Makale

Osmanlının Kudüs’te Bıraktığı İzler

Osmanlının Kudüs’te Bıraktığı İzler

Dr. Erdal KILIÇ

Kutsal Mescidi Aksa’yı ve Kubbetu’s-sahra’yı Osmanlılar onarmış ve çevresine sağlam bir kale yapmışlardır. Bunun yanı sıra oranın etrafındaki medreseleri, zaviyeleri, tekkeleri, çarşıları ve hanları da tamir etmişlerdir.

Her karış toprağında Osmanlı izi taşıyan Kudüs’te tüm insanlığın adalet numunesi olan Osmanlı fotoğrafını görmek mümkündür.

Kutsal sorumluluk
Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazade’nin kayıtlarında henüz Osmanlı egemenliğinde değilken dahi Haremeyn ile Kudüs ve Halilürrahman’a II. Murat’ın her yıl 3500 filoriyi (Cenova altını) yardım ve hizmetlerin karşılanması için gönderdiği haberi yer almaktadır.
Bir bölgeyi fetheden Osmanlının bölgede asayiş ve huzuru sağladıktan sonra ilk hedefi bölgenin kalkındırılması çalışmaları olmuştur. Bu meyanda 1517’de Hicaz’ın ardından Kudüs ve çevresinin Osmanlı idaresine girmesiyle siyasal ve sosyal anlamda başlayan Osmanlı hâkimiyeti Kudüs’ün asayişinin sağlanması ve kalkınması ciddi manada etkisini göstermiştir. Bu bağlamda Kudüs’e yönelik ihsan ve iyilikleri bakımından Osmanlılar kendilerinden önceki Abbasi, Eyyubi ve Memlüklü İslam devletlerini dahi geride bırakmışlardır.
Günümüzde en güzelleri Yafa ve Gazze belediye binaları olarak kullanılan ve Filistin’in genelinde hâlen ayakta duran camilerin ve belediye binalarının çoğu Osmanlılar tarafından inşa edilmişlerdir. Hatta Akka bölgesindeki su kanalları, su yolları, hanları, köprüleri, zaviyeleri ve benzeri eserleri görmezlikten gelmek imkânsızdır.
Osmanlılar bütün Filistin şehirlerindeki ve özellikle el-Halil kentindeki kutsal yerlere ayrı bir önem vermişlerdir. Türklerin Kudüs olarak adlandırdıkları Beytü’l-Makdis’in ise ayrı bir yeri olmuş ve gösterilen özenden en büyük payı burası almıştır. Kutsal Mescid-i Aksa’yı ve Kubbetüssahra’yı Osmanlılar onarmış ve çevresine sağlam bir kale yapmışlardır. Bunun yanı sıra oranın etrafındaki medreseleri, zaviyeleri, tekkeleri, çarşıları ve hanları da tamir etmişlerdir.
Kudüs’e yönelik her türlü hizmetinde öncelikli niyeti, İslam dininin mukaddes kabul edilen topraklarını her türlü tehlikeye karşı korumak, Kudüs halkının huzur ve güven içinde yaşamasını temin edip onlara ihsanlarda bulunarak Allah’ın rızasını kazanmak olan Osmanlılar bu topraklardaki hâkimiyeti boyunca ırk, dil ve din ayrımı gözetmeksizin adaletli bir yönetim izlemişlerdir.
Kanuni’nin 40 milyon akçelik yatırımı, Sultan IV. Murat’ın şehrin güvenliği için yaptırmış olduğu kale ve bu kalenin içinde mescit ve askerî bir kışla bulundurması, Sultan Abdülmecid’in 20 bin altın, Sultan Abdülaziz’in 30 bin akçe yatırımları ve bilhassa Osmanlı’nın son dönemlerinde yapılan Hicaz demiryolu hattı ve buna bağlı olarak gerek Filistin’in iç bölgelerinde gerekse kıyı kesimlerinde kurulan zarif istasyonları ile Kudüs bugün hâlâ Osmanlı’nın adalet ve hoşgörüsüne muhtaç bir pozisyonda sabırla beklemektedir. Zira Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu (1918 yılı içinde) Filistin’i çok sayıda eserini de bu mübarek beldede bırakmak suretiyle terk etmek mecburiyetinde kalmıştır.
