Makale

Aile ve Toplum İlişkilerinde Hoşgörülü ve Yumuşak Huylu Olmak

Aile ve Toplum İlişkilerinde
Hoşgörülü ve
Yumuşak Huylu Olmak

Yrd. Doç. Dr. Abdullah Yıldız
Harran Üniv. İlahiyat Fak.

Türkçemizde, her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiğince iyi ve güzel görme, müsamaha ve tolerans şeklinde karşılık bulan, kültürümüzde çok bulunan ve toplum olarak çok aşina olduğumuz hoşgörü, (Türkçe Sözlük (I-II), Hoşgörü mad. Türk Dil Kurumu, Ankara, 1988) fıtrat dini olan, tevhidi esas alıp şirki yasaklayan İslam’ın karakteristik özelliklerindendir. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in fıtrat dini olan İslam adına insan hayatı için en kolay olanı en güzel şekilde sunduğu kuşkusuzdur. Bizzat kendisi “Gerçek şu ki ben, Haniflik, hoşgörü (semha veya semah) ve kolaylık peygamberi olarak gönderildim; sünnetime muhalefet eden benden değildir.” (Buhari, İman, 29; Tirmizi, Menakıp, 32; İbn Hanbel, V, 266; Vı, 116, 223; Acluni, Keşfü’l-Hafa, I, 251 (658), 340 (914)) buyurmuş; böylece o, tebliğ ettiği Yüce İslam dinini tevhit, kolaylık ve hoşgörü dini olarak tanımlamıştır.

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de, gerçek ve olgun müminler olan takva sahiplerini tanıtırken: “O takva sahipleri ki, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da böyle güzel davranışta bulunanları sever.” (Al-i Imran, 134) Sevmenin ve hoşgörünün zıddı olan öfkelenmek insanın yaratılışında var olan bir duygu olup bu duygunun tamamen yok edilmesi mümkün değildir. Mümin kişi bu duyguyu yok etmek için değil, ıslah etmek ve Allah rızası için kullanmakla yükümlüdür. Allah’ın övgüsüne mazhar olabilmek için öfkeyi yenmek ve insanları affetmek, onlara hoş davranmak gerekir. Rahmet peygamberi bir hadislerinde: “Gerçek güçlü olan, güreşte rakibini yenen değil, öfke anında kendine sahip olandır.” (Buhari, Edep, 76; Müslim, Birr, 107,108) Bir başka zaman yine, “Ben çabuk unuturum bana tek kelimelik yaşayabileceğim, hayatım boyunca yapmam gereken bir altın öğüt ver.” diyen bir sahabiye de Nebiler Sultanı, tekrar ve israrla “ “O halde öfkelenme, kızma!” diye hoş görünün zıddı olan öfkeden menetmiştir.” (Malik, Hüsnü’l-huluk, 4) Biz, hoşgörü ve yumuşak huylu olmayı insani ilişkilerimiz açısından üç bölümde inceleyeceğiz.

