Söyleşi
Dr. Esma GÜNER
TDV Genel Müdürü
İZANİ TURAN:
“Kötülük çıkmaz sokaktır. İyilik için ne kadar engel, barikat varsa onları yıkarak, ‘hiç kimsenin olmadığı yerde ben varım’ anlayışı ile elimizden geldiğince iyiliği yeryüzüne hâkim kılmanın mücadelesi içerisinde olmalıyız…”
İyilik nedir? Ramazan ayı ile birlikte iyiliklerin artması arasında nasıl bir ilişki vardır?
Ramazan-ı şerif, milletimiz, vatanımız, devletimiz, âlem-i İslam için hayırlara vesile olsun. Ramazan-ı şerifin kendisi mahza hayırdır, iyiliktir. Oruç bir ibadettir ama bütün ibadetlerde bir maslahat da vardır. Dolayısıyla oruç ibadetinin de bizim bildiğimiz bilmediğimiz birçok maslahatının olduğu muhakkaktır. Oruçta hem bizim iyiliğimiz hem hanemizin, ailemizin iyiliği hem de toplumu ilgilendiren iyilikler var. Bu zaviyeden baktığımız zaman meselenin künhünü de böylece tespit etmiş oluruz. Bizim için iyiliktir çünkü bir sene boyunca çevremizden bigâne oluşumuzdan, bir gaflet uykusundan uyanmaya vesiledir ramazan-ı şerif. Ramazanda, “Ey insan! Şöyle bir kalk da bak! Sen bir ay boyunca bir süreliğine aç kalacaksın ama bu açlığı, susuzluğu dünyada sürekli yaşayan milyonlar var.”ın mesajı vardır. Ramazan aynı zamanda global manada da bir iyiliğin adıdır. Diğerkâmlığın adıdır. Bigâneliği terkin, diğerkâmlığa hicretin zamanıdır ramazan-ı şerif. Dolayısıyla biz sadece kendimiz bu hâletiruhiye içerisinde yaşamayız. Bu hâletiruhiye içerisinde İslam ümmetiyle bir oluruz ve kendi nefsimizden büyük bir aileyi oluştururuz; ümmet ailesini. Sadece kendi derdimizle dertlenerek değil, başkalarının dertleriyle de dertlenerek buna ulaşırız.
İmsak vaktinden iftar anına kadarki zaman, bizim orada tabiri caizse bir esaretimiz var. Rabbimizin emri gereğince bu zaman dilimi aynı zamanda bizim için son derece önemli, eğitici bir mekteptir. Bu saatler, bizi düşündüren, tefekküre davet eden, kendimizden başkalarının varlığıyla da ilgilendiren bir güzellik saatidir. Dolayısıyla bu zaman diliminde, her şeyden mahrumiyet yaşadığımız zaman diliminde, şeytanların da zincire vurulduğu bir anda aklımız fikrimiz iyiliklerle meşgul olur. Açlar, susuzlar, yetimler, garipler, ümmetin mazlumları, mağdurları için ne yapabiliriz diye daha fazla kafa yorarız. Bundan dolayı da merhamet ikliminin tam içine dalmış oluruz. Merhamet damarlarımız çok genişler. Diğer zamanlarda hiç fark etmediğimiz komşumuzu fark ederiz. Diğer zamanlarda hiç görmediğimiz yetimi görürüz. Diğer zamanlarda aklımıza gelmeyen sadakalar, hayırlar, zekâtlar gibi vecibeler akla gelir. Bütün bunlarla ramazan, sadece kendimiz için değil insanlık için yaşamamız gerektiğinin mesajını da bize verir ve böylece biz takva elbisesini giyinerek iyilik hareketinin bir yolcusu oluruz.
Kötülüğün yayılmasına, fesadın çoğalmasına engel olmak için alınan her türlü tedbir hareketi, iyilik kapsamındadır. Hırs ve tamahla beslenen kötülüğe dur demek, Müslüman olmanın gereğidir. Bu bağlamda dünyada mazlum coğrafyalardaki savaşlar ve maruz kalınan zulümleri nasıl değerlendirirsiniz? Müslümanların buna yönelik tavırları nasıl olmalıdır?
