Makale

Ya Rabbi! Müminlere kin beslemekten bizleri koru!

Ya Rabbi! Müminlere kin beslemekten bizleri koru!

Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. İman edenlere karşı kalplerimizde hiçbir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” (Haşr, 59/10.)

İslam’ın insanlığa getirdiği evrensel değerlerden biri, ırklar üstü bir kardeşliği öngörmesidir. Konu günümüz açısından da oldukça önemlidir. Çünkü bugün de dünyanın değişik yerlerinde ırkçılık yüzünden kanlar akmakta, binlerce insan öldürülmekte ve ocaklar sönmektedir.
Kur’an, bu evrensel mesajını şu ifadelerle ilan eder: “Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât, 49/10.) Arap dil bilginlerine göre ayette geçen ‘ihve’, ‘eh’ kelimesinin çoğulu olup ‘nesep/kan kardeşliği’ni ifade eder. Bu da, müminler arasındaki kardeşliğin, kan akrabalığından gelen kardeşlik seviyesinde bir yakınlığa işaret etmektedir. Bu anlamda İslam âdeta bir baba gibidir; Müslümanlar da onun evladı dolayısıyla kardeşler mesabesindedir. (Râzî, Mefâtihul-gayb, XXVIII, 111.)
Ayet, ‘Müminler kardeştir’ şeklinde değil de ‘Müminler ancak kardeştir’ şeklinde gelmiştir. İfadedeki hasr/tahsis, müminler arasındaki kardeşliğin nesep/biyolojik kardeşlikten daha aşağıda olmayan bir bağ olduğuna işaret eder. Nitekim Hz. Ömer, akrabalık bağı bulunmayan mümin bir kadına ‘Merhaba yakın akraba’ diye hitap etmiştir. (İbn ‘Aşûr, Tefsîru’t-tahrîr, XXVI, 243-245.) Din kardeşliğinin nesepten gelen kardeşlikten daha güçlü olduğu da ifade edilmiştir. Çünkü nesep kardeşliği din ayrılığı halinde kesintiye uğrar. Din kardeşliği ise neseplerin farklılığı dolayısıyla kesintiye uğramaz. (Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’an, XVI, 212.)
Ayete “ancak” anlamını veren ‘innema” ifadesinin bulunmasını şu şekilde yorumlamak da mümkündür: Müminler arasındaki ilişki sadece kardeşlikle anlatılabilir. Onların birbirine düşman olmaları düşünülmez. Müminler arasındaki alakanın kardeşlikten başka bir şekilde ifade edilmesi mümkün değildir. Onların alamet-i farikası/temel belirleyici özellikleri kardeşliktir. Bu yönüyle kardeşlik gerçek manada müminlere mahsustur. Onun bütün gereklerini layık olduğu şekilde ancak müminler yerine getirebilir.
Diğer taraftan ayet, üçüncü şahıs müminlere, Müslümanlar arasındaki ihtilafları çözme görevini de şu şekilde vermektedir: “Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurât, 49/10.) Şu halde müminler, sadece kendileriyle müminler arasındaki kardeşlik hukukunu devam ettirmekten değil; aynı zamanda diğer müminler arasında ortaya çıkacak anlaşmazlıkları gidermekten de sorumludurlar. Çünkü her an kardeşlik ahlakını zedeleyecek, aradaki rabıtayı zayıflatacak şeytani tahrikler olabilir. Üstelik bu konu, ilahî rahmete nail olmaları ile de doğrudan ilgilidir. Nitekim ayet şu uyarıyla sona ermektedir: “Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât, 49/10.)
Kur’an’da kardeşlik bağlamında geçen en önemli terimlerden bir diğeri de ‘veli/velayet’tir. Velayet yardım etmek, arka çıkmak manasına gelir. Terimin geçtiği ayetlerden biri şudur: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır. Onlar iyiliği teşvik edip, kötülükten alıkoyarlar.” (Tevbe, 9/71.)
Hayrı gerçekleştirmek, şerri yok etmek için, dostluk, yardımlaşma ve dayanışma gerekir. Bundan dolayıdır ki, iman edenler, tek bir saf hâlinde bulunurlar. Aralarında hiçbir tefrika unsuru giremez. (Seyyid Kutub, Fi Zilâli’l Kur’an, III, 1674.) Şu ayetler, müminlerin aynı dava uğrunda nasıl dayanışma içerisinde mücadele ettiklerini bizlere anlatır: “Müminler, bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.” (Şûrâ, 42/39) “Allah, taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi, saflar halinde kendi yolunda savaşanları sever.” (Saff, 61/4.)
Müminlerin, kendi aralarında velayetin gereklerini yerine getirmeleri, toplumda sulh ve sükûnetin teminatını oluşturur. Fitne ve fesadın ortaya çıkmasını önler. Aksi bir durum da kargaşa ve zilletten başka bir sonuç doğurmaz. İslam ümmetinin, kendi içerisinde ittifakı kaybettiği dönemlerde, ne büyük musibetlere uğradığı hususu unutulmamalıdır. Son bir buçuk asırdır Müslüman toplumlarda kan ve gözyaşının dinmemesi, bir badireden öbür badireye sürüklenmeleri bunu göstermiyor mu? Yaşanan bu durum, şu ayetin bizi uyarıp durduğu bir konu değil midir? “İnkâr edenler birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır. Eğer siz birbirine arka çıkıp yardımcı olmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat çıkacaktır.” (Enfâl, 8/73.)
Müminler, diğer konularda olduğu gibi dua ve yakarışlarında da bencil davranmazlar. Aksine kolektif bir şuur ve duyguyu paylaşırlar. Kardeşlerini de dualarına ortak ederler. Onların bağışlanması, kıyamet gününde hesaplarının kolay olması için yalvarırlar. Müminlere karşı kin ve husumete bulaşmamak için Rablerine sığınır ve şöyle yakarırlar: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. İman edenlere karşı kalplerimizde hiçbir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” (Haşr, 59/10.)
Günümüz müminlerinin, burada tasvir edilen sevgi ve kardeşlik ruhundan uzak düştükleri görülmektedir. Dillerin ve ırkların ilahî ayetler, farklıkların bir zenginlik ve rahmet olduğu unutulmaktadır. (Rûm, 30/22.) Aynı dine mensup insanlar, ‘sen’ ‘ben’ davasına kapıldılar, kin ve husumetin tuzağına düştüler. Kimileri dini kendi mezhep ve meşreplerinden ibaret gördüler. Kardeşliği kendi dar çevrelerine hapsettiler. Küçüldükçe daha dindarlaştıklarını zannettiler. İnsanlık çapında Müslümanları bekleyen onca sorumluluk varken, birbirine muhalefet etmeyi âdeta hayırlı bir amel gibi gördüler. Büyük düşünmeyi bırakıp kısır çekişmelerin ve küçük hesapların kurbanı oldular.
Kur’an, ehl-i kitap topluluklardan bahsederken, son vahyin izleyicilerine bir hatırlatmada bulunur; o da şudur: Ehl-i kitaptan bazıları kendilerine tebliğ edilen ilahî buyrukları unuttular. Bunun bir neticesi olarak da, aralarında Kıyamet’e kadar sürecek bir düşmanlık ve husumete maruz kaldılar. (Mâide, 5/14.) Bu da bizleri son derece önemli şu sonuca götürmektedir: Vahiyle kendilerini yenileyenler, daha büyük halkanın, ümmete mensup olmanın sorumluluğunu yüklenir. Vahiyle irtibat kesilince de sonu gelmez bir bölünme ve parçalanma sürecine girilir.