Makale

Erdemli Şehrin Sütunları

Erdemli Şehrin Sütunları
Dr. Şenol Korkut
Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı

Şehir, insan varlığının başlangıcından kısa süre sonra oluşturup günümüze kadar devam ettirdiği yerleşim biriminin genel adıdır. Kadim filozoflar bize kendi dönemlerine kadar tufanlar, felâketler ve salgın hastalıklar nedeniyle binlerce kentin kurulduğunu ve bunların akabinde de bir o kadarının da yıkıldığını bildirmektedir. (Platon, Yasalar, Çev. Candan Şentuna, Saffet Babür, Ank., 1998, s. 66) Bu tarihsel olgu Kur’an’da da çeşitli ayetlerde yer almaktadır. (Hûd, 100; Fûrkan, 38; Kasas, 58; Ahkaf, 25)

Bir şehrin kimliğinin oluşmasında mimarî, sanatsal tezyinat ve estetik yönden maddî boyutlar ne kadar etkinse insanlarının kültürel, manevî ve metafizik dünyalarının da o kadar etkin olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Şehirlerin kurulup, yıkılmasında doğal felâketlerin ne kadar payı varsa, ahlâkî/manevî çöküntünün veya ilerlemenin, zihinsel dönüşümlerin de bir o kadar payı vardır. Tarihçiler doğal felâketler sebebiyle yıkılıp ve yeniden kurulan kadim şehirler kadar insanların manevî, kültürel ve metafizik dünyalarındaki değişimler dolayısıyla yıkılan ve kurulan şehirlerin de önemli bir yekûn tuttuğunu bizlere bildirmektedirler. Ahlâkî ve dinî tecdidin insanlarda meydana getirdiği değişim şehirlerin maddî ve manevî olarak canlanmasına sebep olmuştur. İnsanların zihinlerinde, ruhlarında ve manevî dünyalarında yaşanan heyecan anında şehirlerin bitkin dokusunda da kendisini hissettirmekte ve bir canlanmaya sebep olmaktadır. Öyle ki şehir, mensuplarının birer aynası olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında hicret öncesi Yesrip ile hicret sonrası Medine’yi kıyaslamak bile mümkün değildir. İslâm, dünya coğrafyasında hızla yayılıyorken Müslümanların Hz. Muhammed’i örnek almasıyla, diğer şehirlerin de Medine’ye benzemesi neredeyse kıyasıya yarışıyordu. Bu manevî atılım ve diriliş, şehrin maddî yapısında neredeyse donup kalıyordu. Günümüze geldiği şekilde bir şehrin evlerinde, kapılarında, çeşmelerinde, köprülerinde, sokak isimlerinde ve mabetlerinde bu ruhun tecessüm/tebessüm etmiş halini, eşsiz bir tarih şuurunu ve bunların arkasındaki manevi sütunları görebilmek mümkündü. Öyle ki, bu şehirlerin kapılarında yer alan “bilgi ve erdem, kılıç ve silahtan üstündür” yazısı insanlığı yalın bir dünyadan engin bir medeniyete davet ediyordu. Her dinden, her ırktan ve her kültürden insanın yaşadığı bu yerlerde adalet terazisi vicdanlarda sabitleşmişti. Bu şehirlerin meydanında Agora yoktu fakat gündüzler, gece boyunca açılan kalemlerin, gerçekleştirilen münazaraların ve akıtılan mürekkeplerin aydınlığı ile ışıyordu. Toplum metafiziği şehrin metafiziğine, insanların erdemi şehrin erdemine dönüşüyordu.

İslâm medeniyetinin ortaya çıkmasını sağlayan erdemli şehirlerin felsefî teorisini/fikir babalığını ise filozof Fârâbî yapmıştır. Günümüzden baktığımızda andığımız nitelikteki şehirlerin mi yoksa Fârâbî’nin teorisinin mi daha ütopik olduğunu net bir şekilde birbirinden ayırmamız zorlaşmaktadır.

Fârâbî, erdemli ve erdemsiz şehirler ayrımı ve bunlar etrafında geliştirdiği teorilerle İslâm düşünce tarihinde ilk defa sistemli bir şekilde siyaset felsefesine eğilen filozoftur. Onun siyaset felsefesini metafizik, ahlâk ve psikolojik öğretilerinden ayrımlaştırabilmek mümkün değildir. Bunun nedenlerinden birisini de yaşanılan şehri söz konusu boyutlarından ayrımlaştırmanın mümkün olmamasına bağlayabiliriz. Fârâbî’nin siyasî öğretisinde en belirleyici kavramlardan birisi erdemdir. Bu tabire sadece ahlâkî bir terim olarak bakılmamaktadır. Dolayısıyla erdemli şehir sadece ahlakî olarak mükemmel donanımlara sahip insanların buluştukları bir yer değil, nazarî, kozmik ve metafizik temellere dayalı, her türlü meslek, zanaat, sanat, görüş ve düşünme şeklinin mükemmelleştiği, böylelikle en yüksek saadetin kazanıldığı bir şehir tasavvurudur.