İyiliği önceleme, iyiliğin yaygınlaşması noktasında bize yol haritası vermesi açısından Resulullah’ın (s.a.s.) şu hadisini zikretmeliyiz: “Bir kötülük gören kişi, eli ile değiştirmeye gücü yetiyorsa onu eli ile değiştirsin. Buna gücü yetmez ise dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbi ile (o kötülüğe) tavır koysun, (buğz etsin). Ve bu da imanın asgari gereğidir.” (Ebu Davud, Salat, 250.) Üstat Necip Fazıl’ın güzel bir sözü var, gençliğimizde çok söylerdik. “Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak…” diye başlayan o haykırışı… Evet, kötülük çıkmaz sokaktır. İyilik için ne kadar engel, barikat varsa onları yıkarak, ‘hiç kimsenin olmadığı yerde ben varım’ anlayışı ile elimizden geldiğince iyiliği yeryüzüne hâkim kılmanın mücadelesi içerisinde olmalıyız… Benim elimden ne gelir dememeli. Her insanın yapacağı mutlaka ama mutlaka bir iyiliği vardır. Yani Cenab-ı Hak insanı yaratırken aciz yaratmış ama birçok hususta ona çok önemli iradeler, kabiliyetler vermiş. İnsanoğlunun yaratılış fıtratı da temizdir, nezihtir. Dolayısıyla insan fıtratına dönüp onunla baş başa kaldığında işte o iyilik hissiyatı ona rehberlik edecek, yol gösterecektir. Bizim için iki seçenek var bu hususta: Ya kalb-i selimi dinleyerek, ona tabi olarak hakkı, hakikati ortaya çıkarmak ve iyiliğin hâkim olması için çaba sarf etmek veyahut da nefsimizin, bir diğer ifadeyle şeytanın esiri olarak kötülüğün sözcüsü, esiri olmaktır. Cenab-ı Hak, “İyilikte yarışın…” buyuruyor. (Bakara, 2/148.) “Ve libâsü’t-takva” (Araf, 7/26.) ayet-i kerimesini düşünelim, takva elbisesinin daha hayırlı olmasının anlamı şudur: Kötülüklere kırmızı ışık yakan, iyiliklere de yeşil ışık yakan bir elbise üzerinizde olsun. İyiliğin sözcüsü olmalı, kötülüğün de örtücüsü olup onu savmalıyız. Gündemimize iyilikleri almalıyız. İyilik haberlerini gündemimize taşımalıyız. İyileri ve iyilikleri konuşmalıyız.
“Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenab-ı Hak bunu yapılmış tam bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Allah o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar.” (Müslim, İman, 207.) hadis-i şerifi çerçevesinde iyiliğin önemli bir dayanağı olan niyeti açıklar mısınız?
Efendimizin “Müminin niyeti, amelinden daha hayırlıdır.” (Taberani, el-Mucemü’l-Kebir, V, 185.) hadis-i şerifi aklıma geliyor. Demek ki bütün iyilikler, güzellikler niyetle başlamalı. Kurgu sağlam olursa, senaryo sağlam olursa, bir de onu icra edenler güzel sunumla yaparsa ortaya mükemmel bir eser çıkar. Bizim dünyaya bakışımız niyetlerimizde gizlidir. İnsana bakışımız da niyetlerimizde gizlidir. Biz bir insanı nasıl görmek istiyoruz? İyi görmek istiyorsak kötülükleri af kabımıza sığdırılabilir ama kötü görmek istiyorsak devasa iyiliklerini görmeyiz. Demek ki her şey bizim kalbimizle ve kalbimizde taşımış olduğumuz niyetle ilintili. Efendimizin (s.a.s.) “Ameller niyetlere göredir.” (Buhari, İman, 41.) buyurması çok deruni bir mana ifade ediyor. Ancak buradan, “Benim kalbim temiz” sözü çıkarılmaz. Kalbin temizliği eylemle belli olur. Eğer eylemlerimiz kalp temizliğini işaret etmiyor ise kalp temizliğinden bahsedemeyiz. Peki, o zaman bizim niyetteki ölçümüz nedir? Salih, sahih ve Allah rızası için kurgulanmış bir niyet olmalıdır. Dünyevi karşılığını bekleyerek yapmış olduğumuz her şey Cemil Meriç’in ifadesiyle rüşvettir.
