Makale

Peygaberimizi Anlamak ve Yaşamak

Peygamberimizi Anlamak ve Yaşamak

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) henüz dünyaya gelmeden önce, insanlık değer ölçülerini yitirmiş, yollarını şaşırmıştı. Küfür ve şirk gönülleri karartmış, haksızlık ha- yatın bütün alanlarını kuşatmıştı. Sosyal dengeler bozulmuş, ahlâkî değerler yozlaştırılmıştı. Akrabalık bağları koparılıyor, komşuluk hukuku ihlâl ediliyordu. Kadınlara ve kız çocuklarına insanî muamele yapılmıyor, zalimler mazlumları eziyor, emeğin hakkı verilmiyordu. Kısaca dünyada insanlığın en çok muhtaç olduğu huzur, can, mal, namus ve nesil güvenliği kalmamıştı. İşte Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), zulüm ve karanlığın böylesine yoğun olduğu bir dönemde Rebiu’l-evvel ayının 12’nci günü Pazartesi gecesi dünyayı şereflendirdi. Bu gecenin sabahı gerçekten de nurlu bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş, aydınlık bir devir açılmıştı. Bir fazilet güneşi ve hidâyet meş’alesi olan Sevgili Peygamberimizin gönderilişi ile Yüce Allah’ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisi daha tecelli etmişti. (Bk. Âl-i İmrân, 164) Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, "âlemlere rahmet olarak gönderilen” (Enbiyâ, 107) bu yüce peygamber; sapıklık, putperestlik ve hurafelerle kararan gönülleri, Kur’an’ın nu- ruyla aydınlatıyor; insanlığı yalnızca, Allah’a kulluk etmeye çağırıyordu. Bu çağrıya kulak verenlere sözün doğrusunu söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akrabalık bağlarını ko- rumayı, komşularla iyi geçinmeyi ve kan dökmekten sakınmayı öğütlüyordu. Zina yapmaktan, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, haksız kazanç sağlamaktan, namuslu insanlara iftira etmekten uzak durmayı emrediyor; insanları namaz kılmaya, oruç tutmaya, zekât vermeye, iyilik yapmaya, bireysel ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyordu. Böylece o, yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı boyunca şirkin yerine tevhidi, zulmün yerine adaleti, düşmanlık ve ayrılığın yerine kardeşlik ve dayanışmayı getiriyor, toplumda sosyal barışı hâkim kılıyordu. Doğruluk, güvenilirlik, adalet, hoşgörü, nezaket, ve cömertlik gibi üstün ahlâkî davranışlarıyla insanlara bizzat örnek oluyordu. Buna karşılık; kan davası, gasp, soygun, şiddet, intikam, kin beslemek, içki, kumar, hırsızlık, haksız kazanç sağlamak, yetim malı yemek, yalan söylemek, gıybet etmek, çekememezlik ve koğuculuk gibi fert ve toplumun huzurunu bozan davranışlarla mücadele ediyor, karanlık bir cahiliye dönemini kapatarak, yerine barış ve huzurun hakim olduğu yepyeni aydınlık bir çağı getiriyordu.

O halde Sevgili Peygamberimizin doğumunu anmaktan asıl maksat; evrensel olan risâletini, yüksek ahlâkını, fazîletini, adalet ve doğruluğunu hatırlamak ve bunları hayatımızda uygulamaya gayret etmektir. Çünkü Yüce Allah’ın sevgisine, hoşnutluğuna ve bağışlamasına ermenin yolu, Hz. Peygamber’e uymak ve onun Kur’an ahlâkı olan ah- lâkıyla ahlâklanmakltır. Bu ko- nuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: "(Ey Muhammed!) De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âl-i İmran, 31)

Bu bakımdan Mevlit Kandili denilince, Hz. Peygamberi anmak, onun getirdiği ilâhi mesajı anlayıp örnek edinmek ve hayatımıza ışık tutan bir meşale yapabilmek çabası akla gelmelidir. Diğer bir ifadeyle Mevlit Kandilini vesile ederek Hz. Peygamberin, insanlığın huzur ve mutluluğu için yaptığı çağrıyı güncelleştirerek hayatımıza yansıtmalı, onun ahlâkını ve çizgisini davranışlarımızın mihveri ve rehberi haline getirmeliyiz. Unutulmamalıdır ki, Peygamber efendimiz bizler için Kur’anın âdeta yaşayan bir örneğidir. Kur’an bizleri onu örnek almaya çağırır. Onun hayatında ve öğütlerinde bireysel ve toplumsal hayatımızı aydınlatacak güçlü bir ışık ve en güzel örnekler vardır. (Bk. Ahzab, 21)

