Makale

Günümüz gençliğinin kimlik ve anlam sorunu

Günümüz gençliğinin kimlik ve anlam sorunu
Prof. Dr. Hayati Hökelekli
Uludağ Üniv. İlahiyat Fak.

Ergenlik dönemi, tabiatı itibarıyla sorunlu, bunalımlı bir hayat devresi olarak bilinir ve kabul edilir. Uzun çocukluk yılları geride bırakılmış fakat yetişkin bir insan olmanın bütün şartlarına da henüz ulaşılamamıştır. Gençlerin hayata tutunma ve toplumda kendine bir yer ve gelecek bulma endişesi ile ortaya çıkan en temel sorunu “kimlik” sorunudur. Kendini, hayattaki yeri ve anlamını, amaç ve hedeflerini belirlemede gençler çok büyük zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Bu yüzden ilk gençlik yıllarında, “Ben kimim, nereden geldim, ne yapmalıyım?” gibi soruların cevabı uzun süre araştırılır. Benliğini dengeleyecek, kalıcı, tutarlı ve sürekli bir aidiyet bağı, her şeyi anlamlı kılan kuşatıcı bir hayat felsefesi genç insanın peşinden en çok sürüklendiği bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. İlk gençlik yıllarında kimlik, rol ve statü karmaşasının yol açtığı bocalamalar uzun ya da kısa bir süreyi alabilir. Özellikle günümüzde bu ihtiyacın olumlu şekilde karşılanması daha da zorlaşmış gözükmektedir. Çünkü gençlerin “kimlik” arayışını olumlu şekilde karşılayacak toplum ve kültür değerleri zaafa uğramıştır.

Gençlerin yaşadıkları sorunlar yalnızca gelişmiş ülkelere mahsus bir durum olmayıp, çeşitli kültürlerde ve zamanlarda az çok benzerlerine rastlanan, neredeyse evrensel bir olgudur. Bununla birlikte bu sorunların gerek derinliği gerekse yaygınlığı, son yüzyılda çok ileri boyutlara ulaşmış gözükmektedir. Bu sorunun yaygınlığı konusunda uzmanlar hemen hemen görüş birliği içerisinde olmakla birlikte, sonuçlarının değerlendirilmesinde kötümserlerin yanında iyimserler de bulunmaktadır. Gençlerin yaşadıkları kimlik bunalımının temelinde, hızla değişen ve gelişen toplum şartları içerisinde birbirine zıt rol beklentileri ve çoklu tercihler karşısında kalmaları ile sosyal yapıların onlara zorla dayattığı yaptırımların varlığından söz edilmektedir. Sebep her ne olursa olsun ortada var olan bir gerçek vardır: Günümüzde sosyo-kültürel sistem, gençlerin kendilerini ve dünyayı bir bütün olarak anlama ve anlamlandırmada kurumsal temelli ve kültürel alternatifler sağlamada yetersiz kalmaktadır. Toplumsal ilişkiler, artık bir kimsenin kimliğini kurgulaması için gerekli güvenilir dayanak noktası oluşturamamaktadır.

Gençlikte istekler kadar idealler en etkili ve güçlü şekilde kendilerini hissettirirler. Gençlik idealizmini, saf iman ve hakikate, iyilik ve adalete duyulan özlemin bir ifadesi olarak anlamak gerekir. Dünyayı değiştirmek, her şeye yeni bir düzen vermek, gerçek adaleti sağlamak onların derin özlemleri arasında yer alır. Gençlerin bu dönemi hasarsız atlatabilmeleri için, kendilerine örnek alabilecekleri, hayranlık, sevgi ve bağlılıklarını onlara yansıtabilecekleri modellere ihtiyaçları vardır. Yakın çevrelerinde özdeşim kurabilecekleri rol modelleri ve hayatlarını anlamlı kılacak değerler ve tatmin edici bir hayat felsefesi, gençlerde olumlu bir kimlik gelişiminin temel şartlarıdır. Eğer gençler yakınlarında, önlerinde örnek alabilecekleri olumlu modeller bulurlarsa, bu onların yaratıcı güçlerini harekete geçirir, kendi toplumuna ve tüm insanlığa yararlı hedeflere yönelmelerine yardımcı olur.