O açıdan işaret etmiş olduğunuz hadis-i şerifte müthiş bir teşvik ve kazanım var. Demek ki niyetimiz eğer sağlam, sahih, samimi ise Cenab-ı Hak sadece niyetimizden dolayı bize merhamet ediyor, bizi mükâfatlandırıyor. Tabii bir de bunu amele dönüştürdüğümüz zaman mükâfatı katbekat veriliyor. Ücretini insanlardan bekleyenin ücreti insanların imkânları miktarıncadır. Ama ücretini Allah’tan bekleyenlerin ücreti ise sonsuzdur, Allah’ın hazinesidir. Dolayısıyla niyetlerimizde de iyiliğin hâkim olması için çalışıyor, akşam yatıp bunu düşünüyor, sabah kalktığımızda bunun için ne yapabilirim diye çabalıyorsak belki de Cenab-ı Hak bizim hayatımızı iyiliklerle donatacaktır, bizi de iyiler içerisine dâhil edecektir. Belki bu niyet, birçok insanın felahına da vesile olacaktır.
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” (Âl-i İmran, 3/92.) ayet-i kerimesini dikkate alarak iyilik yaparken nelere dikkat edilmesi gerektiği hususundan, iyilik adabından bahseder misiniz?
Ben şahsen, bu hususta birinci ve sonuncu maddenin şu olabileceğini düşünüyorum: Yapmış olduğumuz iyiliği hangi niyetle, hangi amaçla yapıyoruz? Eğer gösteriş için yapıyor isek bu bir iyilik değildir. Ancak niyetimiz gerçekten Allah rızası için, karşılığında hiçbir şey beklemeden, sağ elin verdiğini sol elin göremeyeceği tarzda bir iyilikse işte bunun karşılığı Cenab-ı Hakk’ın hazinesidir. O’nun lütfu, O’nun keremidir. İyiliklerimizi gösterişten, riyadan uzak kılmalıyız. Şan ve şerefi Allah katında beklemeliyiz. İyiliklerimiz, insanların görmesi, takdir, teşekkür etmesi için olursa işte bu, Cemil Meriç’in ifadesine çok yakın olur, o da bize yazık olur. Yapmış olduğumuz, vermiş olduğumuz emeğimize, harcamış olduğumuz paramıza yazık olur. Cenab-ı Allah “Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır.” (Enam, 6/160.) buyuruyor. Dolayısıyla bizim herhangi bir sponsora ihtiyacımız yok. Bizim sahibimiz, malikimiz, rızık verenimiz, bizi gören, gözeten, bize her şeyi veren Rabbimizin kayıtlarına girebilmek, orada yer alabilmek için iyiliğe başlamak ve iyiliği yaymak herhalde doğru olur diye düşünüyorum.
Türkiye Diyanet Vakfı eğitim alanındaki hayırlardan su kuyusu açmaya kadar birçok alanda faaliyet göstermekte. Yapacağı hayır için Türkiye Diyanet Vakfını aracı olarak seçen vatandaşlarımıza neler söylemek istersiniz?
Hayır yapanlara yol göstermek bizim haddimiz değil. Onlar çok fedakâr, gerçekten diğerkâm ve başkalarının dertleriyle dertlenen insanlar. Onlar kendinden fedakârlık yaparak paylaşmayı bilen insanlar. Milletimizin böyle bir özelliği var. Bu, milletimize has bir özelliktir, milletimizin mümeyyiz farkıdır. Allah’a şükürler olsun. Ancak şunları diyebiliriz: Türkiye Diyanet Vakfı ismindeki üç kelimeye dikkat çekmek istiyorum: Türkiye, Diyanet, Vakıf. Biz, Türkiye sevdasıyla yola çıkan bir kuruluşuz. Önceliğimiz Türkiye’miz. Ona zarar getirecek, onu lekeleyecek herhangi bir oluşumun içerisinde olmamaya, eskilerin ifadesiyle azm ü cezm ü kasteylemiş bir vakıfız elhamdülillah. Diyanet ise bizim hem kurumumuz hem de dinî değerlerimizdir. Ona asla leke getiremeyiz. Ve vakıf... Duasıyla, bedduasıyla âdeta insanı yakan veyahut da insanı kemalat derecesine ulaştıran bir müessese. Ona ihanet edenin asla iflah olmayacağı bilinciyle gayret eden bir müessesedir Türkiye Diyanet Vakfı. Bunları söyledikten sonra şunu demek istiyorum: Evet, milletimizin her kuruşu bizde emanettedir, emniyettedir. Bize neresi adres olarak gösterilmişse kuruşuna varıncaya kadar o adresine teslim edilir. Mesela verdikleri şartlı bağışlardan kurbanı ele alalım. Sadece bu geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda 35 milyon insana milletimizin hayrını ulaştırmış olduk. Allah milletimizden razı olsun. Zekâtlarla ise kimsesiz, mağdur, muhtaç öğrencilerimizin burs ihtiyacını karşılıyoruz. Milletimizin merhamet elini yurt içinden ve yurt dışından gelen öğrencilere uzatıyoruz. Meselemiz şu, dünya mamur olursa biz mamur olacağız. Dolayısıyla 52 yurdumuzla ve burslarla bu yavrularımıza beraber hizmet ediyoruz, onların eğitimlerini sağlıklı bir şekilde, kimseye muhtaç olmayacak şekilde devam ettirmelerini temin ediyoruz.
