Makale

Kadim Şehir Kudüs

Kadim Şehir Kudüs

Musa BİÇKİOĞLU

Yahudiliğin en kutsal şehri Kudüs’e, Mescid-i Aksa’nın batı duvarına yaklaşarak ibadet etme hürriyeti Kanuni döneminde verilmiştir.

Yaratılış kadar kadim, peygamberler sireti kadar eski bir şehir…
Kudüs’ten söz edildiğinde üç semavi dinden söz etmemek mümkün değil. Kudüs’ün kaynaklarımızdaki kutsiyeti veya faziletleri konusu; sonradan yazılmış kitaplardan öte, sünnet ve özellikle Kur’an kaynaklıdır. Kudüs Kur’an-ı Kerim’de mübarek, mukaddes gibi ifadelerle anılmıştır. Öyle ki; Kur’an’da adı geçen peygamberlerin çoğunun Beytülmakdis ve civarında yaşamış olması, biz iman edenleri buraya bağlamıştır.
Biz Müslümanlar için Kudüs, ilk kıblemiz, ikinci mescidimiz ve ziyaret etmek maksadıyla gidebileceğimiz üçüncü mescit. Yine Kur’an-ı Kerim’de Kudüs’ten; mübarek, bereketli kıldığımız, mukaddes ve kapısından secde ederek girilmesi gereken bir belde olarak söz edilmektedir.
Museviliğe göre yeryüzünün en kutsal şehri Kudüs’tür. Mescid-i Aksa alanı yeryüzünde ilk yaratılmış olan yer, en kutsal alan (İbranice beyti mikdaş), haşrolmanın ve Tanrı ile buluşmanın başlayacağı yer. Bir Yahudi’nin ebedî kıblesi ve yeryüzündeki en kutsal alanı, hac edebileceği tek yerdir. Bir Yahudi Ancak Kudüs’e dönerek dua edebilir. Yine onlara göre mehdinin geleceği şehirdir Kudüs. Tevrat’ta, Mezmurlar 137’de Hz. Davut’un dilinden; “Seni unutursam ey Kudüs, sağ elim hünerini unutsun. Eğer seni anmazsam, eğer Kudüs’ü baş sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın!” şeklinde betimlenen bir şehirdir Kudüs.
Hristiyanlar için yeryüzünün en kutsal şehri. İsa’nın çarmıha gerildiği yer, Meryem’in büyüdüğü şehir, Zekeriya ve eşinin yaşadığı yer, vaftizci Yahya’nın yaşadığı belde, mehdinin geleceği şehirdir Kudüs. Luka İncil’i 13.33’te, “Onu Tanrının şehri Kudüs’te ölüm beklemektedir. Çünkü bir peygamber Kudüs’ten başka bir yerde ölemez.”
Matta 23.37-39’da, “Ey Kudüs! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Kudüs! Bir tavuk, civcivlerini kanatları altına nasıl toplarsa, ben de kaç kez çocuklarınızı öylece toplamak istedim, ama siz istemediniz. Bakın, eviniz ıssız bırakılacak!” şeklinde yer alan bir kadim metropoldür.
Peygamberlerin namazgâhı
İsra beldesi, miraç beldesidir Kudüs. Kudüs namaz ile öylesine özdeş bir şehirdir ki; en çok mihrap Kudüs’te vardır. Şehrin birçok noktası, pek çok evin içinde ve avlusunda, Mescid-i Aksa’nın hemen her yerinde mihraplar görülür. Kudüs ile miraç, namaz ile Kudüs, birlikte anılır. Öyle der Hristiyan hassasiyetiyle bilinen Lübnanlı şarkıcı Feyruz; kendisi için yeryüzünün en kutsal şehri Kudüs’e, İsa şehri, Meryem şehri demez de, “Ey Kudüs, ey namaz şehri!” diye seslenir. Feyruz’un bu tarifi, 1400 yıldır ancak Müslüman hâkimiyetinde iken Hristiyanların dahi huzur bulabileceklerine inandığından olmalıdır.
