Makale

Kitâbü’t-Tevhid Tercümesi Ebû Mansûr el-Mâtürîdî- Kamil Miras Hayatı ve Eserleri

Kitaplık

Mehmet Erdoğan

Kitâbü’t-Tevhid Tercümesi
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî
Tercüme: Prof. Dr. Bekir Topaloğlu TDV Yayınları Ankara, 2002; 566 s.

Ebû Mansur el-Mâtürîdî, bugünkü Özbekistan’ın sınırları içinde yer alan Semerkant şehrine bağlı Mâtürîd mahallesinde doğmuş ve aynı şehirde vefat etmiştir (238/852-333/944). Türk asıllı olma ihtimali kuvvetli olan İmam Mâtürîdî’nin kabri Semerkant’tadır.
Mâtürîdî’nin yaşadığı bölge önceleri Abbasi Devletine bağlı iken, Mütevekkil-Alellah döneminde başta doğu bölgesi olmak üzere birçok yönetim merkezi idareden ayrılmıştı. Mâtürîdî’nin yaşadığı bölge ve çevresine Samaniler hakim olmuştu. Bu dönemde çeşitli alanlarda yetkin alimlerin yetişmesi için gerekli zemin devlet eliyle hazırlanmıştı, imam Mâ- türîdî böyle bir ortamda ilim tahsil edip eserler vermiştir.
Mâtürîdî, Ebü’I-Hasan el-Eş’ari ile birlikte Ehl-i Sünnetin kelâm akidesini sistemleştiren, Hz. Peygamber ve ashabının İslâm’ın temel konularına dair anlayışlarını savunup Müslü- manlar arasında yerleşmesine çaba gösteren, ayrıca Mu’tezi- le, Şia ve benzeri fırkalarla aşırı görüşleri sebebiyle mücadele etmiş olan büyük bir İslâm âlimidir. Bu iki âlim akıl-nakil ilişkisindeki mutedil tutumları dolayısıyla dikkatleri çekmiş ve geniş kitleler tarafından kabul görmüştür. Ehl-i Sünnet akımının bu seçkin iki imamı arasında bazı görüş farklılıkları da bulunuyordu. İmamlarının görüşlerini sistemleştiren Eş’ariyye kelâmcıları nakli esas alıp onu akılla desteklerken, Mâtürîdî akaidi, özellikle akıl sahasına giren konularda naklin ışığı altında akla itimat etmiştir.
Ebû Hanife çizgisinde ve Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’ye nispetle kurulan Mâtürîdîyye mezhebi, tek başına bütün Müslümanların yansını kendisine bağlamayı başaran bir ekoldür. Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevhîd’i bu ekolün temel kitaplarından biridir. Buna rağmen Kitâbü’t-Tevhîd’in başta Mâtürîdîyye mensupları olmak üzere ilim adamları tarafından yeterince bilindiğini söylemek mümkün değildir.
Prof. Dr. Bekir Topaloğlu tarafından tercüme edilen ve Vakfımızca yayımlanan Kitâbü’t- Tevhîd’in, İmam Mâtürîdî ve ekolü üzerindeki anlaşılmaz ihmali belli ölçüde gidereceğini ümit etmekteyiz.

Kâmil Miras, Hayatı ve Eserleri
Yazan: Prof. Dr. Nesimi Yazıcı Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara 2002; 168 s.