Bunun yanında yetimlerimiz var, onları ihmal edemeyiz. 9 bin civarında yetimi himaye ediyoruz. Bunları milletimizin bu yardımlarıyla, bu emanetleriyle sağlıyoruz. Milletimiz bize yetimlere harcayalım diye göndermişse bu para yetimlerin dışında hiçbir yere harcanmaz, kuruşu dahi başka yere harcanmaz. Bize zekât olarak verilen emanetleri, zekât nerelere verilir, nerede kullanılırsa, ancak ve ancak oralara kullanırız. Cami inşası için bize teslim edilmişse sadece camiye kullanılır. Mesela bugüne kadar gönül coğrafyamızda 100’e yakın camiyi milletimizin emanetleriyle yani şartlı bağışlarıyla inşa etmişiz. Türkiye’de 4 bin tane caminin yapımına öncülük etmiş bir vakıf burası. Sonra nerede bir harp, nerede bir sıkıntı varsa milletimizin yardımlarıyla orada oluyoruz. Mesela 6 Şubat’ta deprem bölgesindeydik. Bütün mobil ikram araçlarımız, mobil mutfağımız, arama kurtarma ekibimiz, Diyanet İşleri Başkanlığımızın personeli ve vakfımızın personeli ile 57 bin civarındaki personelle milletimizin yanında olduk. Türkiye Diyanet Vakfı, yolda kalmışların, darda kalanların imdadına, milletimizin emanetiyle yetişen bir vakıf elhamdülillah. Suya hasret, su yerine çamur içen insanlara, milletimizin emaneti ile su kuyusu açıp vakıf çeşmeleri yaptırıyoruz. Hediyem Kur’an Olsun projesi bağlamında 2 milyondan fazla Kur’an-ı Kerim’i hediye ettik. Kadın-aile gönüllülerimizle beraber Türkiye’mizin dört bir yanında en ücra köşeye varıncaya kadar kadınlarımıza, kız çocuklarımıza bir fayda sağlamanın mücadelesi içerisindeyiz. Gençlik faaliyetlerimizde, gençlerin istikamet üzere yol almaları noktasında gayretlerimiz, hayri hizmetlerimiz var. Çalışmalarımızın içinde tabiatı da düşünüyoruz; şimdiye kadar 600 bin fidanı toprakla buluşturduk. Velhasılıkelam, bütün bunları yaparken bizim gizli kahramanlarımız, görünmeyen kahramanlarımız milletimizin bizatihi kendisidir. Çünkü onların imkânlarıyla biz bunları yapabiliyoruz. Allah milletimizi var etsin. Milletimizin bu hayırları, hem içeride birliğe beraberliğe vesile olmakta hem de gönül coğrafyamızın Türkiye’mize muhabbetini artırmakta. Bu bağlamda çok önemli bir iyilik hareketinin temsilcileri olmaları bakımından da milletimiz her türlü teşekkürü hak ediyor. Allah onlardan razı olsun.
Türkiye Diyanet Vakfı tarafından düzenlenen Uluslararası İyilik Ödülleri’nin çıkış amacı nedir? “Dünyayı İyilik Değiştirecek”, “İyilik Paylaştıkça Çoğalır” sloganları ile TDV neyi amaçlamakta?
