Makale

Harem-i Şerif'te Kuş Misali

Harem-i Şerif’te Kuş Misali

Selva Yılmaz Özelbaş / Üsküdar Vaizesi

“Allahü ekber Allahü ekber Allahü ekber lailahe illallah. Allahü ekber Allahü ekber ve lillahilhamd. Allahü ekber kebira velhamdü lillahi kesira. Sübhanallahi bükraten ve esila. Ve sallallahüala seyyidina Muhammed. Ve ala âlihi ve sahbihi ve selleme teslimen kesira...”

Tekbir sesleri sürekli devam ediyor. Mevsim, hac mevsimi ve Kurban Bayramı. Mekân, harem-i şerif. Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail ile birlikte temellerini yükselttikten sonra insanları hacca davet ettiği yer. Gecenin olmadığı bir iklim; her taraf parıl parıl parlıyor.

Ve bu davete icabet etme şansına sahip olmuş Arafat’tan dönen misafirler... Rahman’ın misafirleri hac tavaflarını yapmak için aşk ve şevkle Kâbe’ye akın ediyorlar. Harem-i şerif öyle dolu ki; insan baktıkça âdeta coşuyor. Bu güne erebilmek için bir ömür boyu hasretlik çekmiş insanlar birbirlerini ezmemek için özenle ve yavaş yavaş, huşu ile tavaf ediyorlar. Harem-i şerif yükünü almış; öyle bir neşe, öyle bir coşku var ki hissetmemek ne mümkün.

Harem-i şerifin her noktası her karesi misafirini ağırlıyor. Kimi, Kâbe’nin eteklerine yapışmış bu kalabalıkta Rabbiyle baş başa, gözlerinden yaşlar dökerek mağfiret diliyor. Kimi Hz Muhammed’le el ele tutuşurcasına Kâbe’ye dokunuyor. Kimi de bundan dört bin yıl önce buraya gelip kendini davet eden peygamberin ayak izlerini arıyor. Aslında kişi burada aradığını buluyor, görmek istediğini görüyor ve duymak istediğini de duyuyor.

Tavaf alanı oldukça yoğun sanki herkes burada; Kâbe’yi ilk defa görüp de ne yapacağını şaşıran, donup kalan insanlar... Ya da ağlamaktan ne diyeceğini bilemeyip gönlü coşan insanlar... Hacerü’l-esved’in yanına gelip de onun cazibesine kapılıp kendinden geçercesine önüne kendini atan insanlar... Özlemin ve hayalin hakikate dönüştüğünü gören ve bunun mutluluğunu yaşayan mutlu insanlar... Hatim’in kenarına gelip Kâbe’ye yaklaşan ve onu bütün ihtişamı ve heybetiyle seyrederek dua eden, siyah örtüsünün eteklerinde uçarcasına tavaf eden insanlar... Dünyaya ait her şeyden azat olmuş bir şekilde özgürlüğün doruklarında dua eden bu şanslı insanlar, bu kutlu zaman sona erince ne yapacaklar? Ömürleri boyunca bu hatıra ile bahtiyar olacaklar.

Üst kat da insanlarla dolu, buradaki tavaf da Kâbe’nin yakınından farksız. Âdeta yürümek imkânsız. Hele ilk defa hacca gelmiş yaşlı insanlar arkadaşları ile el ele tutuşmuş çok daha heyecanlı görünüyorlar: “Nerede ne okurum? Hacerü’l-esved’i nasıl selamlarım? Acaba vazifemi hakkıyla yapabiliyor muyum?” soruları yüzlerinde okunuyor sanki. Çeşitli ülkelerden gelmiş Müslümanlar her biri ayrı renkte sanki çiçekler gibi, guruplar halinde tavaf ediyorlar. Dualar dualara, yakarmalar yakarışlara, âminler âminlere karışıyor. İşte şunlar Afrika’dan, şunlar Malay, şunlar da Iraklı, bu sevimli ufak tefek olanlar da Endonezyalı, Allah neler yaratmış, hepimiz kardeşiz sonuçta. Her birimiz sanki Adem ile Havva misali burada buluşmaya gelmişiz.

Safa ve Merve arasında sa’y edenler de ayrı bir telaş içindeler. Kişi bu mekâna gelince sanki koşuşturan Hacer oluveriyor; ya da susayan İsmail. Sa’yi yaparken bir yandan hemen oradaki çeşmelerden bardak bardak zemzem içiyorlar. Yaşlı, sakat ve hasta olanlar arabalara bindirilmişler vazifelerini bu şekilde ifa ediyorlar. Safa Tepesi’ne çıkıp oturmuş dua edenler kim bilir belki bin dört yüz yıl belki de iki bin yıl öncesine dalıp gidiyorlar.

“Allahü ekber Allahü ekber Allahü ekber lailaheillallah. Allahü ekber Allahü ekber ve lillahilhamd...” Tekbir sesleri devam ediyor. Harem-i şerif’in içinde yükselen uğultu âdeta duaların bestesi...

Mahşerî, bir o kadar da anlamlı kalabalık. Ne kadar kalabalık olursa olsun orada tek bir yürek var aslında “Tek” olana yönelmiş. Orada tek bir yön var, herkesin yöneldiği... Dönerken de o tek bir merkezin etrafında “Tek” olana yönelerek dönüyorsun. Bu bir dönüş mü yoksa bir yürüyüş mü?

Harem-i Şerif’in dışı da çok kalabalık hele namaz vakti o koca koca binaların arasındaki yollar namaz kılanlarla dolu; insan seli sokaklara taşmış vaziyette. İnsanlar sanki açık alanda bir lokma bir hırka inzivadalar. Şimdiye kadar yaşadığı çevreden uzakta, telaşelerden, streslerden azat olmanın getirdiği rahatlık ve yılların verdiği hasreti tüketip peygamber diyarına kavuşmanın huzuruyla şurada yaşadıkları günlerin tadını çıkarıyorlar.
Ya çocuklar! Her biri başka bir meyveyi hatırlatıyor. Kimi babasının omzunda kimi annesinin kucağında tavaf ediyor. Tavaf onlar için sanki bir oyun. Ortama kendilerini kaptırmışlar anne babalarıyla dua ediyorlar. Rüknü Yemani’ye gelince okuyacağı duayı bilen ve babasıyla birlikte tekrar eden çocuk herkesin dikkatini çekiyor; bir taraftan onu sevip dua ediyorlar diğer taraftan da ülkelerinde bıraktıkları kendi çocukları ve torunları akıllarına geliyor ve iç çekiyorlar; “Ya Rabbî! Çocuklarımıza da buralara gelmeyi nasip et” temennileriyle.

“Allahü ekber Allahü ekber Allahü ekber...” Tekbirler devam ediyor, aslında hiç bitmesin istiyorum; heyecanla, tefekkürle ve gıpta ile seyrediyorum. Harem-i Şerif’te kuş misali; hiç kimseyi eleştirmeden ve eksiklik aramadan... Bunlar bütün hissettiklerimin küçük bir kırıntısı. Orada daha yoğun ve daha anlamlı duygular içinde olabileceğim, her anı ve her mekânı gerçekten hissedebileceğim bir hac ibadeti nasip etmesi için kilometrelerce uzaktan öylece dua ediyorum. Aynı zamanda bütün sevdiklerim ve bütün sevdalılar için...