Yakın tarihimiz incelendiğinde Osmanlının son döneminde yetişmiş ve Cumhuriyet dönemine de intikâl etmiş, yaptıkları çalışmalarla ön plâna çıkmış birçok önemli şahsiyetle karşılaşırız. Yaşadıkları döneme ışık tutan, meseleleri iyi bilen ve bunlar için çözümler üreten, batılılaşma / modernleşme çalışmalarına hız kazandıran ve toplumu bu yolda hazırlayan önemli şahsiyetlerin büyük kısmının bugün isimleri ya unutulmuştur ya da unutulmaya yüz tutmuştur. Bundan dolayı ister din âlimi ister yönetici olsun toplumsal fayda açısından iz bırakmış önemli kişilerin eserlerinin ve isimlerinin yaşatılması biz- lere düşen birer vazife olmalıdır.
Unutulmamalıdır ki geçmişini iyi bilmeden geleceği sağlam temeller üzerine inşa etmek mümkün değildir.
İşte, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikâl eden ve yaşadığı her iki dönemde de vatana, millete ve dinimize hizmet etmeyi gaye edinmiş, din âlimi ve siyaset adamı niteliklerini üzerinde taşıyan şahsiyetlerden birisi hiç kuşkusuz Kâmil Miras’tır. Prof. Dr. Nesimi Yazıcı, "Kâmil Miras, Hayatı ve Eserleri" isimli çalışmasıyla bu amaca katkı sağlayan bir eser ortaya koymuştur.
Eserde, Kâmil Miras-ın hayat hikâyesi, akademik ve entelektüel faaliyetleri, siyasî faaliyetleri, eserleri ve yayınları hakkında bilgi, belge ve ailesinden hayatta kalanlar vasıtasıyla ulaşılan doyurucu bilgilerle beraber eserlerinden seçmelerin olduğu bir bölüm ve ekler kısmı yer almaktadır.
Yazar, kitabın önsöz kısmında bir taraftan Osmanlı-Cumhuriyet kültürünü kendi içinde meczeden Kâmil Miras’ın İlmî ve siyasî kişiliğini göz önüne sererken, diğer taraftan böylesine önemli bir şahsiyetin unutulma gerçeği ile karşı karşıya kalınmasını şöyle değerlendirmektedir:
"Çizilen bu resim, Kâmil Miras’ın iyi tanınan bir şahsiyet olduğunu düşünmemizi gerektirmekteyse de, gerçek bundan çok uzaktır. Bize hizmet eden niceleri gibi, o da kalın bir unutulmuşluk perdesi altında kalmış, ismi ve ismiyle birlikte söylenebilecek birkaç güzel cümle, bunlara eşlik eden bir iki maddî taltif unsurundan başka ondan bize bir şey kalmamış, daha doğrusu ne kaldığı merak da edilmemiştir. Kâmil Miras, sanki adresi belirlenmemiş bir mektup haline gelmiştir." (s.8)
Dört dönem mebus seçilmesine rağmen (1908-12, 1914-18, 1923-27) ilmî kişiliği ve öğreticiliği hep ön plânda olan Kâmil Miras, bir ara medreselerdeki görevlerinden kısa bir süre ayrılmak zorunda kalmıştır. Bunun sebebi de Mustafa Sabri Efendi’nin Şeyhülislâmlığıyla ilgilidir. Mustafa Sabri Efendi, Damat Ferid’in ilk kabinesine Şeyhülislâm olarak katılmış ve bu sırada kısa süren hükümetlerde dört defa bu göreve getirilmişti. İşte bu sırada İttihat ve Terakkî Fırkası mensubu olan Kâmil Miras’ın medresedeki görevine son vermişti, (s.15) Daha sonra medreselerdeki görevine geri dönen Kâmil Miras, bu görevine medreselerin kaldırılmasına kadar devam etti.
Bir ara Diyanet İşleri Riyaseti Hey’et-i Müşavere Azalığı görevini de yapan Kâmil Miras, bu görevden ayrıldıktan sonra vefatına kadar geçen 14 sene içinde uhdesindeki Dersiâmlıkla birlikte Tecrîd- i Sarîh’in tercüme, şerh ve basımının tamamlanmasına, lslâm-Türk Ansiklopedisi’nin yayınına, burada ve diğer bir kısım dergilerde İlmî makaleler neşrine ayırmıştır, (s. 17)
