Makale

KÜLTÜRÜMÜZDE DİN ve DİNDARLIK

KÜLTÜRÜMÜZDE
DİN ve DİNDARLIK

Dr. İbrahim Paçacı
Din işleri Yüksek Kurulu Üyesi

"Din duygusu, kuvvetli İçtimaî bir bağdır. Bir milletten, Allah fikrini kaldırırsanız, o zaman onlar, ancak menfaat korkusunun tesiri altında bulunan bir topluluk olurlar. O topluluğu teşkil eden vatandaşlar ise, birer kardeş değil, sadece müşterek menfaatti birer ortaktırlar." Menfaat bağları çözülmeye başlayınca da, birlik ve dirlikten eser kalmayacağı tabiidir.

Din ve Dindarlık Kavramı
Din; akıl sahibi insanları, kendi irade ve arzularıyla, hayırlı, iyi ve güzel olan şeylere sevk eden İlâhî kanun; kemâle ermek için tutulacak en doğru yoldur. (el-Cürcânî, Ta’rîfât, "dîn" md.; Te- hanevî, Keşşaf, "dîn" md. 11/305; Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, n/1061-1064.) imâm-ı Azam dîni; iman (dil ile ikrar, kalp ile tasdîk), İslâm (Allâh’ın emirlerine teslim olmak, itaat etmek) ve hükümlerin hepsine birden verilen isim şeklinde tanımlamıştır, (imam-ı Azam Ebû Hanîfe, "Fıkh-ı Ek- ber", (lmâm-ı Azam’ın Beş Eseri) s.75.) Din; İnanma, ibadet etme, dua etme ve vecd hali gibi heyecanları; fert, aile ve toplumla ilgili bir takım kuralları içine alan bir kurumdur. Başka bir ifadeyle din, insanın Allah ile, insanın diğer insanlarla ve insanın kâinat ve eşya ile olan ilişkilerini tanzim eden, ona yol gösterip kılavuzluk eden bir kurumdur. (Celal Kırca, "Din", (İslâmî Kavramlar), 184-187.)
Peygamberler aracılığıyla tebliğ edilen bu İlâhî kanun; yaratılışı ve yaratılış gayesini, ölüm ötesini, Yaratana ve yaratılmışlara karşı vazifeleri, hangi işlerin hayırlı, iyi, faziletli, hangi işlerin kötü ve zararlı olduğunu öğretir; insanlara, hidayet ve saadet yollarını gösterir.
"Din, Allâh’a ibadet, insanlara iyi muameleden ibaret" sözü, dinin tarifinin özü sayılabi- lir.(M. Asım Koksal, Dinî ve Ahlâki Sohbetler, c.1, s.2.)
Buna göre din, insana şuurlu bir hayat yaşama imkânı sağlar, insanın değerini yüceltir. Ondan bencillik duygusunu ve gururunu kaldırır. Fedakârlık, iyilik ve adalet duygularını geliştirir. Hakkı sevmeyi ve korumayı öğretir. Kişiyi karamsarlıktan ve ümitsizlikten kurtarır; iyimserlik ve kararlılık kazandırır. Sadece Allah’ın huzurunda eğilmeyi ve sadece ona kul olmayı öğretir.
Dindarlık ise; din kurallarına bağlılık, dinî inancın güçlü olması anlamına gelir. (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, c.1, s,374; Meydan Larousse, c.3, s.709.) Başka bir ifadeyle dindarlık, üstün ve sonsuz bir varlığa karşı duyulan içten bir sevgi ve saygı, O’na karşı mutlak bir bağlılık duygusudur.
Dindarlık, insanın iman-amel temelinde ortaya koyduğu dinî tutum, deneyim ve davranış biçimini; inanılan dinin emir ve yasakları doğrultusunda yaşamayı ifade eden ve inanç, bilgi, tecrübe, ibadet, etki gibi boyutları olan bir olgu olarak anlaşılabilir. (Ejder Okumuş, "Bir Din İstismarı Olarak Gösterişçi Dindarlık", (Islâmiyât), c.5, sayı 4, s.194-195.)
