Makale

Aile içi iletişimde duyarlık

Aile içi iletişimde
Duyarlık

Prof. Dr. Ertuğrul Yaman
Yıldırım Beyazıt Üniv.
(eyaman62@yahoo.com)

Aile kavramı, nedendir bilmiyorum ama bende her zaman; toplanma, bir araya gelme, yuvarlak bir halka oluşturma kavramlarını çağrıştırır. Bu çağrışımda belki de ev kavramı yerine zaman zaman yuva kelimesinin kullanılıyor olması da etkili olmuştur. Sebebi her ne ise de sonuç itibarıyla aile söz konusu olduğunda, bütün hassasiyetlerim ayağa kalkar, dikkat kesilirim. Çünkü aile kurumu, Yüce Mevla’nın biz insanlara pek nezih bir ihsanıdır.
Nitekim bütün kültürlerde evlilik törenleri bir hayli önemsenen törenlerdendir. Her bireyin yeni bir insanla hayatını birleştirdiği, hayat arkadaşını, can yoldaşını bulduğu bu törenler, her türlü hassasiyete değerdir. Aile; yalnızlıkların son bulacağı, yeni fidanların boy vereceği mükemmel bir gülistandır. Gülistana girerken destursuzluk yaraşmaz insana.
İşte tam bu noktada, yeni bir yuva kurmaya, yeni bir gül bahçesi inşa etmeye niyetlenen aile büyüklerinin bütün duyarlıklarını harekete geçirerek birbirlerine karşı en nazik şekliyle davranmaları şarttır. Zira evlilik kurumunun temeli pek sağlam atılmalıdır. Burada asli görev ve sorumluluk dünür ailelerin büyüklerine düşmektedir. Yuvanın büyük bir rikkatle kurulması, ilişkilerin insan fıtratına uygun sürdürülmesi, yeni ailenin saadetini belirlemede ilk adımlardandır. İki aile arasındaki anlayış ve uyum, yeni yuvanın imarına ciddi katkılar sağlayacaktır.
Dünür aileler, aralarındaki her türden küçük ya da büyük farklılıklara rağmen, ortak aklı yakalamada son derece hassas olmak zorundadırlar. Ailelerin, her şeyden önce, birbirlerinin hassasiyetlerine, farklılıklarına, istek ve beklentilerine dikkat etmeleri gerekir. Türk toplumunda, dünür aileler yeni evliler üzerinde ileri derecede etkili olduğu için, dünürlerin söz ve davranışlarını hassasiyetle düzenlemeleri elzemdir.
İşin özünde hepimiz insan olduğumuza göre, diğer insanlara, canlılara, doğaya, olaylara, değerlere, duygulara, inanışlara, anlayışlara, algılayışlara… kısacası her konuya karşı hassas olmak zorundayız. Hassasiyeti yok etmek, duyarsızlaşmak bir anlamda insanlıktan uzaklaşma eğilimi demektir. Nitekim duyarsızlaşan insanların bir zaman sonra, hayvani davranışlara kaydığı gözlenmektedir.
Buradaki en önemli püf noktası, insanlığımız konusunda sonuna kadar hassas olabilmektir. İnsanın duygusal ihtiyaçları son derece önem arz etmektedir. Bu bağlamda, kişilerin her türlü zevk, renk, inanış ve yaşayış tercihlerine saygı duyabilmektir. İnsanların çektiği sıkıntıları görmezden gelmek, canlılara karşı duyarsız kalmak insanca bir davranış değildir. Nitekim duyarsız olanlara, duyarsız kalınabilir. Unutmamak gerekir ki ayarını bozduğunuz kantar, günü gelir sizi de tartar!
Aile içinde mutluluk ve huzurun gerçek belirleyicisi, eşler arasındaki uyumdur. Bu bağlamda eşlerin birbirlerinin hassasiyetlerine karşı duyarlı olmaları hayatî önem taşımaktadır. Eşlerin ruhsal huzurları bu sırda gizlidir. Aksi takdirde karı-koca kendilerini aynı çatı altında yaşamak zorunda hisseden mahkûm psikolojisine kapılabilirler. Yapılacak iş aslında çok basittir: Eşler, birbirlerinin farklı cins ve fıtratlara sahip oldukları ve değişik ailelerde yetiştikleri gerçeğinden hareketle hayat yoluna çıkmalıdırlar. Dolayısıyla her türden farklı alışkanlıklar ve hassasiyetler son derece doğaldır. Karı-koca, kendilerini en doğru kabul edip birbirlerine benzetme işgüzarlığından vazgeçmek zorundadırlar. Her bir eşin kendi doğruları olabilir. Önemli olan, dayatılmış tek doğrularda anlaşmak değil; farklı doğruların olabileceği noktasında uzlaşabilmektir.
Eşler, birbirlerini ikna etmek yerine, anlamaya çalışsalar çok daha huzurlu yaşarlar. Birbirlerine kotalar, sınırlar koymaktansa özel hassasiyet alanları oluşturmak daha mantıklıdır. Asıl başarı, hassasiyetler farklı dahi olsa aile içinde ahengi yakalayabilmektir. Buradaki temel püf noktası, eşlerin birbirlerinin bam tellerine basmamalarıdır. Hassas noktalar, ısrarla kaşınmamalıdır. Tam aksine özel noktalara dokunmamaya bilhassa dikkat edilmelidir.
