Makale

Kentte KADIN OLMAK

Kentte
KADIN OLMAK

Dr. Nesrin Türkarslan

Aile ve Sosyal Araştırmalar
Genel Müdürlüğü

Modern hayatın yaşam alanlarını kentler ve metropoller oluşturmaktadır. Buralarda yaşayanların çoğunluğunu ise başka kent ya da diğer yerleşim birimlerinden göç eden nüfus oluşturmaktadır. Göç, şehrin çekiciliği ya da göç edilen yerin yetersiz şartlarından kaynaklanabilmektedir. Çekici sebepler içerisinde, şehrin sosyo-kültürel hayatı ve iş imkânları, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi faktörler vardır. Kente göç olgusu toplumsal, ekonomik ve kültürel boyutlarda derinden ve geriye dönüşsüz bir büyük değişim sürecinin yaşanmasına sebep olmaktadır.

Göç, evrensel bir olgudur. Adem ile Havva’nın cennetten çıkışından bu yana insanlar hareket halinde olmuşlardır. Diğer ülkelere paralel olarak göçün yönü Türkiye’de de köyden ve kasabadan kente doğru yaşanmaktadır ve bu durum devam da edecektir. Konuyla ilgili olarak çalışan uzmanları meşgul eden gelecekte kentlerdeki kalabalık insan gruplarının sağlıklı yaşamını temin edebilme yollarıdır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun 2008 için yaptığı tahmine göre, insanlık tarihinde ilk kez, dünya nüfusunun yarısından fazlası kentlerde yaşıyor olacaktır.

Göç, sosyo-kültürel, ekonomik ve psikolojik bir olgudur. Kente göçte büyük yerleşim yerlerinin insanlara sundukları türlü olanaklar etkili olmaktadır. Köyümüz insanının çoğunun içinde gün gelip şehirde yaşamak düş olarak yerleşmektedir ki son zamanlarda televizyonun yurdun tüm yörelerinden izlenebilmesinin, dizilerde sunulan renkli hayatların çekiciliğinin de bunda payı büyüktür.
Göç öncelikli bekâr erkekler tarafından gelip kente yerleşmek sonra ailesini de yanına getirmek ya da bekâr geldiği şehirde köyünden ya da kasabasından bir kızla evlenip yerleşmek şeklinde gerçekleşebilmektedir.

Evli ve çocuklu olan aileler, kentin imkânlarının çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlayacağı umuduyla göçe katılmaktadır. Özellikle bazı şehirlerimize göç, “Taşı toprağı altın” gibi sözlerle daha çekici hale de gelebilmektedir.
Kentte yaşam ise hiç de sanıldığı kadar kolay değildir. Özellikle göçle şehir hayatına katılmış kişi ya da aileler için uyum süreci oldukça sancılı olabilmektedir. Bu konuda psikiyatrist Nevzat Tarhan şöyle demektedir:

“Göç, psiko-sosyal bir travmadır. Bir insanın bir yerden başka bir yere göç etmesi yaşam tarzında bir farklılaşma meydana getirir ve psikolojik düzeyde yaralanma yaşanır. Değişim, bu acı ve sıkıntının sonucunda ortaya çıkar. Göç yaşayan insan da, bir yakınını kaybetmiş veya sevdiği bir şey hayatından çıkmış gibi matem tepkisi oluşur. Bu tepkinin sonunda çektiği acı, onu değişime götürür.”