Din Duygusu ve Dindarlık İnsanın Doğasında Mevcuttur
İnsan, din duygusuyla dünyaya gelen bir varlıktır. Evrensel bir olgu olan din, insanla beraber varolmuş ve insan oldukça da varolacaktır. Tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde az da olsa, dinsiz insana rastlamak mümkün olmakla birlikte, bugüne kadar topyekün bir toplumun dinsiz olduğuna tarih şahit olmamıştır. Toplumun bulunduğu her yerde mutlaka bir din bulunmuştur. Hatta bu konuda, insanların medenî veya gayrimedenî olması arasında fark yoktur. (Hikmet Tanyu, İslam Dininin Düşmanları ve Allah’a inananlar, 76; Osman Cilacı, Günümüz Dünya Dinleri, 23-25.)
Batılı tarihçi ve ahlâkçı Plütarhos şöyle demektedir:
"Dünyayı gezip dolaşınız. Edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz... şehirler bulabilirsiniz. Fakat mabetsiz, mabutsuz, duasız, kurban- sız bir tek şehir, hiçbir vakitte görülmemiştir. Yeryüzü, en tenha köşelerine, bucaklarına kadar ibadet tezahürlerinden hiçbir zaman hâlî kalmamıştır." (M. Asım Koksal, Dinî ve Ahlâkî Sohbetler, c.1, s. 5.)
Yüce Allâh bu hususu, şöyle ortaya koymaktadır: "(Rasûlüm!) Yüzünü, hanif olarak dine, Allah’ın insanları yaratmış olduğu fıtrat dinine çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte, en doğru din budur. Fakat, insanların çoğu, bunu bilmez- ler."(Rum, 30.)
Her insan, kendisini yaratan, yaşatan, olgunluğa eriştiren, sayısız dünya nimetlerini kendisine veren Yüce Varlığı idrak edecek özellikte yaratılmıştır, insanın bu özelliği Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır:
"Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye, Rabbın, Ademoğ- lunun sulbünden zürriyetini alıp, onları kendilerine şahit tuttu ve ’Ben sizin Rabbı- nız değil miyim?’ dedi, onlar da, ’evet şahit olduk’ dediler." (Araf, 172.)
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra toplumda dinî hayatın süratle canlanması, din olgusunun insanın tabiatında bulunduğunun en güzel göstergesidir.
Dindarlığın Boyutları ve Dindarlık Tezahürleri
Dindarlık, inanç ve uygulama şekillerini kapsayan bir kavram olup, genel anlamda birbiriyle ilişkili iki boyutu bulunmaktadır: 1. Bireyin kendi iç dünyasına yönelik inanç boyutu; 2. İnananın günlük davranışlarına ve faaliyetlerine yansıttığı davranış boyutu. (Necdet Subaşı, "Türkiye Dindarlığı, Yeni Tipolojiler", (islâmiyât), c.5, sayı 4, s. 27.)
Dindarlığın, samimi ve gösterişçi dindarlık şeklinde iki tipi bulunmaktadır. (Ejder Okumuş, "Bir Din İstismarı Olarak Gösterişçi Dindarlık", (Islâmiyât), c.5, sayı 4, s.194-195.) Gösteriş bireyin iç dünyasına yönelik inanç boyutunda değil, dışarıya yansıyan davranış boyutunda tezahür eder. Dindarlığın dışa yansıyan boyutu, ferdin Yüce Allah’a eksiksiz ve samimi inancını gösteren ibadet şeklinde ve ferdin kendisiyle, diğer insanlarla ve hatta insan dışındaki canlılarla ilişkilerinde tezahür eder.
Dinî hayat veya dinin ferdî ve sosyal yönleri göz önünde bulundurulduğunda, dindarlığın boyutları şu başlıklar altında ele alınabilir:
1) Dindarlığın inanç boyutu,
2) Dindarlığın bilgi boyutu,
3) Dindarlığın ibadet boyutu,
4) Dinin hayata etkisi,
5) İbadetin ferdî ve sosyal fonksiyonu.