Kimlik sorununu olumlu bir sonuca ulaştıramayan gençleri bekleyen sonuç “yabancılaşma”dır. Yabancılaşma; kimlik kaybı, kişilik parçalanması, güçsüzlük, inanç ve değerleri kaybetme, ahlakı hor görme, kuralsızlık ve duyarsızlık gibi sonuçlarıyla gençliği tehdit eden en önemli tehlikeleri dile getiren bir kavramdır. Benlik gelişmesi iki ana damardan beslenir. Birisi istekler, arzular, ihtiyaçlar (beslenme, cinsellik, sevgi, bağlanma, bağımsızlık, kendini gerçekleştirme...) diğeri de değerler, idealler, amaçlardır (din, ahlak, gelenek...). Benliğin sağlıklı gelişimi, ikincilerin birincileri yönettiği ve denetlediği bir denge durumuna bağlıdır. İnsanın insan olması, kendini aşan bir değerler dünyası ile bağ kurması, belli bir hedefe kendini adamasına bağlıdır. Bu sistemin tersine dönük çalışması, yani içgüdü, istek ve ihtiyaçların kişiyi yönetmesi, yabancılaşma denilen durumun en önemli kaynağıdır. İnsandaki doğal dürtülerin dinî-ahlaki kuralları ve bireysel ve toplumsal idealleri ve değerleri aşması güçsüz ve etkisiz kılmasıyla ortaya çıkan nevrotik karakter neticede yabancılaşmaya neden olmaktadır. Bu durum, ünlü olma, para ve iktidar hırsı, cinsel isteklere aşırı düşkünlük gibi belli bir tutkunun bireye hâkim olması ve onun kişiliğinden ayrılmaması ile ortaya çıkar ve giderek bireyi bir kuvvet olarak yönetmeye başlar. O artık varlığının bir parçasına mahkûm bir duruma düşer. Kendinde kalan her şeyi bu arzusunun emrine verir. Bu arzu güçlendikçe kişi yenik düşer ve bir parçasının kölesi haline geldiği için, insan kendine yabancılaşır.

Yaşadığımız dünyada pek çok genç insan toplumda bunalıyor, acı çekiyor, kendi tanımını ve yaşamının anlam ve amacını üretemiyor. Kendisini bir boşluk ve belirsizlik içerisinde buluyor. Her şeye sahip olsa bile gerçek tek bir amaca sahip olamadığı için, kendisini tahrip edecek, kişiliğini zaafa uğratacak işlere yöneliyor. Bir toplumda değerlerin sarsılması ya da yıpranması, o toplumun yetişmekte olan çocuk ve gençlerini sağlıklı bir gelişmeden yoksun bırakır. Ne için, hangi amaçla yaşadığını bilemeyen ve bulamayan gençler “huzursuzluk”, “stres”, “bıkkınlık” “anlam boşluğu” gibi olumsuz duygu ve kaygılardan kendilerini kurtaramazlar. Bu durumda kendinden ve doğadan yabancılaşma, hayatın donuklaşması ve kişinin otomatikleşmesi kaçınılmaz olur.

İçinde bulunduğumuz çağdaş toplum yapı ve ilişki biçimleri bakımından yabancılaşmayı önleyici sistemler geliştirmede son derece yetersiz kalmaktadır. Daha doğrusu bireylerin istek ve ihtiyaçlarını alabildiğine kışkırtarak, zayıf bir benlik yapılanmasına yol açmaktadır. Çağdaş toplumsal düzen içerisindeki değer ve düşünce sistemlerindeki yetersizlik, iştah dolu arzuları engelleyip bastıramadığı için bu arzular, kendilerini durdurması gereken sınırların nerde bulunduğunu bilemez hale gelmişlerdir. Tam böyle bir ortamda yalnızca genel dinamizmlerinin niteliği gereği daha yoğun olması bile, onları doğal aşırı coşkunluk halinde bulundurmaya yetmektedir. Refahın artması nedeniyle arzular da taşan bir coşkunluk içerisindedir. Bu istek ve arzulara sunulan daha da vaat edici ödüller onları dürtmekte, daha zor beğenir bir duruma sürüklemekte, geleneksel kuralların yetke ve gücünü yitirdiği bir dönemde, tüm kurallar karşısında daha da sabırsız kılmaktadır. Düzensizlik ve anomi hali, ihtirasların daha güçlü bir disipline girmesine ihtiyaç duyulmaları gereken bir dönemde, aksine giderek sınır tanımamaları nedeniyle daha da pekiştirilmiş olmaktadır.