Eşler, birbirlerinin hassas noktalarını keşfedip ona göre davranabilirlerse, aralarında muazzam gönül köprüleri kurulabilir. Karı-kocanın bu yöndeki başarısı ailenin sigortasıdır. Çünkü eşler, birbirlerinin hassas noktalarına dikkat ederek konuşur ve davranırlarsa, ayrı düşündükleri hususları bile anlayışla karşılayabilirler. O takdirde de yuvanın her bir köşesi cennetvari bir bahçe, her bakış pırlantalı bir gül kadar iç açıcı olabilir. Eğer, eşler birbirlerinin hassasiyetlerine dikkat etmedikleri gibi, tam aksine hoşlanılmayan alanlara fütursuzca dalıyorlarsa o ailede huzur ve mutluluk yıldızlar kadar uzaktır.
Anne-babaların birbirlerine karşı hassas davranmaları, aralarındaki nazik ve adil tavırları çocukların olumlu ve uyumlu yetişmeleri açısından son derece önem arz etmektedir. Çünkü çocuklarda hassasiyet kazanma duygusu, özellikle anne-baba ve aile bireylerinin model duygu ve davranışlarıyla kazandırılmaktadır. Çevrenin tutum ve davranışları da bu noktada etkili olabilmektedir.
Bu dünya nice krallar, nice şahlar gördü! Kimse kalıcı değil; gelen gidecek, konan göçecek. Bu dünyaya gelenlerden kalan var mı? Ölümsüzlük beratını alan var mı! Durum böyleyken bunca hadsizliğe, kine, nefrete, kibire ve bencilliğe, kabalığa, vurdumduymazlığa ve duyarsızlığa ne gerek var ki!
Hem bireysel, hem de aile içi hayatımızda bu denli önem arz eden hassasiyet duygusu nasıl kazanılabilir? Vicdanın sesine kulak verebilmek; empati yapabilmek; paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma duygularına sahip olmak; kitap okumak suretiyle başkalarının hayatlarını öğrenmek duyarlık kazanmamızı sağlıyor. Bireysel ve bencil değil; toplumsal bir anlayışa sahip olmak, hassasiyet kazanma davranışını ciddi anlamda beslemektedir
İnsan ruhunu inceltici duygularla beslenmek, sanat ve estetikle iç içe yaşamak da hassasiyet kazanma konusunda önemli ve doğru bir yoldur. Zira insan, ruhuyla insandır. Ruhumuz da midemiz gibi birtakım gıdalara ihtiyaç duyar. Estetik ve edebî sanatlar, insan ruhunu huzura kavuşturan en temel beslenme kaynaklarıdır. Estetik ve edebî sanatlar, insan ruhunda her zaman farklı, ulvi ve derin duygular uyandırmıştır. Ruhumuzu, gönlümüzü aydınlatacak yeni Yunus Emrelere, Mevlanalara, Âkiflere hassasiyet kazanmak adına çok ihtiyacımız var. Bu açıdan şiirin, edebiyatın kısacası sanatın ve kültürün hem bireysel gelişmemize hem de aile saadetimize büyük katkıları olacaktır.
Evlerimizi huzurlu bir yuvaya çevirmek istiyorsak, herkese ve her şeye değer verelim. Ne yazık ki bilim, teknoloji ve uygarlık ilerledikçe, insanlık değer kaybediyor. Söz ve davranışlar her geçen gün kabalaşmakta; insanlar, insanlara, değerlere ve doğaya karşı git gide duyarsızlaşmaktadırlar. Dünya’nın merkezine kendimizi ve o süfli çıkarlarımızı koyarak insanlığımızı unutmaktayız.
Oysa insan duyguları, değerleri ve hassasiyetleri kadar insandır. Sevmeyen sevilmez; saymayana saygı duyulmaz; hoş görmeyen, hoş görülmez... Asla unutmamak gerekir ki insan bedenen nasıl gerçekse, ruhen de öyle gerçektir. Duygusal ihtiyaçlarımız da biyolojik ihtiyaçlarımız kadar –belki daha da fazla- karşılanmak ister. Nasıl ki beş duyu organımızla dış dünyayla iletişim kuruyorsak, duygularımız aracılığıyla da iç dünyamızla iletişim kurarız.
Sonuç itibarıyla duyarlı söz ve davranışlar her açıdan insancıldır ve huzur vericidir. Aile içinde huzur ve bereket arayanlar, iki cihan saadeti arzulayanlar! Yapmanız gereken, iş kendimize ve başkalarına duyduğumuz saygıyla hassas noktalara karşı duyarlı olmak zorundayız. Yüce Mevla’mızın emir ve yasaklarına can kulağımızı vermek; o güzel Nebi’yi rehber edinmek hususundaki hassasiyetlerimiz başımızın tacı olmak gerektir. Ve onların yüzü suyu hürmetine bütün yaratılmışlara karşı hassas davranmak boynumuzun borcu değil de nedir?