(Veysel Uysal, "İslâmî Dindarlık Ölçeği Üzerine Bir
Pilot Çalışma", (İslâmî Araştırmalar), c. 8, sayı: 3 -4, s. 265.)
a) Dindarlığın İnanç Boyutu
Kişinin dinî inanç esaslarına bağlılığı ve bunun bir tezahürü olarak, çeşitli mekân ve zamanlarda yapılan faaliyet ve ibadetlere katılması, onun dindarlığının bir göstergesidir. Buna göre bir Müslüman’ın, imanın ve İslâm’ın esaslarına inanması ve bunu açıkça ifade etmesi, onun Müslüman olduğunu, dolayısıyla dindar olduğunu gösterir. Bireyin söz konusu dinî esaslara yönelik değerleri kabul ve hayatında tatbik derecesi, dindarlığının ölçüsünü göstermektedir.
Dinî literatürde inanç, iman kavramı ile karşılanmaktadır, iman; Hz. Peygamber’in, Al- lâh’tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümleri tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. İmanın hakikati ve özü, kalbin tasdikidir. Bir kimse inandığını söylese de, kalbiyle tasdik etmedikçe iman etmiş olmaz, imanın değişmeyen aslî unsuru kalbin tasdiki olmakla birlikte, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, diğer insanların bilmesi açısından âdetâ onun dünyevî bir şartıdır. Hz. Peygamber; "Kalbinde zerre miktarı iman olduğu halde ’Allâh’tan başka tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir’ diyen kimse Cehennem’den çıkar" buyurmuştur. (Buhârî, İman, 33.)
imanın geçerli olabilmesi için, imanın kişinin kendi tercihine dayalı olması; baskı, tehdit altında veya dünya hayatından ümit kesme durumunda gerçekleşmemiş bulunması gere- kİr.(Mü’min, 84-85.)
Ayrıca iman eden kişi, iman esaslarından bir veya birkaçını inkar anlamına gelen tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır. Mü’min, kesin olan dinî hükümlerin tamamını kabul etmeli ve bunlardan bir kısmını beğenmezlik yapmamalıdır.
b) Dindarlığın Bilgi Boyutu
İman ve amel ile bilgi arasında çok yakın ilişki bulunmaktadır. Eksik ve yanlış bilgiler üzerine sağlıklı bir dindarlık bina edilemez. Nitekim bidat ve hurafelerin çoğu samimî, fakat bilgisizce ortaya konan inanç ve davranışlardan doğmuştur. Her inanan kişi, neye inandığını bilmeli ve bu bilgisini gönülden teslimiyetle tasdik etmelidir. Kişinin ilme karşı kör davranması, kendisini dinsizliğin kucağına düşürebilir. Din duygusu ve dine olan ihtiyaç fıtrî olduğundan, bilgisizlik, şeytana tapmaya kadar götüren zararlı ve sapık akımların ortaya çıkmasına götürmüştür.
İslâm, bilgi ve iman boyutlarıyla cehaletin her türlüsünü kaldırmak için gönderilmiş en son dindir. İslâm’da Allah’tan hakkıyla korkup takva üzere yaşayabilme ilme bağlanmıştır. Kur’an’da: "Kulları içinden Allah’a karşı ancak, âlim olanlar derin saygı duyarlar" buyurul- maktadır. (Fatır, 28.)
"Allah, sizden iman edenlerle ilim sahiplerinin derecelerini yükseltir." (Mücadele, 11.) ayeti, dindarlıkta bilginin önemine işaret etmektedir. Hz. Peygamber de, konuyla ilgili olarak, "Âlimin abide üstünlüğü, dolunayda ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir..." buyurmuştur. (Ebû Davûd, İlim, 1)
c) Dindarlığın İbadet Boyutu
Dindarlık, bireyle Allah arasındaki ilişki olduğundan, dış dünyadaki yansımalarına bakılarak, değerlendirilmesi sebebiyle, genel olarak İslâm’ın emrettiği ibadetleri düzenli yapma alışkanlığına bağlı olarak insanların dindarlığı değerlendirilmektedir. (Hüseyin Yılmaz, "Türk Müslümanlığı, Dindarlık ve Modernlik", (Islâmiyât), c.5, sayı 4, s. 62-63.)
İbadet, gönülden isteyerek Allah’a yönelmek, boyun eğmek ve ona kulluk etmek, demektir. İbadet, Yüce Yaratıcı karşısında boyun eğmenin zirvesi ve O’na olan sevgi ve derin saygının sonucu ve göstergesidir. Sırf Allah için, O’nun rızasını kazanmak için yapılmalı ve sadece O’na has kılınmalıdır.
