Makale

Zümrütten Yapılmış Mabet: YEŞİL CAMİ

Zümrütten Yapılmış Mabet: YEŞİL CAMİ

Cevat Akkanat

Yeşil, Bursa’da pek çok şeyin adıdır. En başta Bursa’nın sembolü ve adıdır. Sonra, bir semtin, bir külliyenin, camiin, türbenin, medresenin adıdır.

Yeşil, Bursa’da her şeyin adıdır. Adını ‘Yeşil’den almış onca mekânı bir yazıya sığdırmak ne kadar zorsa, bunlar arasından birisini seçip bir yazıda işlemek de o kadar zor. Bu sayfalardaki yazış sebebimiz camilerimizi anlatmak olmasa, çıkış yolumuz bütünüyle çatallaşacak… Bu anlamda, ‘Yeşil’lerden camii olanını seçme mecburiyetimiz bizi rahatlatıyor…

Mehmet Âkif’in “kocaman bir zümrütten oyulmuş” dediği; Evliya Çelebi’nin “gönül açıcı” ve “cennete benzer” ifadeleriyle övdüğü Yeşil Cami’yi, Beş Şehir muharriri Ahmet Hamdi Tanpınar (Yeşil Türbe’yle birlikte) şöyle takdim eder: “Türkçede Ş ve L harfleri daima en güzel terkipler yapar. Yeşil dediğimiz zaman, âdeta bir çimen tazeliğini, bir palet üzerine ezilmiş bir renk gibi, günün ve saatin bir tarafında bir bahar müjdesiyle toplanmış buluruz. Bu kelimenin ilk cetlerle beraber Orta Asya yaylalarının baharından geldiği o kadar belli ki… Fakat Bursa’da yeşilin manası çok başkadır; o ebediyetin rahmanî yüzü, bir mükâfata çok benzeyen bir sükûnun fânî bir saate sinmiş manasıdır. Yeşil Türbe, Yeşil Cami der demez, ölüm muhayyilemizdeki çehresini değiştirir, ‘ben hayatın susan ve değişmeyen kardeşiyim. Vazifesini hakkıyle yapan fâninin alnına bir sükûn ve sükûnet çelengi gibi uzanırım…’ diye konuşur.”

Erken dönem Osmanlı yapılarından olan Yeşil Cami, çevresindeki medrese, imaret, hamam ve türbeden oluşan Yeşil Külliyesi’nin ana unsuru olarak 1419’da inşa edilmiştir. Bu tarihte Timur istilâsı bitmiş, fakat maddî etkisi sürmektedir. Karamanoğlu istilâsı geçmiş, Şeyh Bedrettin gailesi geçiştirilmiş, memleket huzura kavuşmuştur. Yeşil Cami, çevresindeki külliyeyle birlikte, işte böyle bir süreçten sonra, Osmanlı birliğini yeniden kuran Çelebi Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Bu yüzden camiin adını Evliya Çelebi, “Yıldırım Bayezid Hân oğlu Mehmed Hân Câmii” olarak zikreder.

Caminin mimarı Hacı İvaz bin Bayezid’dir. Onunla birlikte bu esere Nakkaş Ali bin İlyas Ali, Muhammed el Mecnun (çini), Tebrizli Ali ibn Hacı Ahmed (ahşap) gibi sanatkârlar da emek harcamıştır.

Yeşil Cami, Osmanlı mimarlığında ‘ters T plânlı’ (Bazı kaynaklarda ‘tabhaneli’, ‘zaviyeli’, ‘kanatlı’ veya ‘Bursa tipi’) olarak nitelenen yapı grubuna girer.

Cennete Girişin Muhteşem Kapısı…
Yeşil Cami’yi anlatmaya girişinden başlayacağız, taç kapısından… Bunun için de önce kuzey cephesi üzerinde durmamız gerekecek.

Camiin bu cephesi mermer kaplıdır ve bütün ihtişamını taş süslemesinden almaktadır. Alınlıklar, pencerelerin söveleri, kemer tablaları, üst kattaki maksurelerin şebekeleri ve bütün bunların merkezindeki taç kapının çevresi kaliteli mermer kabartma yazılarla, rumî motifler ve kıvrık dallarla donatılmıştır. Ayrıca kapının iki yanındaki küçük mihraplar da benzer sanat özellikleri göstermektedir. Taç kapının mermer kabartmalarıyla zıtlık oluşturan zengin mukarnaslı kavsarası (üstteki yarım kubbe), dönemin en görkemli taç kapılarından birisinin ortaya çıkmasına katkı sağlar.

