Makale

Mescid-i Aksa’nın Ebu Hüreyresi

Mescid-i Aksa’nın Ebu Hüreyresi

Emine Uçak Erdoğan

Ebu Eymen 1971 yılında başlamış Mescid-i Aksa’nın avlusunda kedi beslemeye. Aslında sadece kediler değil Aksa’nın sığırcıkları, güvercinleri de onun yolunu gözlüyor.

Mescid-i Aksa’nın ilk murabıtlarından Ebu Eymen. Mescid-i Aksa’yı korumaya çalışanlardan yani. Özellikle Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa çevresinde ev almaya ve yerleşmeye başlamalarından beri bu nöbet daha sıkı tutuluyor.

70 yaşındaki Ebu Eymen; Mescid-i Aksa’nın, zeytin ağaçlarının gölgesinde namaza duranları, minberlerinde Kur’an okuyanları, sığırcıkları, güvercinleri, kedileri ve avlusunda koşuşturan çocukları, kapısında İsrail polisinin olmadığı kadim zamanlardaki hâliyle yeni nesillere ulaşmasını istiyor. Onu her gün sabahın ilk ışıklarıyla birlikte heybesinde salam, şeker ve hediyelerle eski Kudüs’ün sokaklarından yürüyerek Aksa’ya götüren yolculuğun amacı bu…
Sabahın ilk saatlerinde Şam kapısından eski Kudüs’e giriş yapıyor Ebu Eymen, nam-ı diğer Mescid-i Aksa’nın Ebu Hüreyresi. Şam kapısı, Kudüs’ü çevreleyen surların içindeki en görkemli kapıdır aynı zamanda. Kanuni tarafından 1542 yılında yapılmış, önündeki cadde hâlen onun adıyla anılıyor.
Ebu Eymen beyaz entarisi, mütebbessim çehresiyle eski şehrin sokaklarını, çarşılarını yavaş yavaş adımlarken karşılaştığı kadın erkek, büyük küçük herkese selam veriyor, hâl hatır soruyor. Heybesinden şeker, çikolata ikram ediyor, latifeler yapıyor. Her sabah gerçekleştirdiği bu yolculuk; onun için Kudüslü Müslümanlar arasında kurmaya çalıştığı gönül köprüsünün bir tezahürü. Kudüs’ün kokularının, renklerinin karıştığı bu yolculuk Mescid-i Aksa’da nihayetleniyor. Avluya adım attığı anda her köşeden irili ufaklı kediler toplanıyor etrafına. O günkü kısmetlerinin geldiğini biliyorlar.
Ebu Eymen 1971 yılında başlamış Mescid-i Aksa’nın avlusunda kedi beslemeye. Aslında sadece kediler değil Aksa’nın sığırcıkları, güvercinleri de onun yolunu gözlüyor. Onun heybesinde hepsine yetecek kadar yiyecek var çünkü. İlk başladığı günlerde avluda bir kedi varmış, şimdi 50’yi bulmuş sayıları. Allah’ın bir lütfu olarak görüyor bunu Ebu Eymen ve sıkça şükrediyor “böyle bir aracılık’ fırsatı bulduğu için.
Mescid-i Aksa’nın ilk murabıtlarından Ebu Eymen. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’yı korumaya çalışanlardan yani. Özellikle Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa çevresinde ev almaya ve yerleşmeye başlamalarından beri bu nöbet daha sıkı tutuluyor. Ebu Eymen gibi birçok kadın ve erkek Filistinli var bu göreve talip olan. İsrail polisi, askeri onları Mescid-i Aksa’nın avlusundan uzaklaştırmak için elinden geleni yapsa da bunu başaramıyor. Biri yasaklansa öteki gidiyor, kapılarında nöbet tutuyor. Ebu Eymen Mescid-i Aksa’ya girmesi yasaklandığında kedilerin, kuşların yiyeceklerini içerdeki arkadaşlarına teslim ediyor, bu önemli görevi onlara havale ediyor.