Dindarlıkta samimiyet öne çıkmaktadır. Bunun için, yapılan ibadetlerin ve amellerin gösteriş için değil, temiz bir niyetle, "Allah rızası için" yapılması gerekir. Zira ibadette ihlas, dinin ruhu; samîmî dindarlığın gereğidir. Kur’an-ı Kerim’de, Allah’a ihlaslı olarak ibadet etmek, hak dinin en belirli vasfı olarak gösterilmiştir. (Beyyine, 5.) İhlas; her hangi dünyevî bir çıkar veya gayelerle niyeti bulandırmayıp hâlis tutmak, ibadet ve taatı, riyâdan ve diğer şâibelerden temizlemek, ibadeti sadece Allah için yapmaktır.
İbadetlerin makbul olması için ihlas zorunlu olduğundan Yüce Allah, Peygamberinin şahsında bütün inananlara, "Muhakkak ki biz, o kitabı, sana hak olarak indirdik. O halde, sen de, Allâh’a, dininde ihlaslı olarak ibadet et.
İyi bil ki hâlis din, Allah’ındır..."
(Zümer, 2-3.) buyurmaktadır.
Aynı şekilde ibadetlerin, Yüce Allah’ı görüyormuşçasına, ihsan derecesinde yapılması gerekir. Cebrâil (a.s.), Müslümanlara dinlerini öğretmek için beşer suretine girip, mescitte Peygamberimiz (s.a.s.)’e, iman ve İslâm’ı sorduktan sonra "ihsan nedir?" diye sorduğunda, Hz. Peygamber (s.a.s.), "ihsan, sanki görüyormuşsun gibi Allâh’a ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de, O seni görür!" şeklinde cevap vermiştir.(Buhârî, îmân, 1.)
d) Dindarlığın Hayata Etkisi
İman ile amel arasında sıkı bir ilişki vardır; âdetâ birbirlerinin ayrılmaz parçası gibidirler. Olgun mü’min, imanını fiilen yaşayan insandır. Böyle bir kişi, inandığını, tutum ve davranışlarıyla ispatlamalıdır.
Niyete bağlı olarak yapılan bütün işlerin ibadet kapsamında değerlendirilmesi, dindarlığın kapsamını oldukça genişletmektedir, (bk. Hüseyin Yılmaz, "Türk Müslümanlığı, Dindarlık ve Modernlik", (Islâmiyât), c.5, sayı 4, s. 62-63.)
İnsanların gelip geçecekleri yerlerden, onları rahatsız eden bir engeli kaldırmak gibi önemsiz görülebilecek bir iyilik bile, imanın şubelerinden, dolayısıyla dindarlığın tezahürlerinden sayılmıştır. (Müslim, îmân, 12; Ibn Mâce, îmân, 9.)
Buna göre, insanlara yapılacak büyük, küçük bütün hizmetler, dindarlığın birer yansımasıdır.
Hz. Peygamber’in; komşuları şerrinden emniyet ve selamette olmadıkça, (Buhârî, Ebeb, 29.) kendisi için istediği, hoş gördüğü şeyi başkaları için de isteyip hoş görmedikçe, kişinin imanının tamamlanamayacağını (Buhârî, İmân, 6; Ibn Mâce, îmân, 9.) haber vermesi, "yalan konuşmayı bırakmayan, yanlış davranışlardan kaçınmayan kimsenin, kendini aç ve susuz bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur." (Buhârî, Savm, 8.) buyurması ve benzeri pek çok hadis, inancın hayata yansıması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu ahlâkî esas öyle hassas bir ölçüdür ki, bununla herkes, kendisine karşı, çoluk çocuğuna karşı, millet ve memleketine karşı, bütün insanlara ve hatta hayvanlara karşı olan tutum ve davranışlarına bakarak, dindarlığının derecesini ölçebilir.