Evliya Çelebi haklı olarak bu kapıyı yere göğe sığdıramaz: “…bir kıble kapısı vardır ki, sağında ve solunda yüksek kemerine varıncaya kadar kat kat, düğüm düğüm rumiler ve zülüf nigâr fevkalâde nakışlar vardır. Bunlar öyle nakışlar ki, Behzad, Hatâyî kâğıt üzerine kıl kalemle bile yazamaz. Amma mermer üstadı bu kapıya tam üç yıl (ham mermer üzerine) keser vurarak ustalığını göstermiş, binanın sahibi Mehmed Han’dan üç sene zarfında kırk bin altın almıştır. Yeşil imâret kapısı kırk bin altına yapılmış ve süslenmiş diye destan olmuştur. Doğrusu, kara ve deniz seyyahları tarafından beğenilmiş bir yüksek kapıdır.”

Kazım Baykal “İlim ve Sanat Yönünden Yeşil Cami’nin Dış Kapısı Kitâbeleri” başlıklı makalesinde Evliya Çelebi’ninkine benzer bir üslûp kullanır: “Yeşil Cami kapısı Selçuk mimarisinden örnek alarak koca mimar, Vezir Hacı İvaz Paşa’nın himmetiyle toplanmış hattat (güzel yazı sanatı üstâdı), hakkâk (taş oymacısı), nakkaş, cemiyet bilgini din alimi, şairleri, ustalarının sanat sentezidir. Taşların üzerine yerli, Bursa çiçeklerinin resimlerini yapmışlar, mermer oymacıları bu resimleri taşa oymuş, kabartmışlar, şairler bu çiçekleri tarihi kitâbenin içinde sembolize ederek şiir vücuda getirmişler, din alimleri günün sosyal gidişini çok güzel anlamışlar da ona göre Hazreti Peygamber (s.a.s.)’in hadis-i şeriflerini derleyip taşa yazdırmışlar, işte böyle bir eser vücuda getirmişler.”

Kapının tam tepesindeki üç satırlık kitâbe Arapça’dır. Besmeleyle başlayan bu kitabenin bir bölümünü Kazım Baykal’ın Türkçesiyle okuyalım: “Kudreti her şeye hakim, ilmi her şeyi ihata etmiş olan Rabb’imizin takdiri ile örülmüş Cennet-i Naim örneklerinden bir örnek, âhiret bahçelerinden bir bahçe, dünya süsleriyle meydana getirilmiş olan makam, kâinat kurulalıdan beri san’atının inceliği ve manzarasının güzelliği ile bütün cihana ne kadar iftihar etse, en mamur şehirler bile benzerine kavuşamadıklarından dolayı çekingen bir vaziyette karşısında ne kadar utanıp kalsalar yeridir.” denilmektedir. Kapının sağ ve solundaki mihrapçıkların üstünde camiin mimarına ait kitâbeler yer almaktadır.

Ana Mekân, Cennet Mekân…
Taç kapıdan ana mekâna ulaşmak için 2.30 metrelik bir dehliz (koridor) vardır. Koridorun sonundaki kapıdan da geçilerek camiin içine ulaşılır.
Caminin ana mekânı iki büyük kubbenin örttüğü ve kıble ekseni yönünde uzunlamasına dikdörtgen bir alanı kapsar. Sağda ve solda, ibadet mekânı boyunca yan yana sıralanmış odalar zaviyeli camilere has kanatları oluşturur. Bunlardan öndeki odalar ibadet mekânına birer kapıyla bağlanır. Ortadakiler ise bütün enlerini kaplayan birer kemerle açılarak ibadet mekânının eyvanlarını oluşturur. En gerideki (giriş yönündeki) odaların ise ibadet mekânıyla bağlantısı yoktur. Bu odalara, kıble kapısından içeriye doğru uzanan dehlizin iki yanındaki koridorlarla ulaşılır.