1- Aile Hayatımızda Hoşgörü ve Yumuşak Huyluluk

Yukarıda belirttiğimiz üzere, hoşgörülü olma ve yumuşak huyluluk en güzel örnek Rahmet Peygamberi’nin en belirgin vasıflarındandı. Daha 10 yaşında bir çocuk iken annesi Ümmü Süleym tarafından Rahmet Peygamberinin hizmetine verilen ve onun terbiyesinde yetişen Hz. Enes b. Malik hayranlıkla Onun hoşgörü ve yumuşak huyunu şöyle anlatır: “Rasulüllah (s.a.s.) insanların en güzel ahlaklı olanıydı; Medine’de Nebi (s.a.s.)’e on yıl hizmet ettim. Daha çocuktum, her işim Efendimin istediği şekilde mükemmel değildi. Buna rağmen Efendim yani Nebiler Sultanı bana asla “üf” demedi. Yaptığım bir iş için bunu neden yaptın? Yapmadığım bir iş için de bunu neden yapmadın? diye söylemedi. (Ebu Davut, Edep, 1) Yine Hz. Peygamber’in etrafında ve itinasında büyüyen üvey oğlu Hind b. Ebi Hale o Yüce Nebi’nin seciyesini şu şekilde tasvir ediyor: Nazik kalpli ve yumuşak huylu idi. Hiç kimseyi mahçup etmek istemezdi. Eğer bir kişi hakka ve doğruya karşı gelecek olursa bütün gün o kimse ile uğraşır, hakkı müdafaa eder, o kimseyi ikna etmeye çalışır, şahsi bir hatadan dolayı hiç kimseye hiçbir vakit öfke ve hiddet göstermezdi. Kendi şahsına yapılan fenalığın intikamını almazdı. “Müminlerin iman bakımından en kusursuz olanı, ahlakı en güzel olanıdır; içinizden ahlakı en güzel olanınız da kadınlarına (eşlerine) en güzel davrananınızdır.” (Ebu Davut, Sünnet, 16) buyuran Allah’ın sevgili Rasulü, doğalarında bulunan narinlik ve kırılganlığa itibarla onları incitmemek için, sürücü Enceşe’den kadınları taşıyan hayvanların ve binitlerin hızını bile yavaşlatmasını istemiş; (Buhari, Edep, 90, 95, 111, 116; Müslim, Fedail, 70-73) eşi Hz. Aişe’nin ifade ettiği üzere Rahmet Peygamberi hayatı boyunca ne bir hizmetçiye ne de bir kadına vurmamıştır. Nebiler Sultanı, kendisi hanımlarını hiç dövmediği gibi, bu eylemi yapanları kınamış, kadınları dövenlerin kötü kimseler olduğunu belirtmiş; bu kaba eylemi daha ne kadar devam ettireceksiniz? buyurarak kadınları dövmeyi cahiliyye âdet ve alışkanlığı olarak nitelemiştir. (İbn Sa’d, VIII, 204; İbn Hanbel, V, 5; Ebu Davut, Nikah, 42,43; İbn Mace, Nikah, 5)

İnsanların siret-i aslileri ile (gerçek karakter ve huylarıyla) görüldükleri yer ailelerinin içidir. İnsanların huylarını en iyi tanıyanlar, özelliklerini en iyi bilenler kuşkusuz aile bireyleridir. Rahmet Peygamberi’nin ilk eşi Hz. Hatice annemiz, onun ahlak ve seciyesi hakkında: “Sen akrabalık bağlarına saygı gösterir, kimsenin hakkına tecavüz etmezsin.” (Buhari, Bedü’l-vahyi, 1) diyerek hoşgörüsünün yanında sadakat ve vefakârlığını belirtmişti. Hz. Aişe annemiz de: “O, aile içinde sizlerden iyi bir aile reisinin yaptığı gibi ev işlerinde yardıma ihtiyacı olanlara yardım eden, kendi işlerini kendisi yapan, ayakkabılarını tamir eden, söküğünü diken, önüne konulan yemeği eleştirmeden yiyen, olduğundan fazlasını istemeyen, insanların kusurlarını bağışlayan bir kimsedir.” (İbn Hanbel, VI, 106, 256) diyerek Nebiler Sultanı’nın aile hayatında hoşgörülü ve geçim sever bir kimse olduğunu ifade etmektedir.