Tarihin başladığı yer: Kudüs
Kudüs’ün tarihi, dünyanın yaratılışı, insanlığın başlangıcı ile anılan bir derinliğe sahiptir. Mescid-i Aksa, Hz. Âdem’in şehri ve imar ettiği mescit olmasının yanı sıra Kudüs’e 30 km mesafede el-Halil’de metfun bulunan Hz. İbrahim’in de yaşadığı bölgedir. Elbette ki Hz. İbrahim Mescid-i Aksa’ya gelmiş, ziyaret ve ibadet etmiş ve Yahudilere göre burada kurban kesmiştir. Kenan diyarına kuzeyden göç eden Hz. İbrahim; Kenanlıların yaşadığı bölgeye, kutsallarına, yaşam tarzlarına, örflerine şahit olmuş, buradaki halka da tebliğ de bulunmuştur. Hz. İbrahim ile başlayan İsrailoğullarının bölgedeki varlığı Hz. Yusuf’un kuyuya atılıp Mısır’a gitmesiyle kesintiye uğramıştır. Kenanlılardan sonra bölgede Yebusileri, daha sonra Hz. Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkıp Kudüs’e doğru hareket eden İsrailoğullarını görüyoruz. Hz. Yusuf ile bölgeden çıkan ancak Hz. Musa ile birlikte tekrar bölgeye (Kudüs’e) gelmek üzere hareket eden İsrailoğulları, Yuşa Peygamber döneminde Kudüs’e yakın Eriha bölgesine kadar gelmiş ancak Kudüs şehrini fethedememişlerdir. Talut’tan sonra Hz. Davut (a.s.) tarafından MÖ 1004 yılında fethedilmiştir. Musevi kaynaklarında ifade edildiği gibi Hz. Davut Mescid-i Aksa alanına bir mabet inşa etmeye gayret etmiş, ancak Tanrı bu mabedin yapımını oğlu Hz. Süleyman’a nasip etmiştir. MÖ 957 yılında Hz. Süleyman tarafından inşa ettirilen bu mescit, dünya literatüründe birinci mabet olarak tanınmıştır.
Vahiyden bağımsız düşünemediğimiz Kudüs, tarihinin bu diliminde Hz. Davut tarafından krallığının başkenti olarak kullanılmıştır. Ancak Kudüs MÖ 587’de Nebukednedzar/ Buhtunnasr (Babil hükümdarı) tarafından yerle bir edilmiş ve mescit yıkılmıştır.
Kudüs 538’de Pers hâkimiyetine girmiştir. İsrailoğulları Pers hâkimiyeti ile birlikte, götürüldükleri sürgünden Kudüs’e dönerek mabedi (mescidi) tekrar inşa etmişlerdir. Sırasıyla Persler, MÖ 332’de Makedonyalı İskender şehri almış, İskender’in ölümünden sonra önce Ptolemaios, ardından 198 yılından itibaren Selevkoslar şehre hâkim olmuşlardır. Helenistik dönemde bölgede Makkabi isyanları başlamış, MÖ 63 yılında Roma generali Pompeus Kudüs’ü işgal ederek Roma İmparatorluğuna bağlamıştır. MÖ 40 yılında Partlar şehri ele geçirmiş, MÖ 37’de Büyük Herod şehri ele geçirip MÖ 20 yılında mabedin duvarlarını ve kaleleri onartmıştır. Bu dönemde Büyük Herodes Roma’ya bağlı özerk bir yönetim elde etmiştir. Herodes dönemi İmran, eşi Hanne, kızları Meryem, Hz. Zekeriya, oğlu Hz. Yahya ve Hz. İsa’nın Kudüs’te yaşadıkları dönemdir.
Hristiyanlara göre büyük He-rodes’in oğlu Herod Agrippa dönemi, Yahudilerin kışkırtması üzerine Hz. İsa’nın bir ihbar sonucu yakalandığı tarihtir. Bu tarihte Roma valisi Ponce Plate döneminde yargılanarak çarmıha gerilme cezasına çarptırılmıştır. Yine Hristiyanlara göre Hz. İsa Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya sadece 400 metre mesafedeki Golgota Tepesi’nde çarmıha gerilmiştir. Ve burada çarmıhtan indirilip yine aynı yerde toprağa verilmiştir. Ancak üç gün sonra Hz. İsa buradan kıyam etmiş, 40 gün sonra Zeytin Dağı’ndan göğe yükselmiştir. Hz. İsa’nın defnedildiğine inandıkları yer olan Golgota Tepesi ve bitişiğindeki mezar yeri Hristiyanların yeryüzündeki en kutsal yeri ve en kutsal hac mekânıdır.