Caminin ana mekândaki ilk kubbesi 13 metre çapında, 25 metre yüksekliğindedir. Bu kubbenin tam ortasında sekiz pencereli bir aydınlatma feneri ve bu fenerin de tam altında sekizgen bir şadırvan yer alır. (Şadırvan bugün âtıl durumdadır. Vaktiyle bu şadırvanda bulunduğu bilinen paha biçilmez zarif fıskiye bugün yerinde değildir ve âkıbeti de bilinmemektedir. Fıskiyeden boşalan yer maalesef yeşil renkli plâstik bir çiçekle kamufle edilmiş haldedir.) Bu bölümden mihrap tarafındaki ikinci kubbenin örttüğü yükseltilmiş mekâna basamaklarla çıkılır. İki bölüm arasındaki bağlantı, mermer bir Bursa kemeri ile sağlanmıştır. Bu kemerin zeminle birleştiği her iki kısımda, ikişerden toplam dört zemin terazisi bulunmakta olup, bugün sadece doğu taraftakilerden birisi işlevini sürdürebilmektedir.

Caminin iki ana kubbesi prizmatik üçgenler üzerinde yükselir. Eyvanlar ve mihrap tarafındaki odalar yivli kubbelerle örtülmüş, giriş bölümündeki odalar ise çapraz tonozla kapatılmıştır. Oda ve eyvanlardaki kubbeler orta kubbelere göre alçakta tutulmuştur.

Mekân Birliği Değil, Vatan Dirliği…
Buraya kadar belirtilenlerden de anlaşılacağı üzere Yeşil Cami’nin içinde bir mekân birliğinden söz edilemez. Bu durum sadece yan odalar ve eyvanlarla açıklanamaz. Bunların dışında, cami girişinin iki yanında ve üstünde bulunan mahfiller de birliği bozar.

Şöyle ki, girişte, asıl cami mekânından bütünüyle ayrılmış çapraz tonozlu odalar arasında yer alan bölüm iki katlıdır. Altta iki yanda saray mahfilleri (Girişin sağındaki, günümüzde müezzin mahfili olarak kullanılmaktadır.), üstte hünkâr mahfili ve daireleri bulunur. Giriş sofasının iki yanında merdiven holleri, bunların üst katında dışarıya açık iki balkon vardır. Kuzey dış cepheden görülen bu iki balkon içeriyle bağlantılı değildir.

Bilindiği üzere, Bursa’daki selâtin camilerden büyük bir kısmı aynı zamanda devlet yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. Mimarinin gerek ibadethane, gerekse sosyal hayat mevkii olarak tasarlanması, diğer bir ifadeyle, devletin dirliği, milletin birliği için kullanımı, en bariz şekliyle Yeşil Cami’nin bünyesinde görülmektedir.

Bu arada, Yeşil Cami’de son cemaat yeri bulunmayışı önemli bir ayrıntıdır. Osmanlı camilerinin alışılmış unsuru olan son cemaat yerinin Yeşil Cami’deki eksikliği süregelen tartışmalara konu olmuştur. Son cemaat yerinin plânda bulunduğu, fakat inşaat sırasında gerçekleştirilemediği düşünülmektedir. Bu düşünceyi ispatlayacak bazı izler mevcut yapıda bulunmaktadır. Beden duvarındaki üzengi taşları, beş gözlü bir son cemaat yerinin plânlandığına işarettir. Bu mekânın yapılamayışına gerekçe olarak da Çelebi Mehmet’in ani ölümü gösterilmektedir.

“Başka Memleketlerde Böyle Bir Allah Evi Görmedik”
Evliya Çelebi, “Bu cennete benzer camide güzel sanatkârlar çeşitli işler yapmışlardır ki, insan medihten âcizdir.” der ve Yeşil Cami’yi görmeye gelen seyyahların “Başka memleketlerde böyle bir Allah Evi görmedik” dediklerini kaydeder. Seyyahları böyle söyleten, camiin iç mekânındaki tezyinatın zengin ve uyumlu göz kamaştırıcılığıdır. Diğer bir ifadeyle, caminin çini, taş, kalemişi ve alçı bezemelerinin yüksek kalitesidir. Bu arada, sadece camiin değil, bütün Yeşil Külliyesi’nin mozaik veya renkli sır tekniğindeki çini süslemeleri, Türk çini sanatında o zamana kadar görülmeyen bir kusursuzluğu simgeler.