İlkellikten Medenîliğe Geçiş
Fârâbî, sosyal bir varlık olarak ele aldığı insanların oluşturduğu toplumların tasnifine geçmeden önce, bize medenileşmemiş bir insan tipinden bahseder. Bu insanlar yaratılışları gereği ilkel düzeyde bulunmakta, belirli bir düzen oluşturamayacak kadar vahşi niteliklere sahip olmakta, tesadüfen bir topluluk oluştursalar bile bu topluluğu organize edecek kadar zihinsel gelişme ve işbirliği gösterememektedirler. Fakat bunlar düzenli bir eğitim süreciyle toplumsal hayata kazandırılabileceklerdir. (es-Siyasetü’l Medeniye, Neşr. Fevzi Mitri Neccar, Beyrut, 1993, s. 87-88)

Erdemli Şehrin Doğal ve Biyolojik Yapısı
Fârâbî’ye göre, tek başına yaşayan insanın mutlu olması mümkün değildir. İnsan fıtraten toplumsal bir canlıdır. İnsanlar temel ihtiyaçlarını gidermek, gelişimlerini sürdürebilmek ve gerçek mutluluk yolunda mesafe katedebilmek için bir toplum oluşturmak zorundadır. Dolayısıyla gerçek mutluluk ve mükemmelleşmenin sağlanabileceği en küçük sosyal birim şehirdir. Şehirden daha küçük sosyal birimlerde bu işlevi gerçekleştirmek mümkün değildir. (Kitâb Ârâ’ ehl el-medîne el-fâdıla, Neşr., Alber Nasri Nadir, Beyrut, 1986, s.117-18) Fârâbî’nin mutluluğun gerçekleşebileceği en küçük birim olarak şehri belirlemesi medenilik-ilkellik açısından şehirde yaşayan her insanın medenî daha küçük birimde yaşayan insanların ise ilkel olduğu manasına gelmemektedir. Filozofun erdemsiz şehirler ve erdemli şehirde yaşayan muhaliflerle ilgili anlayışını göz önüne aldığımızda, şehirde yaşadığı halde ilkel insandan daha küçük sosyal birimde yaşadığı halde medenî olan insandan bahsedebilmek mümkündür.

Fârâbî’ye göre, şehir, mahalle, sokak ve aile yapısının olduğu sosyal kurumlardan oluşur. Şehrin sosyal olarak en küçük birimi evlerde yaşayan ailelerdir. Ailelerin yaşadığı mekânların ağaç, kerpiç, çadır veya kıldan yapılmış olması önemli değildir. Bu mekânların türü önemli olmaksızın ailelerin bir şekilde yaşadıkları her yere ev ve bunların oluşturduğu bütüne şehir demek gerekmektedir. (Fusul Muntezea, Neşr. Fevzi Mitri Neşşar, Beyrut, 1986, s. 40) Bu bilgilerden yola çıkarak Fârâbî’nin erdemli şehir tasavvurunu dolayısıyla medeniyet anlayışını, maddî unsurları ön plâna alarak oluşturmaya çalışmadığını söyleyebiliriz. Bu anlayışın paralelinde bir durum olarak İslâm tarihi boyunca özel mekânlar¦n her neslin kendi estetik anlayışlarına göre yeniden dizayn edilebilecek şekilde yapılmış olduğunu, mabetler, sosyal işlevli yapılar ve kamu binaların¦n ise nesiller boyu sürecek bir tarzda inşa edildiğini sanat tarihçileri tespit etmektedir.

Fârâbî genel olarak şehirleri erdemli ve erdemsiz olanlar olmak üzere ikiye, erdemli toplumları da küçük, orta ve büyük olmak üzere üçe ayırmaktadır. Küçük erdemli toplum, herhangi bir milletin oturduğu topraklar üzerinde tek bir şehir (Medine) halkının bir araya gelerek oluşturdukları toplumdur.