MS 70 yılında Roma kumandanlarından Titus Kudüs şehrine saldırır, Kudüs şehri ve Mabet yerle bir edilir. MS 135 yılında imparator Hadriyanus döneminde Yahudilerin ayaklanması üzerine Romalılar ayaklanmayı bastırır ve MS 135’te stratejik konumu, korumaya uygun bir tepeye sahip olması gibi hususiyetlerini de dikkate alarak buraya bir şehir kurulması emrini verir. Ve bu şehrin ismi İlia Capitolina olarak değiştirilir. Hadriyanus’un kurdurduğu bu şehirde, mescit (mabet) bölgesinde büyük bir Roma, Zeus tapınağı inşa edilir.
İmparator Konstantin döneminde Hristiyanlığa özgürlük verilir. Yaklaşık 300 yıldır her türlü eziyet, işkence, öldürülme ve horlanma gibi büyük eziyet ve baskılara maruz kalmış olan Hristiyanlar, buradaki Roma Pagan mabedini tahrip ederler.
Hz. İsa’nın ve havarilerinin yaşadığı ve tebliğ çalışmalarında bulundukları yer olan Kudüs’te Hristiyan hareketi Roma baskı ve zulmüne rağmen güçlü bir durumdaydı.
Pagan mabedinin tahrip edilmesine rağmen, Hristiyanlar buraya bir mabet/ mescit yapmamayı tercih etmişlerdir. Onlar Hz. İsa’nın “bu mabet yıkılacak” (Matta, 24) söylemini referans alarak mabedi inşa etmemeyi tercih etmişlerdir.
İmparator Konstantin’in annesi Helena 326 yılında Kudüs’ü ziyaret etmiş, ilk defa Zeytin Dağı’nda bir kilise inşa ettirmiştir. 333’te Hz. İsa’nın defnedildiğine inandıkları yere (Golgota Tepesi) bir kilise inşa ettirmiştir. Hristiyanlığa göre Helena kutsal yerlere yapmış olduğu yatırım ve imar faaliyetlerinden, bir de gösterdiği birtakım kerametlerden dolayı azize olmuştur.
Hristiyanlık dönemi itibarıyla parlak bir devir yaşayan Kudüs, 614 yılında Sasani-Bizans savaşı sırasında Sasaniler’in eline geçer. Kudüs’teki Kıyam Kilisesi (Kutsal Kabir) tahrip edilir. Rum suresinin girişinde işaret edilen bu savaşın rövanşını bu surede ifade edildiği gibi Rumlar (Romalılar, Bizans) Heraklius döneminde Sasaniler’i yenilgiye uğratarak Kudüs’ü 629 yılında kurtarmışlardır.
Hz. Ömer Kudüs’te
Hz. Peygamberin (s.a.s.) irtihalinden 6 sene sonra, Kudüs İslam orduları tarafından Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın komutasında fethedilir. Kudüs patriği Sophronios şehri ancak halifeye teslim edebileceğini (çünkü kutsal şehir Kudüs, adaleti ile nam salmış İslam halifesine teslim edilmeli idi) söyler.
Bunun üzerine halife Hattaboğlu Ömer yola koyulur. Kudüs’e Cebel el-Mukebber (Kudüs’ü ilk defa bu dağdan gelirken görebildiği için, tekbirler getirmiştir. Bundan dolayı bu dağa tekbir getirilen dağ anlamında el-Mukebber denmiştir.) Dağı üzerinden, güney istikametinden yaklaşır. Kölesi ile sırayla deveye bindiklerinden Kudüs’e girerken devenin üzerinde kölesi vardır. Kölenin halife olduğunu zanneden patrik, köleye tazim edici sözler söyleyince, köle halife Ömer’i işaret eder. Patriğin sorusu üzerine Hz. Ömer, adaletin ikame edilmesi maksadıyla halife ile kölenin deveye sıra ile bindiklerini ve şu anda sıranın kendisinde (kölede) olduğunu ifade eder. Bunun üzerine patrik ağlamaya başlar. Hz. Ömer ağlamasının sebebini sorunca; patrik, böylesi bir adaleti temsil eden bir anlayışın Kudüs’e girmesi ile, Kudüs’ten bir daha çıkmayacağına, dolayısıyla ebediyen Kudüs’ü kaybettiklerine inandığını, bundan dolayı ağladığını söyler.
