Makale

Sakın terk-i edebten kûy-ı Mahbûb-ı Hüdâdır bu Nazargâh-ı İlâhîdir Makâm-ı Mustafâ'dır bu Nâbi

Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-ı Hüdâdır bu
Nazargâh-ı İlâhîdir Makâm-ı Mustafâ’dır bu
Nâbî

Vedat Ali Tok

Şair Nâbî, hacca niyet eder ve içinde önemli devlet erkânının da bulunduğu bir kervanla yola koyulur. Medine’ye yaklaştıkça heyecanı artar şairin... Bu arada kervandaki paşalardan birinin deve üzerindeki tahtırevan içinde ayaklarını Medine’ye doğru uzatarak oturduğunu görür. Bunun üzerine irticalen söylediği bir naatla paşayı uyarır. Paşa, bu durum karşısında sinirlenir.
Şiir, o anda söylendiği için kervandakilerden başka bir kimsenin bu şiirden haberi yoktur. Medine’ye yaklaştıkları sırada sabah namazı vaktidir ve minarelerin birinden Türkçe bir kaside okunmaktadır. Bu, Nâbî’nin yazdığı naatın ta kendisidir. Kervan doğruca o camiye yönelir. Müezzin minareden inince Nâbî, müezzine: “Bu Türkçe kasideyi nereden öğrendin?” diye sorar. Nâbî’nin kim olduğunu bilmeyen müezzin: “Bu gece rüyamda Peygamber Efendimiz bana ‘Ümmetimden Nâbî adlı bir büyük şair vardır ki benim hakkımda bir kaside yazmış, onu bu gece minareden okumanı arzu ediyorum.’ buyurarak, bu beyitleri bana öğretti.” deyince Nâbî sevincinden, heyecanından bayılıp düşer. Kendisini uyardığı için Nâbî’ye sinirlenen paşanın sinirleri geçmiş; kendisine bir ders verildiğini anlamıştır.

Biz, Medine için aydınlık şehir demişiz, kutsal topraklar demişiz. Buranın Müslümanlar için değeri hiçbir şeyle ölçülemez.

Nâbî, Medine’ye doğru ayaklarını uzatan kişinin şahsında bütün insanlara bir edep dersi vermek ister. Allah’ın habibi sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in mahalli ve Allah’ın nazargâhı olan bir yerde insan her hâli ile pür dikkat ve pür edep olmalıdır. Medine, mukaddes bir mekândır; çünkü burada bulunan Peygamberimiz’in kabri “Ravza-i Mutahhara” bulunmaktadır. Hacca giden Müslümanlar, bu mübarek şehirde bulunan yerleri ziyaret etmeyi vazife bilirler.

Medine seçilmiş beldedir; çünkü Peygamberimiz: “Beni ziyaret edene, kıyamette şefaat etmek, bende hakkı olur.” “Bana selam verene, ben de selam veririm.” demiştir.

Medine mübarek beldedir; çünkü Mescid-i Nebi buradadır. Hz. Peygamber’in Medine’ye varır varmaz, temelini takva üzre bina ettiği mescit burada bulunmaktadır. Efendimiz’in, yapımında bizzat çalıştığı ve ömrünün geri kalan kısmını geçirdiği, hayatının sonuna kadar imamlığını yaptığı, pek çok dinî, içtimai, siyasi hadiseye sahne olan, çok sayıda dinî şahsiyetin öğrenim gördüğü mübarek mekân... Suffa ashabının sığınağı, ilmin beşiği, İslam’ın ilk üniversitesi burasıdır. Bu yer hakkında Hz. Peygamber, “Evimle minberim arasında cennet bahçelerinden bir bahçe vardır ve minberim de Havz üzerindedir.” buyurmuştur.

Bu topraklar bir mümin için son derece önemlidir; çünkü Efendimiz: “Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç, başka mescitlerde kılınan bin namazdan hayırlıdır. Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz da sair mescitlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir.” buyurmuştur.

Nâbî’nin hassasiyeti milletimizin geneline şamil yüce bir histir. Nitekim Osmanlı mühendisleri, Medine’de yatan Peygamber Efendimiz’i rahatsız etmemesi için büyük bir saygı örneği göstererek demiryoluna keçe döşemiş ve titretişimi engellemişlerdi.

Nâbî’nin şiiri baştan sona bir bütünlük arz etmektedir. Gazelin diğer beyitlerini kısa açıklamalarla paylaşalım:

“Felekde mâh-ı nev Bâbü’s-selâm’ın sîne-çâkidir
Anun kandilidir hûr matla-i nûr u ziyâdır bu.”
Gökyüzündeki hilâl, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Bâbü’s-selâm” adındaki kapısının göründüğü yerdir. Bunun kandili güneştir; burası ışık ve nûrun kaynağıdır.

“Resûl-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır hakîkatde
Tefevvuk-kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.”
Nâbî, Peygamber Efendimiz’in kabrinin bulunduğu yer için Hz. Muhammed’in dinlendiği yer; fazilette arş-ı a’lânın bile üstündedir diyerek burasının ne kadar şerefli bir mekân olduğuna işaret eder.

“Bu hâkin pertevinden oldı deycûr-ı adem zâil
‘Amâdan açdı mevcûdât dü çeşme tûtiyâdır bu.”
Bu toprağın parlaklığından yokluk karanlıkları ortadan kalktı. Yaratılmış olan her şey, körlükten bu mukaddes topraklardaki sürme sayesinde kurtulup gözlerini açtı. Burada Kâbe topraklarının insanlar için önemine dikkat çekiliyor. Hakikatte buradaki göz, gönül gözüdür. Kâbe’ye gelen insanlar, buranın manevi havasını teneffüs etmek suretiyle ilahî bir vecd ile hakikatlere ulaşırlar; dolayısıyla hacıların gözleri açılır.
“Müra’ât-i edeb şartiyle gir Nâbî bu dergâha

Mataf-ı kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu.”
Nâbî, edep hususuna bir kez daha dikkat çeker. Çünkü burası son derece edepli olunması gereken bir yerdir. Nâbî son beyitte şöyle diyor: “Ey Nâbî, bu dergâha edebini gözetmek suretiyle gir, çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin öptüğü yerdir.” Şair burada kendisine hitap ediyor gibi, ancak mesajı bütün insanlaradır. Nâbî’ye göre Kâbe öyle bir mekândır ki insanlarla birlikte melekler de orada tavaf yapmaktadır. Kâbe’nin duvarında bulunan ve cennetten geldiğine inanılan Hacerü’l-Esved, bugünkü bulunduğu yere Peygamber Efendimiz tarafından yerleştirilmiştir. Nâbî, Kâbe için burası kutsal bir mekândır ve bu binada Hz. Peygamber’in dahi öptüğü bir taş vardır diyerek onun kutsiyetinin sebeplerinden birini dile getiriyor.

Nâbî, edebiyatımızda hikemî tarzda yazdığı şiirleriyle tanınan bir şahsiyettir. Nitekim bu gazeli de asırlarca dillerden düşmemiş hikmet dolu şiirdir.