Murabıtların kendilerine yönelen saldırılara karşı tek savunmaları ise dillerindeki “Allahüekber” nidaları. Bu aynı zamanda Mescid-i Aksa’nın hâlen Müslümanlara ait olduğunu yüksek sesle haykırmak demek onlar için. Kadın murabıtlarından Latif Ekber şöyle anlatıyor onları her gün o avluya götüren kararlılığı: “Eski şehirde yaşıyorum. Eskiden sadece akşamları namaz için gelirdim. Fakat Yahudi yerleşimcilerin her gün buraya geldiklerini ve burada bulunma azimlerini görünce buraya gelmem gerektiğini anladım. Her gün “Biz buradan ayrılmayacağız” mesajı vermek için geliyorum. Çünkü burası bizim ve başka bir yere gitmeyeceğiz.” Yine murabıtlardan Ayide Saydavi’nin şu sözleri Mescid-i Aksa’nın onlar için ne anlama geldiğini çok iyi anlatıyor: “Evimin yıkılmasını ve malımın elimden alınmasını umursamam. Fakat Mescid-i Aksa kırmızı çizgimizdir. Eğer Aksa’yı işgal ederlerse Kudüs’te hiçbir şey yolunda gitmez.”
Nazan Bekiroğlu’nun Kudüs Kapısı başlıklı yazısındaki şu cümlelerini hatırlatıyor bana Saydavi’nin bu sözleri: “Kudüs’e girmek her şeyin olduğu yere girmek demekti. Aynı gök karesinin altında aynı toprak haritasının üzerinde zamanı dikey, mekânı yatay bölmekti. Ey şehir! Bir gurup ışığında yüzerken çıktın karşıma. Her şey sarı. Zeytin ağaçları. Altın sarısı. Seni görünce anladım güzelliğin bela çağırdığını. Sağın çığlık solun feryat. Ey şehir, sen de her şehir kadar ateş almışsın… Sana geldim ey şehir. Dertleşmeye. Desem ki, derdimi anlatmak için kendimi sana getirdim. Oysa bilirim, sen benden daha dertlisin. Olsun varsın. Büyük dağların büyüktür karı. Senin çaren bende yok ama benim dermanım sensin.”
70 yaşındaki Ebu Eymen’i Mescid-i Aksa’nın Ebu Hüreyresi olmaya götüren de Saydavi’yi Aksa kapısında nefer eden de aynı bilgi ve ‘Mescid-i Aksa elden giderse geride bir şey kalmayacağı’ hissiyatı… Aksa’nın sığırcıklarıyla, güvercinleriyle, kedileriyle, avlusunda koşuşturan çocuklarıyla, zeytin ağaçlarının gölgesinde namaza duranları, minberlerinde Kur’an okuyanlarıyla, kapısında İsrail polisinin olmadığı kadim zamanlardaki hâliyle yeni nesillere ulaşmasını istiyor. “Mescid-i Aksa’da olduğumuz ve o bizde olduğu sürece güvendeyiz” diye anlatıyor Ebu Eymen.
Mekânla aralarında bağ kurulması için Mescid-i Aksa’ya gelen çocuklarla sohbet ediyor, şakalaşıyor, oyunlar oynuyor, şeker ve hediyeler dağıtıyor. Peygamber Efendimize salavat okumalarını istiyor. Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’ün önemini anlatıyor. Onlara en güzel hediyenin aslında Mescid-i Aksa olduğunu anlatmaya çalışıyor. Çünkü onlar kendi deyimiyle; ‘geleceğin adamları ve Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturacaklar’. Bir gün yolunuz Mescid-i Aksa’ya düşerse avlulara, zeytin ağaçlarının altına iyi bakın; peşindeki kedileri heybesindeki şekerleri, yüzünde gülümsemesi, dilinde selamıyla Ebu Eymen’i görüp heybesinden bir ikramla nasiplenmeyi unutmayın.