Değişimi etkileyen pek çok neden bulunmaktadır. Yerleşilen sosyo-kültürel çevre ve medya bunların başında gelir. Bu değişmelere çocuklar ve gençler ailelerinden daha farklı uyum geliştirebilirler. Olumlu ve bilinçli uyum süreci yaşanması, ailenin gence karşı tutumuna ve aile içi ilişkilere de bağlıdır. Bazen bu değişmeler gençlerde istenmedik alışkanlıklar edinmek ve marjinal gruplara kaymak şeklinde olabileceği gibi, tamamen aileden koparak arkadaşlık ettiği kişilerle, hiç de ailenin arzu etmediği şekilde yaşam tarzı benimsemekle de sonuçlanabilmektedir. Ailelerin şehirde kız çocuklarına daha baskılı davrandıkları gözlenir; çünkü kız çocuklarını dışarının tehlikelerinden korumak isterler. Bu ise genç kız tarafından baskı olarak anlaşılır ve ilişkilerin gerginleşip kopmasına yol açabilir. Bu olumsuzlukların yaşanmaması için yapılması gereken, kente yerleşen ailelerin çevrelerine uyumunu kolaylaştırmak ve aile içi ilişkilerini dengeleyebilmek için çok ayrıntılı bir “kente uyum eğitimi” verilmesidir.
Kente uyum için eğitim şarttır. Çünkü kız ya da erkek fark etmeksizin iyi bir gelecek elde edebilmek için eğitimli olmak gereklidir. Özellikle kızlar için göçle kente gelmiş ya da kentte doğmuş olsun, düzgün bir iş bulmasının belki de ilk şartı yüksek eğitim almış olmasıdır. Aksi takdirde düşük maaşlı ve sosyal güvencesiz işlerde çalışmak gibi zorluklarla karşılaşılabilmektedir. Üniversite eğitimi bile bir iş bulmada yetersiz kalmakta, bunun yanında birtakım kursları bitirmiş, belli sınavlardan yüksek puanlar almış olmak gibi şartlar da aranmaktadır. Belirli mesleklere girebilmek yeterli olmayıp en iyi olmak için çalışmak gerekmektedir. Bütün bunlar ise gençler için birer stres konusu olmaktadır. Üniversite mezunu olmayan genç erkeklerin iş bulabilme imkânları kızlara göre daha fazla olmaktadır. Kızların ve kadınların her yerde çalışmasına henüz hoş bakılmamaktadır. Fakat bunun da yavaş yavaş değiştirilmesi gerekmektedir. Ankara/Pursaklar’da yaşayan Bulgaristan Türklerinden bir bayanın işe girdiği fabrikada sadece erkekler çalışmaktadır. Önce yadırganır ve biraz da rahatsız olurlar, ortamda bir kadın vardır ve hareketlerinde bunu göz önünde bulundurmak durumundadırlar artık. Zamanla çalışkan, nazik tavırlarıyla kendini sevdirir. Sonra kendi çevresinden birkaç kız daha işe alınmasını sağlar ve her şey gayet yolunda gider. Konuştuğumuz sıralarda fabrikada çalışan kadın sayısı 10 kişi olmuştu ve erkekler de bayanlarla çalışmaya alışmışlardı.

Şehirde yaşamanın neredeyse zorunluluğu olarak karşımıza çıkan ailede hem erkek hem de kadının çalışması kadın için oldukça yorucu ve yıpratıcı olmaktadır. Çünkü kadının bir de annelik vazifesi bulunmaktadır. Bu vazife çalışan anne tarafından yeterince yerine getirilemeyip, farklı birtakım çözümlerle örneğin; eve kadın tutmak, aile büyüklerine baktırmak, yuvaya vermek gibi çözümler bulunarak fonksiyon paylaşımına gidilmektedir. Anne olan kadının çalışmaması gibi herkes için bir çözüm lüksümüzün günümüz koşullarında olmadığı gerçeğini kabul etmek zorundayız. Çünkü kadının da sosyal güvencelerinin olması gerekmektedir. Evliliklerin boşanma ile sonuçlanması giderek artmaktadır. Çocuklu, işsiz, eğitimsiz bir kadının boşanması demek, ailesinin yanına sığınması ve yoksullaşması şeklinde sonuçlanmaktadır.

Çalışan kadının annelik vazifesini de ihmal etmemesi, devlet eliyle birtakım düzenlemelerin yapılması gelecek toplum yapısını oluşturacak çocukların daha sağlıklı birer insan olarak yetişmelerini sağlayacaktır. Her iş yerinde çocukların bakılacağı kreşler açmak, annelere yarım zamanlı iş seçenekleri sunmak, çalışmayan annelere çocuk yardımı yapmak, hatta annelere yarım günlük işler için tam günlük ücret verilmesi yollarına gidilebilir. Çünkü çocuklar ne kadar iyi şartlarda yetiştirilirse, toplumsal yapı da o kadar sağlıklı olacaktır. Çalışmamayı seçen kadına anne olması durumunda sigorta kapsamına alınarak sosyal güvenceye kavuşturulması da düşünülebilir.

Yüksek eğitimli, çalışan anneler ülkelerin geleceği için çok büyük öneme sahip bulunmaktadır. Çünkü, “Üniversite Son Sınıfta Okuyan Gençlerin Evliliğin Kuruluşuna İlişkin Görüş ve Düşünceleri” adlı bir çalışmamızda, anne eğitiminin ve çalışmasının babadan farklı olarak, çocukların başarısını olumlu düzeyde etkilediğini göstermiştir. Bu iki anlama gelebilir: Birincisi, anne başarılıysa çocuğun da olumlu modelleme ile başarılı olduğu ve ikincisi, annelik vazifelerini eksik yapsalar da kadınların, üniversite mezunu ve çalışıyor olması çocuklarının hayata daha iyi hazırlanmasını sağlamaktadır. Globalleşen bir dünyada yaşıyoruz ve dünyada yaşanan değişmelerin ülkemizi de etkisi altına alacağı bir gerçektir. Dünyada evlilik oranı ve çocuk sahibi olma oranı giderek düşmekte ve nüfus yaşlanmaktadır. Geleceğe yönelik sosyal plânlamalar yapılırken bu durumun ülkemizde de yaşanmaması için öngörülü davranılması gerekmektedir.