Seyahatname yazarımıza göre caminin “Yeşil Cami adı ile anılmasına sebep, kubbeleri ve minaresinin tâcı yeşil çinilerle örtülü oluşu ve güneş ışığından zümrüt yeşili parıltı vermesidir.” Bu konudaki bir başka iddia da, çinilerinin ve şaheser mihrabının güzelliğinden kaynaklanmaktadır. Bunlardan da anlaşılacağı üzere, çini, Yeşil Cami’yle özdeşleşmiş halde karşımıza çıkar.

Bazı eski kaynaklarda ve güncellenmemiş bilgilerden oluşturulmuş birtakım derleme kitaplarda camiin iç kısmının tamamıyla çiniyle kaplı olduğu yazılsa da, bu bugün için doğru değildir. Biz çini bakımından ‘var olanı’ kısaca anlatmaya çalışalım:

Yeşil Cami’nin mihrabı çini sanatının seçkin örneklerinden birisidir. Eni 6, yüksekliği 10.67 metre olan mihrap, sanki bir çini cennetidir. Mihrabın dış çevresindeki kufî ve sülüs karışımı yazılar, çiçekli pervaz ve mihrap yuvası, 12 sıralı mukarnas yaşmağı görülmeye değerdir. Mihrap nişinin ortasındaki ‘Allah’ kelimesi sonradan yazılıp buraya monte edilmiş olmalıdır.

Bu arada, öndeki ana bölümün doğu ve batı duvarlarındaki çinilerin koyu lâcivert olduğunu ve üstten bir hat (yazı) kuşağı ile kuşatıldığını belirtelim.

Giriş üstünde, loca görünümündeki hünkâr mahfili renkli sır tekniğinde, kısmen kabartma çinilerle kaplıdır. Geometrik, yıldızlı desenin ayrıntılarında küçük çiçekli ve rumili motifler kullanılmıştır. Hünkâr mahfilinin korkuluğu da bir çini harikasıdır. Yapıdaki süslemenin tamamından sorumlu olan Nakkaş Ali bin İlyas Ali’nin adı ise hünkâr mahfilinin üst kısmındaki kitabede yer almaktadır.

Caminin çini bakımından en zengin kısımları arasında girişteki dehliz ve bunun iki yanındaki mahfiller de bulunmaktadır. Yandaki her iki mahfil de bütünüyle (tavanları da dahil) çini kaplıdır.

Yeşil Cami’nin çinileri pek çok şaire ilham kaynağı olmuştur. İşte “Bursa’da Yeşil’de” şiirinde İbrahim Tarık Çakmak bu çinileri şöyle anlatıyor:

“İçi bin bir zevk dolu bir çini bahçesi ki,
Yer yer füsun kokuyor, renk renk çiçek sunuyor.
Gönül Tanrı’ya uçan bir bahar serçesi ki,
Kâh hünkâr mahfiline, kâh mihraba konuyor…”

Yeşil Cami, çininin yanı sıra, başka kaliteli süsleme örneklerine de sahiptir. Bunlar arasında, kubbelerde kullanılan mukarnas süslemeler ve pencerelerdeki mermer ve ahşap işçilik önemlidir. Özellikle pencere kanatlarındaki rumî oymalar, yıldız ve çiçek motifleriyle geometrik bir şekilde süslenmiştir. Bu aksamda ayrıca kabartma yazılar da bulunmaktadır.

Caminin kapı, pencere ve dolap kapaklarında kullanılan demir aksam da orijinal sanat unsurları olarak kayda değerdir.

Bu arada, Yeşil Cami’nin kuzeybatı ve kuzeydoğu köşelerindeki minarelerin 19. Yüzyıl sonlarında yapılmış olduğunu belirtelim.

Son olarak camiin 1855 depreminde zarar gördüğünü ve tamiratının Leon Parvillée tarafından yapıldığını; ayrıca 2002’de zeminine yapılan ahşap döşemeler ile, zeminde var olan orijinal ısıtma tuğlalarının fonksiyon açısından zedelendiğini belirtelim.