Makale

başyazı

başyazı

PROF. DR. ALİ BARDAKOĞLU
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI

Din, birey açısından bakıldığında, kişinin her şeyden üstün olan İlâhî bir kudretin varlığını ve bu varlığın ondan yapması ve yapmaması hususunda taleplerde bulunduğunu gönülden kabul etmesidir. Bu kabulün, yani iman etmenin bir yansıması olarak insanın bu İlâhî kudretin emrine girmesi ve hayatını O’nun talepleri çerçevesinde şekillendirmesi de "dindarlık" olarak tanımlanabilir.
Bununla birlikte, modern dünya görüşleri ve yaşam biçimlerinin günümüz insanı üzerindeki etkileri sonucunda olsa gerektir ki, dindarlığın mutlaka bazı ibadet ve ritüelleri yerine getirmekle sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında bu tartışmanın ardında iman sahibi kişilerin bazı ibadetleri yerine getir(e)memeleri veya aksatmaları nedeniyle kendilerinin dindar sayılmamaları endişesi yatmaktadır. Bu aşamada dindarlığın "bir ibadetler bütününü yerine getirmek olarak değil, bir inanç eğilimi içerisinde olmak şeklinde" tanımlandığını, bu bağlamda dindar olmanın da "dindarlık eylemini yerine getirmek değil, bu eylemleri yerine getirmek için taşınan bir sorumluluk" şeklinde daha geniş ve toleranslı bir tanım kazandığını görürüz. Fakat bu tanım, hiçbir zaman, dinî ibadet veya ritüellerin vazgeçilebilir oldukları anlamını taşımamaktadır. Çünkü dinî inancın sürekliliğinin ibadet ve ritüellerle sağlanabileceği, konu ile ilgilenen sosyal bilimcilerin üzerinde hemfikir oldukları bir noktadır. Zaten Yüce Dinimizin de iman ile amel arasında sıkı bir bağ kurması ve bunun üzerinde hassasiyetle durması bu sebepledir. Yukarıda zikrettiğimiz "din" ve "dindarlık" tanımlarının da böyle bir bütünlüğü gerektirdiği ortadadır.
Dindarlık konusunda bugün üzerinde tartışma yapılan bir başka nokta da dindarlığın sadece şeklî ibadetlerin yerine getirilmesi olarak görülmemesi, onun daha çok hümanistik değerlerin gerçekleştirilmesi şeklinde algılanması gerektiği hususudur. Bu bakış açısı aslında belki de dinin sadece şeklî yönüne yapılan aşırı vurgudan ve de hümanistik değerlerin sanki din dışında kalan değerler olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır. Halbuki günümüzün yükselen değerleri olarak görülen insan haklan, sevgi, hoşgörü gibi değerler ve birey-toplum ilişkisini düzenleyen ahlâkî ilkeler şeklinde özetlenebilecek olan hümanistik değerlerin tümü birçok dinin, özellikle de Yüce Dinimizin emirleri veya en azından erdem değerleri arasında yer almaktadır. Din, insan hayatını yönlendiren bütüncül bir sistem arz eder ve hümanistik değerler de bu sistem içerisinde mutlak bir şekilde yer alırlar. Dolayısıyla, dindarlık da işte bu bütüncül sistemin tamamını dikkate alan bir vasıf olmalıdır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bize hem bu bütünlüğü sunmakta, hem de bu bütünlüğü barındırır vasıfta dindarlar olmamızı öğütlemektedir.