8 yıldan beri devam eden “İyilik Ödülleri” programımızın amacı şudur: Hiç olmazsa bu kadar zulmün, kirliliğin, merhametsizliğin hâkim olmuş olduğu bir dünyada iyilik sembolü olan insanların gün ışığına çıkarılması, onların iyiliklerinin topluma duyurulması ve böylece iyilik zincirlerinin halka halka, dalga dalga topluma yayılmasını temin aracı olmak. Eğer bizler iyi olursak, komşularımız iyi olursa çevremiz iyi olacaktır. Bizler kötü olursak, bu kötülük ailemize bulaşacak, sirayet edecek, çevremizi kirletecektir. Dolayısıyla dünyada mazlum ve mağdur kardeşlerimizin çekmiş olduğu sıkıntıların temelinde de bence iyi niyetlerin, iyi düşüncelerin yerini merhametsizliğe, hodbinliğe, menfaate ve kısaca dünyaya oburca dalmaya bırakması var. Yoksa dünya çok geniş, biz dünyayı iyilikle imar edebiliriz ama maalesef iyilikten nasibi olmayanlar dünyayı çekilmez hâle, âdeta bir zulmün, karanlığın mekânı haline getirmekteler. Burada bütün müminler olarak, biz de özellikle Diyanet personeli, Vakıf personeli olarak her halükârda, her durumda iyiliğin neferleri olarak yola çıkıp iyilik meşaleleriyle çevremizi, mahallemizi aydınlatmak mecburiyetindeyiz. Her şeye rağmen…
Vakıf olarak “İyilik yeryüzünde egemen oluncaya kadar” diye bir mottomuz var. Bu vakfı kuranlardan, yaşatanlardan, emek verenlerden, ayrıca buraya güvenip hizmet edenlerden, bu projeyi planlayan, geliştiren, hayata geçirenlerden Hak Teâlâ razı olsun. Yatıp kalkıp iyilik adına ne tür bir proje geliştirebiliriz, ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Bizim dışımızda da toplumda insan merkezli düşünen, insana hizmet üreten ve bu hizmeti de çok özel olan kişilerden bir seçim yapıyoruz. Şubelerimizden ve müftülerimizden de iyilik yapanlara dair verileri topluyoruz. İyilik örneklerinin hepsi kıymetli ancak içerisinde de en dikkat çekenlerinden, topluma etki edebilecek en değerlilerinden bir seçki yapıyoruz ve orada iyilik ödülleri adı altında Cumhurbaşkanımızın himayesinde Külliye’de bu programı icra ediyoruz. Ödülleri de bizatihi Cumhurbaşkanımız veriyor. Birçok insan iyilikleri görüp duyunca şöyle diyor: “Demek böyle bir şey varmış. Ben de bunu yapmalıyım.” veya “Ben ne yapabilirim? Ben de bölgemde şöyle bir iyilik gerçekleştirebilirim.” diye kafa yormaya başlıyor. Allah’a şükürler olsun teşkilatımızdaki arkadaşlarımızda böyle bir hassasiyet oluştu. Amacımız iyilikler gündeme gelsin, iyilik konuşulsun, iyilik hâkim olsun. Başka bir amaç yok.
“İyilik et denize at, balık bilmezse Hâlık bilir.” atasözünde de belirtildiği üzere karşılık beklemeden iyilik yapma motivasyonunu nasıl kazanabiliriz?
Karşılık beklemeden iyilik yapmaya dair ecdadın hayatından birçok anekdotlar duyarız. Türkiye’mizin hemen hemen her tarafında bir vakıf eserinin varlığını görürüz. Bir de bunun yanında gökte uçandan yerde gezene varıncaya kadar hayvanata dair birçok vakfın varlığını İslam tarihinde okumuşuzdur. Bunun için sadaka taşı çok önemli bir örnektir diye düşünüyorum ben: Gecenin bir saatinde birisi geliyor, sadaka taşına parayı koyuyor. Muhtaç olanlar biliyor ki gecenin bu saatinde bu sadaka taşlarında bir şeyler vardır. O da gidiyor ihtiyacı kadar alıyor ve veren alanı, alan da vereni görmüyor. Böylece alan, herhangi bir kişiye minnet duygusunda bulunmuyor. İnsan onurunu rencide etmeyen bir iyilik. Denize at, balık bilmezse Hâlık bilir. Balık bilmez ama her şeyimizle bizi gözeten, sahibimiz olan Allah her şeyi biliyor. O’nun bilmesi yeterlidir. Bu, şuurda zirvedir. Dolayısıyla bunu yakaladığımız an itibarıyla “Ben sana şunu yaptım, ben bunu yaptım.” deme tarzında ameli iptal edecek kötü durumlar da ortadan kalkmış olur. Yani, ben bana kimin iyilik yaptığını bilmiyorum ama içimden hep dua ediyorum. Mesela bizim Kur’an kurslarımız var. Bu kursları kim yaptı? Milletimiz yaptı. Ben milletin bütününe teşekkür ediyorum, dua ediyorum. Ama orada “Bak, ben bu kursu yaptırdım, sana şunu yaptım.” gibi bir duygu hissetmediğim için ben de rahatım. Yaptıran insan da oradaki faaliyeti gördüğü için çok mutlu ve huzurlu. Kısacası ne yaparsak yapalım, Allah için yapalım, kullar için değil.