Dindarlığın, ibadetten ahlâk kurallarına, kişinin diğer insanlarla ilişkilerine, doğaya, çevresine ve ülkesine karşı vazifelerine kadar, hayatın her alanında tezahürleri bulunmaktadır. Bizim kültürümüzde dindarlık, birlik ve dirliğin, sevgi ve kardeşliğin teminatı, ülke bütünlüğünün güvencesidir. Zira Müslüman Milletimiz, dindarlığı nispetinde vatansever olmuştur; dinî duygularıyla Kurtuluş Savaşında bir destan yazmış, vatanı için canını, bayrağı için kanını seve seve feda etmiştir. Aynı ruhla, dünyanın dört bir yanından gelen işgalcileri Çanakkale’de durdurmuştur.
Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşlarında tezahür eden bu inancı şöyle anlatıyor: "Biz ferdî kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı Vakâsını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına tamamen şehit düşüyor, ikinci- dekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur." (Mustafa Kemal, Anafartalar Muharebatı’na Ait Tarihçe.) Çünkü onlar bir Müslüman olarak, Hz. Peygamber’in, ’Şehitlerin ruhları, Cennet meyvelerine konan yeşil kuşların içindedir.’ (Ahmed b. Hanbel, müs- ned, Müsnedü’l-Kabail, H. No: 25913.) hadisine inanmışlardı.
e) Dindarlığın Ferdî ve Sosyal Fonksiyonu
Yaratılıştan medenî ve dindar olan insanın, Allâh katında en önemli ayırıcı özelliği, dini ve dindarlığıdır; herkes, kendindeki din duygusunun gelişmesi nispetinde değer kazanır, manevî derecelere yükselir. Kur’an’da geçen, "...Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır..." ifadesi (Hucurât, 13.) de bunu vurgulamaktadır. Allah’ın insana değer vermesi de, O’na yönelmesi ve kulluk etmesinden kaynaklanır. Nitekim Yüce Allah; "(Ey Rasûlüm!) De ki: Sizin ibadetiniz olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?" (Furkan, 77.) buyurmaktadır.
Dindar insanın biricik ölçüsü, "Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak" (Süyûtî, Câ- mi’u’s-Sağîr, 1/217.) olmalıdır. Bu ise, mutlak hedefe ve mutlak kemâle doğru ilerlemek anlamına gelmektedir.
İdeal insan, tabiattan hareketle Allah’ı anlamaya çalışır. Tabiata gözlerini kapamaz, insanlığa sırt çevirmez. Ne bilim onu inançtan, ne de inancı onu düşünmekten, mantığını kullanmaktan alıkoyar. Dindar insan, cihad ve içtihad, duygu ve akıl, kudret ve aşk, inanç ve bilgi adamıdır. Yaşadığı hayat onu, tek boyutlu, kırık ve mağlup bir yaratık haline getiremez.
Dindar insanın üç özelliği vardır: Doğruluk, iyilik ve güzellik; bir başka deyişle bilgi, ahlak ve sanat. O, aşk ve bilgiyle donatılarak yeryüzüne gönderilmiş, Allah’ın halifesidir. Her şey onun emrindedir.
Dünya ve ahiret saadeti, ancak, dindarlıkla, Allah’a kul olup Ona yönelmekle elde edilir. Çünkü dindarlık insanı, dünya hayatında ölçülü tutar, faziletli kılar. Dindar insan, seven ve sevilen, merhamet eden, herkesle hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilendir. Böyle bir kişi; kendisiyle, ailesiyle, içinde yaşadığı toplumla, milletiyle ve bütün insanlıkla barışıktır.
Din duygusu ve dindarlık, toplumun düzeninde önemli fonksiyonlar üstlenir. Filozof Jül Simon’un dediği gibi, "Din duygusu, kuvvetli İçtimaî bir bağdır. Bir milletten, Allah fikrini kaldırırsanız, o zaman onlar, ancak menfaat korkusunun tesiri altında bulunan bir topluluk olurlar. O topluluğu teşkil eden vatandaşlar ise, birer kardeş değil, sadece müşterek men- faatli birer ortaktırlar." Menfaat bağları çözülmeye başlayınca da, birlik ve dirlikten eser kalmayacağı tabİİdir.(M. Asım Koksal, Dinî ve Ahlâkî Sohbetler, c.1, s. 9-10.)
Mehmet Akif, bu konuyu dizelerinde şöyle dile getiriyor:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan’ın
Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen ne vicdanın. (Mehmet Akif Ersoy, Safahat, s.307.)