Kentlerde ve özellikle metropollerde genç kızlarımızın iyi ve kaliteli bir yaşam sürebilmeleri için ya okumak ve istedikleri hayat standardını yakalamak zorunda olmaları söz konusudur. Ya da bunu evlenecekleri kişi sayesinde elde edebilirler. Günümüz koşullarında erkekler de evlenecekleri kızlarda çalışma kriterini arar hale gelmişlerdir. Düşük bir ücretle evi, aileyi geçindirmek son zamanlarda çok da mümkün görünmemektedir; çünkü ailelerin tüketim kalemleri çeşitlenmiş ve artmıştır. Ekonomik açıdan sıkıntı çeken ailelerde ise buna bağlı gibi gözükmeyen temelde yatan sebebin bu olduğu anlaşmazlıklar yaşanmakta ve ailelerin çekirdek ailede eşler arası uyumu sağlayacak mekanizmaların olmayışından boşanmalara bile rastlanabilmektedir.

Şehirli kızlar için yüksek eğitimin yanında mesleğinde ilerleme, yani kariyer yapma da önemli bir hale gelmiştir. Bu yolu seçen kızlar, hem çalışıp hem de eş ve anne olmanın zorluklarının bilincine vardıkları ve aileleri de desteklediği için evlilik ve çocuk sahibi olma ikinci plânda kalabilmektedir.

Kentte sadece çalışan anneler zorluklarla karşılaşmazlar, tüm kadınlar için birtakım şehre özgü zorluklar olabilir. Her şeyden önce genç kızlar (ve erkekler de) bir evi idare edecek, sorumluluk alabilecek bir evlilik için hazırlanmıyorlar, sadece okullardaki sınavlara çalışarak tüm zamanlarını geçiriyorlar. Hatta hayatlarını dahi yaşayamıyorlar sadece eğitime odaklı bir şekilde hayatlarını geçiriyorlar. Bu şekilde okul-üniversite-iş-meslekte ilerleme kriterlerinden dolayı Türkiye’de kentlerde evlilik yaşı da kızlarda 25, erkeklerde 30’lu yaşlara çıkmıştır. Bütün bunlar gelecek için dikkate alınması gereken üzerinde düşünülmesi gereken sonuçlardır.

Kentte yaşamanın zorluklarından biri de tüketim için etrafta çok fazla uyaran olmasıdır. Aileler sürekli olarak çevreden tüketme yolunda iletiler almaktadırlar. Moda anlayışı hem her eşyanın moda kapsamına girmesi hem de eskisine oranla başdöndürücü bir teknoloji gelişimiyle birlikte kısa zaman aralıklarında değişmektedir. Örneğin, bir sene önce aldığınız son model bir cep telefonu çabucak yerini yenilerine bırakarak piyasadan kalkmaktadır. Bu kadar hızlı teknolojik değişmeye maruz kalan ileri yaşlardaki kadınlar eğitimli dahi olsalar para verip satın aldıkları teknolojik yeniliklerle donatılmış ev aletlerinin tüm fonksiyonlarını kullanabilme bilgisine sahip olamamaktadır. Bu durum kuşaklar arasındaki uçurumu da artırmakta ve aile ilişkilerini olumsuz etkileyebilmektedir. Geçmişte kültürleme anneden kıza şeklinde gerçekleşirken günümüzde kızdan anneye olmaktadır. Geleneksel olarak dantel örmeyi, dikiş dikmeyi anneler kızlarına öğretirken bugün kızlar annelerine bilgisayar kullanmayı, cep telefonunun fonksiyonlarını öğretmektedirler. Büyürken anne model alınırken, şimdi dizi kahramanları, arkadaşlar ve aile dışındakiler olmaktadır.

Sonuç olarak kızlarımız ve kadınlarımızın eğitimine ve gelişimine azami önem verilmelidir. Bu Toplumun geleceği için bir yatırımdır. Kentlerde ve metropollerde yaşayan kızların, kadınların ve annelerin sosyal ve kültürel çevreye uyumlu, üretken yeni nesilleri yetiştirme azminde ve arzusunda olmaları konusunda yüreklendirmek gerekmektedir.


“Kızlarımız ve kadınlarımızın eğitimine ve gelişimine azami önem verilmelidir. Bu, toplumun geleceği için bir yatırımdır. Kentlerde ve metropollerde yaşayan kızların, kadınların ve annelerin sosyal ve kültürel çevreye uyumlu, üretken yeni nesilleri yetiştirme azminde ve arzusunda olmaları konusunda yüreklendirmek gerekmektedir.”