Erdemli şehirde sosyalleşmeyi ortaya çıkaracak unsurlar ile diğer şehirler de bu işlevi gerçekleştirecek etmenler farklıdır. Erdemli şehirde ilâhî-kozmik düzene uygun bir şekilde sarfedilen iradî fiillerle alttaki tabakaların üstteki sebeplerini taklit etmeleri, gerçek mutluluğa ulaşmak için yardımlaşmaları, adalet ve sevgi bu sosyalleşmeyi belirlerken, erdemsiz şehirlerin kendilerine amaç olarak belirledikleri unsurlar bu tür bir sosyalleşmeyi ortaya çıkaracaktır. Örneğin cahil şehirlerden birisi olan Bayağılık ve Düşüklük Şehri’nde bedenî ve hayalî zevkleri edinme ve paylaşma konusunda yapılan işbirliği sosyalleşmenin yapıtaşını oluşturmaktadır. (es-Siyasetü’l Medeniye, Neşr. Fevzi Mitri Neccar, Beyrut, 1993, s. 88-89)

Fârâbî’ye göre, erdemli şehirden kopmak, aynı zamanda kâinattaki ilâhî kozmik düzenden bir ayrılmayı temsil eder. Dolayısıyla, filozofun tasavvur ettiği erdemli yeryüzü devleti, sınırsız iradî fiillere sahip olan insanların tümünün iştirakiyle kâinatın kozmik düzenini tamamlayıcı ve bütünleyici bir işlev görmektedir.

Erdemli Şehir ve Dil
Fârâbî düşünce düzeyleri açısından da toplumların gelişmesine de değinmiştir. Ona göre, öncelikle bir milletin dilinde harfler ve sözcükler oluşmakta, bu aşamadan sonra, o milletin oluşturduğu dile geçilmektedir. Bazı toplumlarda bu geçiş hızlı, bazılarında da yavaş olacaktır. Diller de ancak medinede temekkün edebilecektir. Düşünme şeklinin ilerlemesi ile sofistik, diyalektik süreçten geçilerek burhanî düzeye ulaşılabilecektir. (Kitabu’l Huruf, Neşr. Muhsin Mehdi, Beyrut, 1986, s. 135-150) Bireylerin kendi aralarında anlaşabilmeleri ve birbirlerini gerek hitabet gerekse başka yöntemlerle ikna edebilmeleri için toplumların lügatını oluşturan kavramlara verilen anlamların bütün zihinlerde ortak olması gerekmektedir. (Kitabu’l Huruf, s. 138,139) Çünkü toplumda bazı insanların ‘kapı’ dedikleri nesneye bazılarının ‘pencere’ demesi bir kargaşa ve huzursuzluğun çıkmasına sebep olabilecektir. Dolayısıyla erdemli şehrin bütün yurttaşları kâinat, insan, siyasî yaşam, dindeki inanç ve fiiller konusunda ortak kavramlara ve anlam alanına sahip olmaktadırlar. (Muhsin Mahdi, Political Philosophy, Fârâbî, Encyclopedia Iranica, Ed. Ehsan Yarshater, New York, 1999, Vol.IX, s. 226)

Erdemli Şehir ve Ahlâk
Fârâbî’ye göre erdemli şehir, nazarî, fikrî, sınaî ve ahlâkî erdemleri kazanmış toplumdur. Erdemli şehrin mensuplarının ruhları bilkuvve halden bilfiil hale gelmekte, erdemsiz şehirlerden özellikler cahil şehirlerin halkı ise bilkuvve halde bulunmaktadır.

Fârâbî’ye göre erdemli şehrin insanları erdemli dinin inanç ve fiillerini, Allah’ın sıfatlarını, ruhanî varlıklar ve onların niteliklerini, âlemin oluşumu ve düzenini, vahyin içeriğini ve ahiretteki en yüksek mutluluğun nasıl elde edileceğini bilmektedirler.

Yukarda bazı niteliklerine değindiğimiz Fârâbî’nin erdemli şehir anlayışı erdemli şehri erdemli insanların kurabileceği anlayışına yol açmış, böylece İslâm medeniyetinin kendini inşa etmesi ve geliştirmesinde önemli bir unsur olmuştur. Bu nedenle Fârâbî’nin erdemli şehri, başka bir yerde müstakil bir şekilde kurulması gereken bir “olmayan yer” (ütopya) olarak algılanmamış, bunun aksine mevcut devletlerin, söz konusu erdemli şehre ahlâkî ve siyasî olarak nasıl yaklaştırılabileceği üzerinde durulmuş ve bu anlayış yaygınlık kazanmıştır. Erdemli şehir Müslüman toplumların en iyi ve en kötü zamanlarında zihinlerde ahlâkî ve siyasî olarak mükemmelleşmeyi amaçlayan bir metafor, örnek ve ide olarak yer almıştır.


“Şehirlerin kurulup, yıkılmasında doğal felâketlerin ne kadar payı varsa, ahlâkî/manevî çöküntünün veya ilerlemenin, zihinsel dönüşümlerin de bir o kadar payı vardır.”