Akademik ve entelektüel faaliyetleri arasında, medreselerin ıslahı çalışmalarına katkısı, İmam-Hatip Mekteplerinin ilk programlarının hazırlanmasındaki rolü. 18 Şubat 1916 tarihli irade ile tayin edildiği Huzur Dersleri muhataplığında 1334-1337/1916-1919 arasında dört sene bulunmasının (s.28) yanı sıra, cami derslerinin daha verimli hale getirilmesi yönündeki çalışmalarda yer alması sayılabilir.^.33)
Kur’an’ın Türkçe tercüme ve tefsirinin yapılmasını düşünen, bunu TBMM’ne getiren ve kabulünün sağlanmasında da en önemli paya sahip bulunan kişi olan Kâmil Miras (s.51), Ahmed Naim Bey tarafından üç cildi hazırlanan ve Ahmed Naim’in vefatından sonra yarım kalan Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrid i Sarih Tercüme ve Şer- hi’nin tamamlanması görevini de üstlenmiştir. Onun tarafından hazırlanan dördüncü cilt 1938’de. on ikinci cilt ise 1948’de basılmıştır. (s.52-53)
Kâmil Miras’ın faaliyetlerinden bir diğeri de hutbelerin Türkçe’ye çevrilmesi çalışmalarına yaptığı katkıdır. Yazar, Kâmil Miras’la ciddî biçimde ilgilenmesinin, onun hutbelerle ilgili düşüncelerini okuması ve yaptıklarını öğrenmesinden sonra başladığını ifade etmektedir, (s.54) Atatürk’ün 1 Mart 1922’de TBMM’de, bir sene sonra da 7 Şubat 1923’te Balıkesir Zağnos Mehmed Paşa Camii minberinden yaptığı konuşmalarla hutbelerin gerek muhtevaları ve gerekse Türkçe olmaları konusundaki ısrarını dile getirmesi neticesinde, Ahmed Hamdi Akseki’ye bir hutbe kitabı hazırlaması görevinin verilmesine vesile oldu. (s.55) Ahmed Hamdi Akseki’nin hazırladığı Türkçe Hutbe adındaki kitap 1927 yılında Arap harfleriyle yazar ismi konulmadan basıldı. Bu eser, aradan on yıl geçtikten sonra Kâmil Miras’m editörlüğünde Yeni Hutbelerim adı altında yazarın ismi de konularak iki cilt halinde tekrar basılmıştır, (s.56)
Kâmil Miras’m siyasî çalışmaları dolayısıyla adının öne çıktığı bir diğer husus da hilâfetin kaldırılması konusunun TBMM’de görüşüldüğü sırada Adliye Vekili Seyyid Bey’in yaptığı konuşma ile ilgilidir. Seyyid Bey’in yaptığı konuşma hilâfet taraftarlarının muhalefetini kırmıştır. Kâmil Miras, bir ara İzmir suikastıyla irtibatlandı- nlarak yargılandığı İstiklâl Mahkemesi’ndeki sorgulaması sırasında bu konuya temas etmiş ve 10 Temmuz 1926 tarihli Hakimiyet-i Mil- liye’ye göre o; "Daha henüz Halife İstanbul’da iken Seyyid Bey’in o meşhur nutkunu terviç eden bendenizim. Onu hazmetmeyecek kabiliyette değilim." demiştir. 9 Temmuz tarihli Vakit ve Cumhuriyet gazetelerinde ise, Kâmil Miras’ın sözleri şu şekilde kaydedilmiştir: "Daha henüz Halife İstanbul’da iken Seyyid Bey’in tarihî nutkunu ihzâr eden hey’et-i aliyyede ben de vardım. Onlardan üç tanesi bugün rahmet-i Hakk’a intikal etmiştir." Bunlardan çıkan sonuç; Seyyid Bey’in nutkunun bir ekip tarafından hazırlandığı ve bu ekip içerisinde Kâmil Miras’m da yer aldığıdır, (s.64)
Hicrî 1376 senesi Ramazanının son günü, yani 30 Nisan 1957’de İstanbul’da vefat eden Kâmil Miras, Kandilli Kabristam’na defnedil- miştir. (s. 17)
Bu eser vasıtasıyla birçok yönünü öğrendiğimiz Kâmil Miras’m ilmî ve siyasî çalışmalarının yeni eserlerle bugünkü nesillere daha iyi anlatılması ve aktarılması, onun bıraktığı mirasa sahip çıkılması açısından önem arz etmektedir. Kâmil Miras ve onun gibi değerlerin yeri. tarihin karanlık sayfalarında kalmak değil tarihe ışık tutmak olmalıdır.
Hüseyin Arslan