Evet, gerçekten İslam’ın adaleti bir daha Kudüs’ten çıkmamacasına adaletin en iyi temsilcilerinden İslam’ın ikinci halifesi Hz. Ömer tarafından tesis edildi. Patrik halife ile birlikte Kudüs şehrine girer ve Kutsal Mezar Kilisesine giderler. Patriğin halifeye kilisede namaz kılabilirsiniz önerisine Halife Ömer, çağlara rağmen güzelliğini yitirmeyen ve Müslümanların hoşgörüsüne numune-i imtisal olan o meşhur cevabı verir: “Burada namaz kılarsam, benden sonraki Müslümanlar halife Ömer burada namaz kılmıştır diye (yeryüzündeki en kutsal) kilisenizi camiye çevirirler.” Bu sözü söyledikten sonra kilisenin 30 metre ötesinde boş bir arazide namaz kılar. Nitekim Müslümanlar Eyyubiler döneminde oraya halife Ömer’in namaz kıldığı yer diye Ömer Mescidini inşa ederler.
Hz. Ömer’in şehre gelmesi ile şehir İslam’ın adalet gölgesinin altına girer. Ve farklı din mensuplarının huzurla girebildiği ve ibadet edebildiği bir şehir olur. İlk defa Hz. Ömer, Mescid-i Aksa’nın çevresini temizleterek burada ahşaptan iki kapılı namazgâh inşa ettirir. Ve sahabilerden Ubade Bin Samit’i buraya vali olarak bırakır. Ubade bin Samit’in kabri, Mescid-i Aksa’nın doğu sınır duvarının bitişiğinde Baburrahme mezarlığındadır.
İlk defa Emeviler, Mervan döneminde Mescid-i Aksa’nın çevresinde, güney kısmında kapalı mescit alanları inşa ederler. Yine Emeviler Abdülmelik bin Mervan döneminde 685 yılında sanatsal şaheser olan Kubbetüssahra’yı inşa ettirirler. Abdülmelik’ten sonra Süleyman, Süleyman’dan sonra Velit bin Abdülmelik döneminde 705 yılında Kıble Mescidi (Kubbetüssahra’nın güneyinde kurşun kaplı kubbeli mescit) inşa ettirilir.
Kudüs şehrinde Emeviler’den sonra Abbasi, İhşidi, Tolunoğulları, Selçuklu ve Fatımi dönemleri görülür. Bu dönemlerde Kudüs bir ilim merkezi konumundaydı. Fatımilerin hâkimiyetinde iken Temmuz 1099’da Haçlıların işgaline uğrar ve 88 yıl Haçlı işgali altında kalır.
İslam dünyasındaki dağınıklık ve tefrikalardan istifade ile Haçlılar, Kudüs’ü 88 yıl ellerinde tutmuşlardır. Nureddin Mahmut Zengi’nin başlattığı çalışmaları daha üst bir seviyeye çıkaran Selahaddin Eyyubi, 2 Ekim 1187 yılında Kudüs’ü kurtarmayı başarmış ve İslam dünyasının gönlüne taht kurmuştur.
Kudüs’ün kaybedilmesini hazmedemeyen Haçlılar, yeni haçlı seferleri düzenlese de Kudüs’ü tekrar ele geçirememişlerdir. Eyyubiler, Kudüs’ün muhtemel kaybı gibi bir durum olduğunda, haçlıların sığınamaması, korunamaması ve şehri tekrar geri alabilmek için Kudüs surlarını yıktırarak, her zaman için Kudüs uğruna savaşacağının açık mesajını vermişlerdir.
Eyyubilerden sonra Memluk dönemini gördüğümüz Kudüs’te, büyük imar faaliyetleri görülür. Bugünkü Mescid-i Aksa’nın batı duvarlarının orta ve kuzey tarafları, revaklar ve medreseler daha çok Memluklerin eserleridir. Sebil ve medreseler yapmış olan Memluklerin valilerinden Kayıtbay’ın kardeşi Kankabay, Mescid-i Aksa’nın doğu tarafı bitişiğinde bir odanın içinde yatmaktadır.
Kudüs’te Osmanlı Dönemi
1517 yılı itibarıyla Osmanlı hâkimiyeti başlar. Kudüs, Osmanlı hâkimiyetinde 400 yıllık parlak ve huzurlu bir devir yaşamıştır. Tarihî Kudüs’ün günümüz itibarıyla görüntüsünün büyük bir bölümü Osmanlı’nın eseridir. Osmanlı Devleti, Kudüs şehrinin imarına aşırı derecede ehemmiyet göstermiştir. Bölgede başta Mescid-i Aksa ve buraya 30 km mesafedeki el-Halil şehrine, Halilurrahman Mescidine, peygamberlerin kabir ve makamlarına, önemli zatlar için inşa edilmiş türbelere, mescitlere gereken tamiratlar aksatılmadan yapılmış, bakımları ihmal edilmemiştir.