Günümüzde, nesiller arasında büyük mesafeler oluşmuştur. Genç kuşak ile yetişkin kuşak arasında yeterli ve doyurucu iletişim imkânları ortadan kalkmıştır. Yetişkin ve yaşlı kuşağın gençler üzerindeki manevi otoritelerinin zayıflaması ve silinmesi sonucu yaşlılar “değersiz” olarak görülmektedir. Bu da onlar tarafından gençlere geleneksel değerlerin aktarılmasını engellemekle kalmamakta, yaşlıların geleneksel değerlerin sembolü (modeli) olarak görülmelerinden dolayı, onların temsil ettikleri değerleri de değersiz hale getirmekte, böylece yabancılaşma çok daha etkili bir durum almaktadır. Gençler çoğu zaman aile ve akraba ilişkilerinden kopuk dar bir arkadaş çevresi içerisinde hayatlarını sürdürmektedirler. İlişki kurulan yetişkinlerle de ortak tecrübe paylaşımı ve dayanışma yok denecek kadar azdır. Yalnızca dil ile sınırlı bir iletişim yaşanmakta, bazen bu bile gerçekleşmemektedir. Yetersiz toplumsallaşma pek çok gencin hayatında telafisi çok zor olan olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. İnsan “ben”liği ya da kimliğini diğer insanlarla ilişkiler sayesinde şekillendirir. Fakat bu ilişki sadece dil vasıtasıyla iletişim ile sınırlı kalıyorsa, o zaman “kimlik kaybı” kaygısı ortaya çıkar. Bundan dolayı kişisel yabancılaşma yaşayan kimse, böylece parçası olduğu toplumdan ayrı kalarak insanlarla anlamlı ilişkiler kuramamakta ve böylece kişiliğinin bazı kısımlarını gerçekleştirememektedir. Bu durumda yabancılaşan insan, sadece diğer insanlarla değil, kendisiyle de temasa geçemeyen insan olmaktadır. Bu durumdaki kişi insanlara ve kendine güven ve saygınlığını kaybeder; insanları ikiyüzlü, bencil ve ilgisiz olarak algılar. Hissetmiş olduğu güvensizlik duygusundan dolayı başkalarına yanaşamayan, onlarla düzeyli bir ilişki kuramayan bireyler, bulamadıkları “toplumsal destek” duygusu yerine, kendilerini güvene alabilmek için maddeye yönelmekte, daha fazla maddeye sahip olarak telafiye çalışmaktadırlar.

Yabancılaşmanın pek çok sonuçları vardır. Bunlardan en önemlilerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
• Benliğin zayıflaması, bencilleşme, hazcılık ve menfaatçilik, değer ve inanç yitimi, anlamsızlık ve ruhsal çöküntü (depresyon).
• Kendi iç dünyası üzerinde kontrol ve denetimin zayıflaması, kendine hâkim olamama, sürüklenme.
• Kimliğin zayıflamasına bağlı olarak aşırı uyumculuk; moda ve reklamlara göre hayatına düzen verme.
• Kendini unutma, kendinden kaçış sistemlerinin devreye girmesi (madde bağımlılığı, eğlence ve sefahat düşkünlüğü, intiharlar).
• Sınırsız tüketim ve gösterişçilik (sahip olma tutkusu, şişinme, markacılık) eğilimi.
• Marazi yalnızlık duygusu ve suç davranışı.
• Boşluk, hiçlik, anlamsızlık duygularını yansıtan süreğen kaygı.