Kudüs’teki Osmanlı
Mescid-i Aksa’nın kubbesi: Tarih boyunca bölgeye hâkim olan Müslümanlar tarafından saygı gören, bakımı ve tamiri yapılan Kubbetüssahra Kanuni Sultan Süleyman tarafından köklü bir şekilde tamir ettirilmiş ve binanın dış cephesi çinilerle kaplatılmıştır.
Mescid-i Aksa’nın İmar Heyet Ofisi: 1700’de inşa edilen ve önemli bir Osmanlı eseri olan bu küçük odayı günümüzde Mescid-i Aksa’nın İmar Heyeti, muhasebe ofisi olarak kullanmaktadır.
Tercüme Odası: Kubbetüssahra avlusunun kuzey doğu yönünde yer alan oda tercüme ofisi olarak kullanılmakta olup, burada paragraf tercümeleri ve ziyaretçiler için bilgilendirme kitapları tercüme edilmektedir.
Öğretmenlerin Odası: Osmanlı yapımı olup Kubbetüssahra avlusunun doğu taraflarında yer alan bu oda ibadet ve inziva için ayrılmış olup, günümüzde ise Mescid-i Aksa’nın fıkıh hocaları tarafından kullanılmaktadır.
Müezzinler Odası: Osmanlı binası olan bu oda Kubbetüssahra avlusunun batı tarafında kuzey ve güney kemerlerine yakındır. Günümüzde Mescid-i Aksa’nın ezan seslerinin yükseldiği bir yerdir.
Sedne Odası: Kubbetüssahra’nın avlusunun batı tarafında olup, ortada bulunan kuzey kemeri civarlarındadır. Osmanlı binasıdır. Bugün Mescid-i Aksa’nın şeflerinin odası olarak değerlendirilmektedir.
İtfaiye Merkezi: Kubbetüssah-ra’nın kuzeyinde olup kuzey ve batı kemerleri arasında bulunan geniş bir binadır. Osmanlı döneminde yapılmıştır ve şu an Mescid-i Aksa’nın itfaiye merkezi olarak kullanılmaktadır.
Mescid-i Aksa Güvenlik Müdürünün odası: Kubbetüssahra’nın kuzeyinde yer alan bir Osmanlı binasıdır. Daha önce halvet (inziva) odası olarak kullanılan bu oda günümüzde Mescid-i Aksa’nın güvenlik müdürünün ofisi olarak kullanılmaktadır.
Kayd Bayd Çeşmesi: Bu çeşme de Mescid-i Aksa’da bulunan bir Osmanlı eseridir. Çeşmenin üzerine nakışlarla kubbeyi inşa edenin adı ve yapılış tarihi yazılmıştır. Filistin’de böyle güzellikte bir çeşme daha yoktur.
Şalan Çeşmesi Mescidi: Günümüzde mihrapsız bir şekilde güvenlik odası olarak kullanılan bu mescit 1651’de Sultan IV. Mehmet tarafından inşa edilmiştir.
Bederi Çeşmesi: Bu çeşme Kudüs kaymakamı Mustafa Ağa gözetiminde Osmanlı Sultanı I. Mahmut tarafından yapılmıştır.
Asardiye Medresesinin namaz-gâhı: Bu namazgâh, Asardiye Medresesi’nin güneydoğu tarafındadır. Osmanlıların son zamanlarında inşa edilmiştir.
Peygamber Âşıkları kubbesi: Bu kubbe 1808’de Osmanlı padişahlarından Sultan II. Mahmut Dönemi’nde yapılmıştır.
Osmanlı Medresesi: Osmanlı Medresesi, Eşrefiye Medresesi’nin ve Mathara Kapısı’nın arasında yer almakta olup iki kattan oluşmaktadır. Daha sonra medreseyi ele geçiren pencerelerini taşlarla örmüşlerdir. O pencereler Mescid-i Aksa’nın avlusuna bakan tarafta yer almaktadırlar.
Osmanlılar’ın bıraktığı eserlerin tümünü burada ifade etmek elbette mümkün değildir. Bunun yanında sadece Kudüs Suru içinde ve 1 kilometrelik bir alan üzerinde bulunanları ise şu şekilde sıralayabiliriz:
Kudüs tarihçisi Muciruddin el-Hanbeli Türbesi (1520), el-Ervâh (Ruhlar) Kubbesi, Hızır Kubbesi, Kırmızı Minare, Sultan Hamamı (Günümüzde Süryaniler Kilisesi’nin bir bölümünü oluşturmaktadır), Davud Peygamber Türbesi (Davud Peygamber kapısının 150 m. güneyindedir) (1523), Mahkeme Kapısı Sebili (Çeşmesi) (Kasım Paşa Sebili) (1526), Kudüs Kalesi Minaresi (1531) (1655 yılında onarımı yapılmıştır), Sultan Bereketi Sebili (1536), Vâd Yolu Sebili (1536), Silsile Kapısı Sebili (1536), el-Atem Kapısı Sebili (1536), Süleyman Sebili Kıraathanesi (1536), Nâzır Kapısı Sebili (1536).
Ayrıca Osmanlıların 1530-1537 tarihleri arasında yapmış oldukları surlar, kapılar ve burçlar ise şu şekilde sıralanabilir:
el-Amud Kapısı (Dımeşk Kapısı) (Yeniden inşa edildiği tarih: 1537), Sâhire Kapısı (1537), Laklak Burcu (1538), Siti Meryem Kapısı (1538), El-Halil Kapısı (Yafa kapısı) (1538), Peygamber Davud (a.s.) Kapısı (1538), Kibrit Burcu (1540), Mağripliler Kapısı (Zebel Kapısı) (1540), Bayram Çavuş Kulesi (1540), Bayram Çavuş Medresesi (1540), Haseki Sultan (1551), Mevleviye Camisi (1586), Muhammed Ağa Halvethânesi (1587), Nakşibendiler (Özbekiler) Zaviyesi (1616), Afganiler Zaviyesi (1630), Ali Paşa Mihrabı (1637), Yusuf Ağa Kubbesi (1681), Çorbacı Sebili Camisi (1685), Peygamber Mescidi (Hızır Namazgâhı, diğer adıyla Bahbah Kubbesi) (1700), Şeyh Bedir Sebili (1740), et-Tin (toprak) Kıraathanesi (1734), İzz Evi, (1790), Sultan Mahmud Eyvanı (1808), Esbât Kapısı (Harem) (1808), Veliyyullah Ebu Medyen Zaviyesi (Mağripliler zaviyesi) (1852).
İnşa ediliş tarihleri bilinmeyen Osmanlı eserleri ise şu şekilde sıralanabilir:
Disi Camisi, Ömer-i Safir Camisi, Musap Camisi, Han Sultan Camisi, Ebu Bekir Sıddık Camisi, Osman bin Affan Camisi, Suveyka Allun Camisi, Burak Camisi, Şeyh Reyhan Camisi, Şeyh Mekki Türbesi, Şeyh Hasan Türbesi, Hz. Süleyman’ın (a.s.) Makamı ve Camisi, el-Halil Kapısı Kabirleri, Attarlar Çarşısı Sebili, Zeytinyağı Hânı Sebili, Dercu’l-Vâd Sebili, Dercu Hitta Sebili, Dâri Şeref ve bunlara ilaveten çok sayıda köprü ve çarşı yapımı…
Sonuç
Her karış toprağında Osmanlı izi taşıyan Kudüs’te tüm insanlığın adalet numunesi olan Osmanlı fotoğrafını görmek mümkündür.
Okurken dahi hayranlık ve minnet duygularımızı kabartan tüm bu eserler ancak ve ancak kutsal bir sorumluluk ve ilahî bir aşkın neticesi olarak vücut bulmuşlardır. Ecdadımız, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” düsturuyla iş ve eser üretmişler ve bırakmış oldukları eserleriyle hâlâ dimdik ayakta durmayı başarmışlardır.
Yapıtları ile tüm insanlığın saadet ve huzurunu hedefleyen Osmanlının, bugün insanlığın ortak kültür mirasına katkısı tüm dünya tarafından kabul edilmektedir.
Sayısız cami, çeşme ve külliyesiyle her karış toprağında inşa etmiş olduğu eserlerini insanlığa miras olarak bırakan Osmanlı izleri, maalesef bugün bir yok oluş tehdidi ve tehlikesi ile de karşı karşıya bırakılmaktadırlar.
Tüm bu eserler elbette ki insanlık için, ümmet için birer övünç kaynağıdır. Ancak insanlığa ve ümmete düşen görev; övünmek mi, yoksa sahip çıkmak mı?