Osmanlı Devleti buranın imarına verdiği önem neticesinde, bölgede su kanalları, sebiller, su tutma göletleri (barajlar), medreseler, sebiller, hamamlar, Hz. İbrahim’in şehri el-Halil’de başta olmak üzere aşevleri yapılmıştır. Günümüzde bile sağlam bir şekilde ayakta kalan Kudüs şehir surları Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilmiştir. Kanuni, Sultan I. Ahmet, Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamid dönemlerinde restorasyon bakım tamir ve çeşitli yatırımlarla ehemmiyet gösterilen Kudüs, müstesna bir yerde tutulmuştur.
Yahudiliğin en kutsal şehri Kudüs’e, Mescid-i Aksa’nın batı duvarına yaklaşarak ibadet etme hürriyeti Kanuni döneminde verilmiştir. Bu döneme kadar ancak Zeytin Dağı’ndan Mescid-i Aksa alanına bakarak ibadet edebilmekteydiler.
Hristiyanlar için yeryüzünün en kutsal kilisesi kabul edilen Kıyam Kilisesi Kudüs’te, ikinci kutsal kilisesi sayılan Kutsal Doğuş Kilisesi Kudüs’e 11 km mesafede Beytüllahim’de, üçüncü kutsal kilise olarak kabul edilen Müjde Kilisesi 55 km mesafede Nasıra’da bulunduğundan dünya Hristiyanlarının gözü çoğu zaman bu topraklarda olmuştur. Osmanlının izlediği adaletli ve dengeli politikalardan dolayı yerli ve ziyaretçi Hristiyanlar, Kudüs ve çevresindeki kutsallar konusunda huzur dolu bir dönem yaşamışlardır.
Ancak 1799 yılında Napolyon’un doğuyu işgal etme operasyonu sırasında, Yahudilere Osmanlı toprakları üzerinde kendilerine yer tahsis edilmesi görüşmeleri yapılmıştır.
Yahudilerin Osmanlı topraklarına göç etmeye başladığı 19. yüzyılın başları itibarıyla, özellikle Filistin topraklarında yüksek paralarla toprak alımı ve nüfusun bölgede yoğunlaşması üzerine Osmanlı Devleti ek tedbirler almaya başlamıştır. Osmanlı vatandaşı olmayan Yahudilerin toprak satın alması işleminin yasaklandığı 15 Mart 1883’te kanun çıkarılmış, Kudüs mutasarrıflığı direk saraya bağlanmıştır.
İlk Yahudi göçü 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde başlamış, ilk yerleşim yeri ise 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde kurulmuştur. Yerel yetkililer bu konu ile ilgili hazırladıkları rapor ile İstanbul’u uyarmış ve buna karşılık payitahttan tedbirler alınmaya başlanmıştır.
Ancak Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşı sebebi ile kaybettiği topraklardan olan güney topraklarımızın içinde Filistin de bulunuyordu.
I. Dünya Savaşı’nda güney cephesi itibarıyla, Cemal Paşa önderliğinde (4. Ordu) Süveyş Kanalı’na harekât düzenlenmiş ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Savunmaya geçen Osmanlı birlikleri, İngilizlerin saldırılarını (I. ve II. Gazze Muharebelerini) başarıyla püskürtür. Birussebi yolu üzerinden yapılan saldırı üzerine Osmanlı birlikleri Samuel Peygamber tepesine doğru çekilir. Osmanlı birlikleri 5 Aralık 1917 günü buradan da geriye Zeytin Dağı Ebudis hattına çekilir. 9 Aralık 1917 günü Kudüs bir ahitname ile teslim edilerek işgal birliklerinin şehre yerleşecekleri ana kadar (yağma olmaması maksadıyla) Kudüs’te artcıl bir bölük bırakılır.
16 Aralık 1917’de Kudüs’ü almak üzere bir harekât düzenlense de başarı elde edilememiştir.
Filistin halkı nezdinde, II. Abdülhamid’in buralarla ilgili hassasiyeti ve Osmanlı Devletinin ödediği bedelden olsa gerek Türklere aşırı muhabbet ve yakınlık gösterilmektedir.
Bugün hâlâ Kudüs 9 Aralık 1917’den beri özlediği, hasret kaldığı ve ancak İslam’ın vahdeti ve egemenliği ile kavuşabileceği huzur ve adaleti beklemektedir.