2- Toplum Hayatında Hoşgörüsü
Varlığı ve hayatı, mümin-kafir herkes için bir rahmet olan ve güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiş olan Hz. Peygamber, Yüce Allah’ın kendisine hitaben: “Ey Muhammed! Sen af yolunu tut; iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf, 199) buyruğu ile davranış ve düşüncelerini güzel ahlakın en önemli prensiplerinden olan sevgi ve hoşgörüyle formülleştirmiştir. Bu ilahî emir sebebiyle Rahmet Peygamberi insanlarla ilişkilerinde kolay olanı yapmış; zor gelen ve zorlayıcı şeylerden uzak kalmış; herkesin günahına ve ayıbına bakmayarak af yolunu kendisine şiar edinmiştir. Kendini ve Rabbini bilmeyen, tanımayan, O’nun emir ve yasaklarına riayet etmeyen cahil kimselerden yüz çevirmiştir. Denilir ki, özellikle bu ayetin inzalinden sonra Rasulüllah (s.a.s.), “Erdemlerin en yükseği, senden ilişkiyi kesene yaklaşman, seni mahrum edene (sana vermeyene) vermen, sana zulmedeni (haksızlık yapanı) affedip bağışlamandır.” Kudsi hadisinin anlamıyla âdeta özdeşleşmiştir. (Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IV, 2358-2359) Kuşkusuz yalnız Allah için olan bu saf ve samimi insan sevgisi ve hoşgörüsü nedeniyle o, bazı söylemlerinde kendisini çocuğu yanında yer alan şefkatli bir babaya, bazen bildiklerini sevgiyle insanlara öğreten bir muallime benzetmiş; kendisine inananlara tevazu ile davranmış, onlara şefkat kanatlarını germiş, onların üzerine titremiş, kendisine reva görmediği şeyleri başkaları için de reva görmemiş; arkadaşları arasında kendisine bir kral gibi kıyam edilmesini ve hatta imtiyazlı davranılmasını bile hoş görmemiştir. Bir defasında rahmet Peygamberi, Mescid-i Nebevi’nin duvarına bevletmekte olan bir bedeviye kızarak müdahale etmeye kalkışan arkadaşlarına mani olmuş ve o mahalli bir kova su döktürerek temizletmişti. (Buhari, Vudu’, 58; Edep, 80)

Arkadaşlarıyla birlikte yemek yedikleri bir sırada, Rasulüllah (s.a.s.)’ı kendine tercih ederek elinde bulunan iyi ve taze hurmalarla Rasulüllah (s.a.s.)’ın elinde bulunan pörsümüş hurmaları değiştirmeyi israrla teklif eden ve: Ey Allah’ın Rasulü! Onları verin ben yiyeyim, diyen bir sahabiye, Rahmet Peygamberi: “Ben kendim için hoş görmediğim bir şeyi sizin için de asla istemem.” (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I,393) buyurarak kendine reva görmediğini başkalarına da reva görmemiştir. Bir başka zaman da o, bu prensibin imanla ilişkisine vurgulayarak: “Sizden biriniz kendi nefsi için sevip istediğini din kardeşi için de sevip istemedikce olgun bir mümin olamaz.” (Buhari , İman, 7; Müslim, Sahih, İman, 71; Tirmizi, Sünen, Kıyamet, 59) buyurmuştur.

Allah’ın sevgili elçisi, yaşadığı toplumda gördüğü yanlışları tenkit ederken, hatasını doğrudan ilgili şahsın yüzüne söylemezdi. Hoşgörü ve sevgi Peygamberi: “Bana ne oluyor? Bazılarınızı şöyle şöyle yaparken, şunu şunu yaparken görüyorum. İçinizden biri şöyle yapsa ve şunu yapsa, şöyle olur...” şeklinde söylerdi. (Buhari, Menakıb, 25; Müslim, Salat, 119) Nebiler Sultanı, soruları sert ve kaba da olsa, soranlara ve öğrenmek isteyenlere karşı çok şefkatli ve hoşgörülü davranır o kimsenin öğrenmesini çok isterdi. Hz. Enes anlatıyor: “Bizler mescitde oturuyor iken devesi üzerinde bir adam geldi ve: “Aranızda Muhammed hangisidir?” diye sodu. Biz de: “Şu sırtını yaslamış oturan beyaz adam Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir.” dedik. Adam, Hz Peygamber’e yönelerek: “Ey Abdulmuttalib’in oğlu! “diye çağırdı. Hz. Peygamber de ona: “Söyle, seni dinliyorum.” dedi. Adam: “Sana bir şeyler soracağım, ama bu sorularım keskin ve şiddetli olacak, bana kızma!” dedi. Hz. Peygamber ona: “buyur istediğini sor.” dedi. Adam: “Senin ve öncekilerin Rabbi adına bana doğruyu söyle, seni tüm insanlara Allah mı gönderdi?” diye sordu. Rasulüllah (s.a.s.): “Allah adına evet” buyurdu. Adam, “Allah hakkı için soruyorum, her gün beş vakit namazı kılmamızı sana Allah mı emretti?” diye sordu. Rasulüllah (s.a.s.) da: “Evet” buyurdu. Adam yine: Allah hakkı için soruyorum: “Bu ayda oruç tutmamızı sana Allah mı emretti?” diye sordu. Rasulüllah da yine: “Evet” buyurdu. Adam: “Peki, o halde Allah hakkı için sana soruyorum: Bu sadakaları zenginlerimizden alıp fakirlerimize vermeyi Allah mı sana emretti?” diye sordu. Allah’ın Rasulü de: “Allah adına evet dedi. Bunun ardından adam: “Senin getirdiğin dine inandım. Ben arkamdaki kavmimin elçisiyim; Ben, Beni Sa’d kabilesinden Dımam b. Sa’lebeyim” dedi. (Buhari, İlim, 6)
3- Devlet Hayatında Hoşgörüsü