Toplumumuzda son zamanlarda giderek güçlenme eğilimi gösteren gençler arasındaki şiddet olgusu, alkol ve uyuşturucu madde kullanımındaki hızlı artış, ana babaya veya öğretmene karşı gelme ve saygısızlık, sahtekârlık, cinsel davranış bozuklukları, intihar ve benzeri daha birçok sorunlar aile ve eğitimcileri ciddi olarak kaygılandırmaktadır. Öte yandan, çocuk ve gençleri kendine bağımlı kılan kontrolsüz ve ilkesiz internet kullanımına bağlı, sosyal açıdan uygun olmayan ve sonuçlarını düşünmeden yapılan olumsuz davranışlar, toplumun temel değerlerini sarsacak noktaya ulaşmış bulunmaktadır.

Bir kısım gençlerimizde kalıcı bir karakter yapısına dönüşen bu olumsuz davranışların toplum hayatı açısından büyük riskler taşıdığı açık bir gerçektir. Güçlü suç ve şiddet eğilimi taşıyan ve toplum değerleriyle çatışan bu gençlerin ruhsal yapısını analiz eden bir uzmanın diliyle; bu gençlerde alabildiğine sınırsız bir özerklik eğilimi vardır. Her tür yetkeye karşı çıkarlar, tepki gösterirler. Fizik güce hayran olup bütün sorunların fizik güçle çözüleceği inancı içindedirler. Maddi doyum peşinde koşarlar. Cinsel yaşama ve bu yaşamın sapıklıklarına eğilim gösterirler. Geniş düş dünyaları içinde daima yeni ve değişik serüvenlerin peşinden koşarlar. Gerçekler karşısında kolay ve çabuk hırçınlaşır, kriz geçirir, ölçüsüz, gereksiz tepki gösterirler. Kendi başlarına güvenli ve yeterli olmadıkları için daima ufak gruplar oluşturup onlarla birlikte yaşar, birlikte eyleme girişirler. Alkol ve uyuşturucu kullanmaya büyük eğilim gösterirler.

Bir toplumda güven, barış, adalet, hakkaniyet, merhamet, sorumluluk gibi değerlerin sarsılması, bazı değerlerin kaybolması ve önemini yitirmesi durumunda, çocuk ve gençler sağlam bir karakter ve bütünleşmiş bir kişilik geliştiremezler. Bireylerin ve toplumun ruh sağlığı ciddi bir tehdit altına girer; toplumsal bütünleşme ve dayanışma zayıflar, kişi kişinin kurdu haline gelir. Yaşanan hayat anlamsız ve değersiz olarak algılanmaya başlanır. Çünkü değerler, davranışlarımıza yön gösteren ilkeler ve standartlardır. Değerler, kişiye kendisini aşma, tek tek olayların üzerinde kalıcı ve tutarlı bir inanç ve tutum sahibi olma imkânı kazandırır. Değerlerin zayıflaması ya da eksik öğrenimi, yeterince içselleştirilememesi durumunda kişiliğimiz yetersiz ve etkisiz kalır; yeterince üretici ve yaratıcı olamadığımız için, yıkıcı, saldırgan ve geriletici eğilimler güç kazanır ve işbaşına geçer.


Dünya genelinde olduğu gibi, son yıllarda toplumumuzun da büyük bir değer kaybına uğradığı ve “ahlaki çöküntü” yaşadığı uzmanlar tarafından sık sık dile getirilmektedir. Gerçekten de asırlar boyu insanlarımızı bir arada tutan, hayatımıza anlam ve amaç katan pek çok değer kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu durumda kendi toplumunu ve tüm insanlığı ilerletecek ideal ve amaçlardan yoksun olarak yetişen gençlerin günübirlik haz peşinde koşar hale gelmeleri bir toplumu bekleyen en büyük tehditlerden birisi olsa gerektir. Buna karşılık milli ve manevi değerlerin güçlendirilmesi, toplumda gençlere iyi örnek oluşturacak model şahsiyetlerin öne çıkarılması ve onların yüksek ideallere özendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yolda güvenli olarak ilerleyebilme, eğitimin her kademesinde planlı ve sistemli bir değerler eğitiminin uygulanması ile mümkün olacaktır.