Günümüz insanının da onun örnekliğine, manevî önderliğine, onu tanımanın, onu sevmenin sağlayacağı güven ortamına o kadar ihtiyacı var ki... Bizler ona çok şey borçluyuz… İnsanlık gerçek medeniyeti onunla tanıdı. O bize Yüce yaratanımız Allah’ın varlık ve birliğini ve öteler ötesine seyahatimizi öğretti. O bize insanı insan yapan değerleri yaşayarak gösterdi, kendimizi bilmenin, bulmanın sevincini tattırdı. Ona bakan Kur’an’ı, Kur’an’a bakan onu gördü. Çünkü Onun ahlâkı Kur’an idi. İnsanlığın başına gelen her türlü şiddet ve felâketin ardında, onun rahmet ikliminden uzaklaşma, onun sevgi ve merhamet esintilerini gönüllere taşıyamama vardır. Bizler; iyiyi kötüden ayırt etmeyi, birbirimizi sevmeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, ahlâkın güzelliklerini, dürüstlüğü, doğruluğu, erdemli bir davranışı, hoşgörünün en mükemmelini, insana saygı- nın en yücesini, şefkat ve merhametin sınır tanımayan boyutunu, adaletin en güzel tatbikatını, her şeyin en iyisini ve en güzelini, o Rahmet Peygamberinin tebliğ, tavsiye ve uygulamalarından öğrendik. Hayatımızı anlamlı kılan değerlerimizi, dünya ve ahiret dengesini, insan onuruna uyan yaşama sanatını bizlere hep o göstererek öğretti.

Bu bakımdan Hz. Muham- med’in yeryüzünü şereflendirmesi; topyekûn insanlığın ve bütün mahlukatın da âdeta yeniden doğumu ve dirilişi demektir. O halde bizler de Sevgili Peygamberimiz gibi; ailemiz, çocuklarımız, komşularımız, akrabalarımız, kısaca tüm mahlukat için rahmet vesilesi olmalıyız. Elimizle, dilimizle, iş ve icraatlarımızla çevremize faydalı olup, güven, huzur ve mutluluk vermeliyiz. Ve kendimize sormalıyız: Yaptığımız işlerde, konuştuğuz sözlerde Peygagamberimiz işlerimizi ya da söylediğimiz sözlerimizi ne şekilde yapmamızı ya da konuşmamızı isterdi, ya da bu tür söz ve davra- nışlarımızı onaylar mıydı?

Ailede eşler olarak birbirimize ya da çocuklarımıza davranışlarımız nasıl? Allah ve Rasulünün tanımladığı şekilde bir aile yapısı oluşturabildik mi? Akrabalarımızla ilşkilerimizi sürdürüyor, onlara karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz? Kazancımızda haram ve helâl ölçülerine riayet ediyor, kul ve kamu hakkı konusunda gerekli duyarlılığı gösteriyor, toplumda sosyal barışın sağlanması için üzerimize düşeni yapıyor, yetim, öksüz ve fakirlere karşı imkânlarımız ölçüsünce yardım elimizi uzatıyor, çevremize karşı bir müslümanın sergilemesi gereken örnek davranışları sergiliyor, elimizden, dilimizden, iş ve icraatlarımızdan insanlara güven, huzur ve emni- yet verebiliyor muyuz?

Rasülullah (s.a.s.): “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhârî, Nikâh, 80, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74-75) buyurmuşlardır. Acaba bizler de komşumlarımıza iyi davranıyor, onların hukukunu koruyor muyuz? Konuştuğumuz zaman güzel ve hayırlı söz söylüyor muyuz?

Şüphesiz bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz. İşte bunlara olumlu cevap verebildiğimiz oranda sevgili Peygamberimizi anlamış, ona lâyık birer ümmet olmuş ve böylece Yüce Allah’ın sevgisini kazanmış olacağız.

Mevlit kandilinin hayatımızda böyle bir muhasebeye vesile olmasını diliyor, değerli okuyucularımızın ve bütün Müslüman kardeşlerimizin Mevlit Kandillerini tebrik ediyorum.