Bir peygamber ve devlet başkanı olarak Kutlu Nebi, günah olmadığı müddetce iki işten en kolay olanını seçer, ilahî emirlere karşı gelinmesi hali dışında kendi şahsına yönelik vuku bulan herhangi bir fenalığın intikamını almazdı. (Malik , Muvatta, Husnü’l-huluk, 2; Ebu Davut, Edep, 5) Muhtelif zaman ve mekânlarda kendisine karşı hakaret eden, kendisini her türlü kötülük ve sıkıntıya maruz bırakan düşmanlarına dahi hidayet ve iyilikle dua ederdi. Sevgi ve hoşgörünün azami ölçüsü ve bir insanın seciyesinde pek az bulunan sıfatlardan biri düşmanlarına karşı affedici ve bağışlayıcı olmasıdır. O, cezalandırmaya gücü yettiği zaman bile affeder, istediğini yapabilecek konuma geldiğinde bağışlardı. Son ve eşsiz Peygamber, “Ben, rahmet olarak gönderildim; azap olarak değil.” (Acluni, I, 244(637)) buyururdu. Mekke’nin fethinde muzaffer bir komutan olarak etrafında toplanan, vereceği emri merak ve endişeyle bekleyen müşrik Mekke eşrafına: Benim size ne yapacağımı tahmin edersiniz? diye sorduğunda onlar: Sen asil ve kerim bir kardeşin oğlusun! Bizleri affedeceğini ümit ediyoruz. Eğer intikam alacak olursan haklısın; çünkü biz sana daha evvel kötülük etmiştik.” (Vakidi, el-Meğazi, II, 835; İbn Seyyidinnas, Uyunü’l-Eser, II, 178) Dediler. Bunun üzerine Rahmet Peygamber onlara. “Bugün ben size Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi diyorum: Bugün sizler kınanacak (ayıplanacak ve yargılanacak) değilsiniz; Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin en merhametlisidir; haydi dağılın şimdi serbestsiniz.” (Yusuf, 92) hitabında bulunarak, İslam’a ve Müslümanlara zarar vermeme koşuluyla onları serbest bırakmış ve rahatlatmıştır. Bir defasında Necran’dan gelen 60 kişilik Hristiyan heyet, Rasulüllah tarafından kabul edilmiş; bu kişiler Mescid-i Nebevi’de ağırlanmış, hatta Allah Rasulü onların mescitte ayin yapmalarına dahi müsade etmiştir. Onlar da mescit içinde Doğu’ya yönelerek ayinlerini yapmışlardı. Hz. Peygamber, sahabilerden bu duruma itiraz edenleri de susturmuştur. (İbnü’l-Kayyum el-Cevziyye, Zadü’l-Maad, III, 44-45)

