasıtayla iki saatte zor gelmekteyiz.” Ancak duvar onları yıldırmıyor, aşk engel tanımıyor. Aksa’yı sahipsiz, mescidi cemaatsiz bırakmamak için gece gündüz koşuyorlar. Mescid-i Aksa’ya, Kudüs’ün kalbine akıyorlar kadın erkek, yaşlı, çocuk. Kış soğuk, yaz sıcak demeden ümmet adına bu kutsi nöbeti tutmaya devam ediyorlar.
Biz küçük meseleleri büyüteduralım, basit problemleri çözülmez dertlermiş gibi algılayıp bunalımlara düşelim ehl-i Kudüs bize sabır, sükûnet, itaat, metanet, kanaat ve huzur dersi vermekte. Huzurun bol kazanmakta, çok harcamakta, güzel yiyip içmekte, iyi giyinip gezmekte değil bir davaya gönül vermekte, sevdası uğruna her çileye göğüs germekte, her zorluğa tahammül etmekte olduğunu sessiz sedasız anlatmakta. “Bize nasıl geçinebildiğimizi sormayın” diyor onlardan biri, “Nerden geliyor, nasıl geçiniyoruz, inanın pek çoğumuz hesap bile yapmıyor. Zira Allah bize yardım ediyor.” diye ekliyor. Gerçek şu ki, Sultan Süleyman Han’ın eski şehrin etrafına yaptırdığı muhteşem surlar misali imanı, vakarı ve onuruyla dimdik ayakta duruyor Kudüs ehli.
Enbiya yurdu, veliler diyarı, Hz. Ömer’in yadigârı, Selahaddin Eyyubi’nin armağanı, ecdadımızın kutlu mirasıdır Kudüs. Maneviyatıyla sarıp, mukaddesatıyla sarmalar Kudüs gelenlerini. Zeytin Dağı’na çıktığınızda muhteşem bir manzarayı temaşa edersiniz, dilinizde “Ve’t-tîni ve’z-zeytûni” ayetleriyle. Aksa’ya vardığınızda Zeytin Dağı karşıdan arz-ı endam eder, gülümser size tüm zarafetiyle. Her bir taşı, her karış toprağı ne hikâyeler anlatır, ne sırlar fısıldar kulağınıza.
Ehl-i ilim “İşgal altındaki Kudüs’e gitmek caiz midir, değil midir?” diye tartışadursun, Kudüs’ten selam var, Filistinli kardeşlerimizden mesaj var cümle Kudüs sevdalılarına:
“Lütfen buraya gelin. 3 km. uzağındaki bir Filistinli gelemiyor buraya ama hasretiyle yaşayıp ölüyor. İşgalciler Filistinlileri Mescid-i Aksa’dan uzak tutmak istiyor. Gidilmeyi hak eden üç mescitten ziyarete muhtaç olanı Mescid-i Aksa. Burada sizin tarihiniz var. Kudüs’ün yüzde sekseni sizin ecdadınızın, gazilerinizin döşediği taşlardan oluşuyor. Buraya geldiğinizde dokunduğunuz her taş sizinle konuşacak. Bizden önce onlar size “Hoş geldiniz” diyecek. Tek isteğimiz bizi yalnız bırakmamanız. Siz gelince biz mutlu oluyoruz. Kendimizi güçlü hissediyoruz. Gelişinizle, “Bu mescidin sahibiyiz” diyorsunuz. “Biz burayı sahipsiz bırakmayız” mesajını veriyorsunuz.
Ey başı miraca yükselir gibi dik duran Filistinli! İmanlı, yürekli, vefalı Kudüs ehli! Selam olsun size. İnanın sizin bize değil bizim size ihtiyacımız var. Kudüs’ün, Aksa’nın bize ihtiyacından ziyade bizim oraya gelmeye ihtiyacımız var. İnsanlığımızı gözden geçiriyor, müminliğimizi yeniden sorguluyoruz sayenizde.
Hikâyeni Kudüs’te öğrendiğim, adını dahi bilmediğim Kudüs aşığı Gazzeli gazi yavrum. Selam olsun sana da!
“Gel anne ol! Çünkü anne bir çocuktan Bir Kudüs yapar.” (N. Pakdil)