Alkollü İçkiler, Sigara ve Diğerleri
Prof. Dr. Alpaslan Özyazıcı
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 3. Baskı, Ankara, 2001; 180 s.

Sigara, alkol ve diğer bağımlılık yapan keyif verici maddeler günümüzde insan sağlığını tehdit eden tehlikelerin en büyüğü olarak görülmektedir. İnsanları bir yandan bedenen yıkıma uğratırken, diğer yandan ruh sağlığı ve psikolojik yapısını da olumsuz olarak etkileyen bu maddeler, özellikle genç nesiller üzerinde yıkıcı ve silinmez izler bırakmaktadır.
Bedenen ve ruh sağlığı yönünden güçlü bir gelecek için toplumumuzun bütün kesimlerinin acilen ve etkili bir biçimde bu tehlikeden haberdar edilmesi, uyarılması, ilgililerin dikkatlerinin çekilmesi herkes için bir insanlık görevidir.
Prof. Özyazıcı kendini bu konuya adamış bir bilim adamıdır. Yazılarıyla, mücadeleleriyle bağımlılık yapan zararlı maddelerle ilgili toplumu aydınlatma ve uyan görevini yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu çalışması böyle bir çabanın ürünüdür.


Ayet ve Hadislerin Işığında Sevgi ve Dostluk
Doç. Dr. tsmail Karagöz
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara, 2002, 256 s.

İslâm kültürünün temel ayırt edici kavramlarından biri aşktır. Tasavvuftan edebiyata, mimariden musikiye hemen hemen bütün alanlarda aşk, birinci derecede etkin bir kavram olarak karşımıza çıkar.
Batı kültüründe ise bu kavramın çoğunlukla Türk- çemiz’deki "sevgi" karşılığında kullanıldığı görülür. Yani batılı toplumlarda sevgi hümaniter veya seküler bir değerdir. İslâm kültürü aşkı niteliğine göre İlâhi ve beşerî diye iki kategoride ele alır. Böylece aşkın İlâhî nitelikli olanı felsefenin tartıştığı "öz" kavramıyla ilin- tilendiriliyor. Bu durumda aşk, yaratıcı/varoluşsal bir anlam kazanmış oluyor. İnsanın yaratıcıdan kendine veya tam tersi kendinden yaratıcıya doğru bütün varlığı anlama sürecinin anahtar kavramı aşk olmuş oluyor. Dolayısıyla aşk ve sevgi kavramını, ona yükleyeceğimiz niteliğe göre anlamak veya anlamlandırmak durumundayız.
Günümüzde sevgi ve dostluk üzerine inşa edilen dünya görüşleri (hümanizm vs.) bireyi merkeze alan ve onu kişisel yönden yeterli kılmaya çalışan çabaların bir ürünüdür. Çünkü batıdaki Sanayi İnkilâbı sonrası giderek bütün dünyada egemen olan teknolojik aygıtlar insanı bireyselleştirmeye, yani yalnızlaşmaya itmektedir. Sevgi kavramının günlük dile taşınması böyle bir ihtiyaçtan doğmuştur. Amaç, insanın yalnızlığını gidermek, onu daha uyumlu bir varlık haline getirmektir.
Doç. Karagöz’ün çalışmasında da görüleceği gibi İslâm’ın temel kaynakları sevgi ve dostluğu birey üzerinden değil, insanlar arası ilişkiler üzerinden, toplum üzerinden değerlendirmektedir. Yani temel litaretürde sevgi ve eyleme motive edici, doğru eylemi amaçlayıcı aktif bir kavramdır. Olayı bir adım daha ileri aşamada tartışmak istersek, İslâm tasavvufu ve edebiyatındaki aşk kavramıyla karşılaşmış olunur. Buradaki aşk sadece motive edici değil, duruşu tanımlayıcı bir bilinçtir. Bunun şifresini aşağıdaki ifadelerde görmek mümkündür.
Biz sevgiden sudur ettik
Sevgi üzerine yaratıldık
Sevgiye doğru yöneldik
Sevgiye verdik gönlümüzü
(İbn Arabi)
Câııı kim cânanı için sevse cânânın sever
Cânı için kim ki cânânın sever câııın sever
(Fuzulî)