Eşsiz Nebi’nin Uhut savaşında (625), sevgili amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi, Mekke’nin fethi sırasında korkarak Taif’e kaçmış, orada Taif halkının teslim olması üzerine onların arasına karışarak Rasulüllah’ın yanına gelmiş, iman etmiş, Rasulüllah da “Gözüme görünme bana sevgili amcamı hatırlatıyorsun.” diyerek bir nevi onu affetmişti. (Buhari, Meğazi, 23) Aynı şekilde intikam hırsıyla amcası Hz. Hamza’nın ciğerini çiğneyen Hint binti Utbe’yi de affetmiş ve bey’atını kabul etmiş, onu dinlemiş ve sorduğu birçok sorulara da cevap vermiştir. (İbn Hacer, el-İsabe, IV, 425) 70 şehidin verildiği, âdeta gerçek müminle gerçek olmayanın ayrıştığı (yeym-i temhıs) denilen Uhut savaşında, o kritik ve zor günde İslam ordusu içinde cephede ikilik çıkararak ayrılıp, sonra Medine’ye dönüşte Rasulüllah’ın huzuruna gelenlere (asilere), beklenen sert muamelenin aksine Rasulüllah (s.a.s.) yumuşak ve güzel davranmıştı. Sadece böyle zor ve kritik günlerde değil, insanlığın hidayet ve saadeti için verdiği mücadelenin hemen her safhasında sevgi ve hoşgörüyü ilke edinen ve neticede başarıya ulaşan Allah Rasulü’nün bu asil ve soylu davranışı Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “O vakit, Allah’tan bir rahmet ile sen insanlarla olan ilişkilerinde onlara yumuşak davrandın! Şayet sen onlara karşı kaba-katı yürekli olsaydın kuşkusuz etrafından dağılıp giderlerdi.” Rahmet Peygamberi, kendisine ve misyonuna karşı haset kin ve düşmanlıktan dolayı, nifak ve münafıklıkla ilgili hakkında onlarca ayetin indirildiği münafıkların lideri Abdullah b. Übey b. Selül’ü bile defalarca bağışlamış; vefat edince teberrüken ona gömleğini vermiş; cenaze namazını kıldırmış ve onun için Allah’dan af dilemiştir. (Buhari, Cenaiz, 77; Müslim, Sıfatü’l-münafıkın, 2) En mükemmel bir insan sıfatıyla Hz Peygamber’in bu ali cenaplığı ve soylu davranışı, ondaki akıl ve tetkik üstü, sınırsız bir insan sevgisinin ve hoşgörünün en bariz örneğidir.

Hayatına hoş görüyü hakim kılan Kutlu Nebi, Müslümanların hoş görünün zıddı olan öfke, buğuz ve kinden uzak olmalarını, çünkü kin ve buğuzun tüm iyilikleri silip-süpürdüğünü önemle belirtirlerdi. (Malik, Hüsnü’l-huluk, 1) Günlük hayatın her kademe ve safhasında insanlara yumuşak davranmayı yeğleyen Nebiler Sultanı, Peygamberlik gelmeden önce ticaretle uğraşırdı. Alacak-verecek için bir yerde buluşmak üzere Abdullah b. Ebi Hamsa adlı bir gençle sözleşmişlerdi. Nebiler Sultanı sözleşme yerine tam zamanında gelmiş, fakat genç sözünü unutmuştu. Tam üç gün sonra hatırlamış ve hemen sözleşme yerine gelmişti. Bir de gördü ki Nebiler Sultanı vaat edilen yere gelmiş, orada bekliyor. Çok üzülen ve kızacağını beklediği Allah Rasulü gence sadece: “Ey delikanlı nerede kaldın? Bana meşakkat verdin; ben üç gündür sizi burada beklemekteyim” buyurmuşlardı.” (Ebu Davud, Edep, 90) “Hoş gör ki hoş görülesin.” (İbn Hanbel, I, 248) anlayışını hayatında prensipleştiren Şanlı Peygamberimiz, gücü olduğu ve olmadığı halde, her iki halde de hoş görülü bir kimsenin cennete gireceğini müjdelemektedir.” (İbn Hanbel, II, 210)