Makale

Diyanet İşleri Başkanlığının sosyal fonksiyonu

Diyanet İşleri Başkanlığının sosyal fonksiyonu

Doç. Dr. Fazlı Polat
Atatürk Üniv. İlahiyat Fak.


Her dinin hâkim olduğu toplumun kültürel unsurlarıyla bir uzlaşı içerisinde olduğu görülmektedir. Dolayısıyla toplumun hâkim kültürü, sahip olunan din içerisinde birtakım semboller oluşturur. Bu semboller her ne kadar dinî olmasa da toplumsal işlevleri itibarıyla aynı etki derecesine sahiptir. Toplum gerek dinî sembolleri gerekse milli sembolleri bir sentez içerisinde yaşam alanına dâhil eder. Sosyolojik açıdan konuya bakıldığında en ideal olanı da budur. Yani toplumsal uzlaşının sağlanmasında sosyal müesseselerin uyum içerisinde olması kaçınılmazdır. Bu durum toplumdaki maddi ve manevi alanı doğrudan etkilemektedir. Ülkemizde bu her iki dinamiği üstlenerek eylemsel alana taşıyan kurum olarak Diyanet’i görmekteyiz.

Hemen her toplumun onu bir arada tutacak ortak değerlere ihtiyacı vardır. Tarihî süreçte toplumlara hükmetmek isteyenler, birlikteliklerin parçalanmasını, insanın özerkliğinin yok edilerek yabancılaştırılmasını çok önemsemişlerdir. Dolayısıyla toplumu bir arada tutabilecek ortak değerlerin yanında bu ortak değerleri temsil eden kurumlara da ihtiyaç olduğu bir vakıadır. İşte Türk toplumunun birlik ve beraberliğini sağlayan bu ortak değer kurumlarından birinin de Diyanet olduğunu düşünüyoruz. Bu saikledir ki Cumhuriyeti kuran iradenin ilk icraatlarından biri de toplumsal açıdan çok önemli olan böyle bir kurumun kuruluşuna imza atmış olmasıdır.

Günümüzde Türkiye’de Müslü-manlık inanışını kabul etmiş insanlar arasında dinî açıdan eğitim almış olanlarla, dinî bir eğitim almamış sıradan insanların, dinî kültürü arasında birbirinden kopuk bir durum söz konusu değildir. (Mustafa Aslan, Türk Popüler Dindarlığı Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erciyes Üniv. S.B.E., Kayseri 2002, s 41.) Bu iki tabakanın toplumsal zeminde buluşarak birbirini etkilemesi ve kaynaşması da Diyanet aracılığı ile gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan da bakıldığında Diyanet’in toplum üzerindeki birleştirici ve kaynaştırıcı özelliği daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Diyanet’in, kuruluşundan günümüze kadar geçen süredeki uygulamaları uluslararası toplulukların da dikkatini çekmiştir. Nitekim Türkiye’de din-devlet ilişkisi arasındaki uygulamalar birçok laik Avrupa ülkelerine model oluşturur duruma gelmiştir. Avrupalı toplumlar kendi geçmiş tecrübelerinden hareketle her zaman bir dinin toplumu kendi sultası altında tutması konusunda hep endişe taşımışlardır. Ancak, Türkiye modeli laiklik Avrupalıları bu düşüncelerini yeniden gözden geçirme durumuna getirmiştir. Bu nedenledir ki son günlerde gerek kendi uygulamalarına, (Ocak 2010’da Alman hükümeti, Türkiye’deki laiklik-Diyanet modelini takiben, Almanya’daki imamları devlet üniversitelerinde eğiteceğini, Fransa ise hazine mülklerini kullanarak, cami inşaatlarına yardımcı olacağını belirtti. Hollanda da devlet fonları ile imamları eğitmek için programlar başlatmaya karar verdi. Soner Çağaptay, “Diyanet ve laiklik”, Newsweek Türkiye, 14 Mart 2010.) gerekse orta doğudaki gelişmeler çerçevesinde yeniden yapılanma arayışı içinde bulunan İslam ülkelerine Türkiye modeli yönetim biçimi önerilmektedir. Bu konudaki gelişmeler açısından da Diyanet’in fonksiyonu göz ardı edilemez.

Yukarıda belirttiğimiz hususlar çerçevesinde kurumsal olarak Diyanet’in varlığı gerçekten de önemli bir toplumsal boşluğu doldurmaktadır. Elbette ki toplumsal kurumlarda meydana gelen değişimin etkisi bu kuruma da yansıyacaktır. Çünkü din de, toplumsal kurumların en önemli şubelerinden birisidir.

Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı yani laikliğin olduğu bir ülkede din işleri ile ilgilenen bir kurumun genel idare içerisinde kamu kurumu olarak sayılması laikliğe aykırı bir durum olarak görülmekte, dolayısıyla toplumdaki dinî örgütlenmelerin sivilleştirilmesi gereği savunulmaktadır. Ülkemizde Diyanetle ilgili tartışmaların mihengini de bu nokta oluşturmaktadır.

Laik yapı içerisinde bu kuruma bir yer bulamayanlar bu kurumun çalışmaları önünde sürekli bir engel oluşturmaya çalışmışlardır. Bu engeli koymaya çalışanların, ya laiklik konusundaki bilgi yetersizliğinden ya da maksatlı ideolojik yaklaşımlarından kaynaklandığı kanaatindeyiz.

Konuyla ilgili tartışmaların ikinci boyutuna bakıldığında, dinî faaliyetlerin yürütülmesinin sivilleştirilmesi tartışmaları gelmektedir. Müslümanların din hizmetlerinin sivil inisiyatiflere bırakılması düşüncesi yalnızca mabetlerin ayrılmasıyla kalmayıp toplumun birlik ve beraberliğini bozacak tehlikeli bir yaklaşımdan öteye gitmemektedir. (Fazlı Polat, Diyanet İşleri başkanlığı Çerçevesinde Din Toplum İlişkisine Bir Bakış, Atatürk Ünv. S.B.E. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 1996, s 55.) Zaten Diyanet’i kuran irade din hizmetleri konusunda toplumsal ihtiyaçları karşılamayı bir kamu görevi olarak değerlendirmiştir. (Bkz., Kemalettin Taş, Türk Halkının Gözüyle Diyanet, İz Yay., İstanbul 2002, s.198.)

Diyanet’in görev ve yetki alanı; İslam dininin itikat ve ibadetle ilgili işlerinin yürütülmesi, dinî müesseselerin idaresi, cami, mescit, tekke ve zaviyelerin yönetimi, imam-hatip, vaiz ve kayyumlar ile diğer görevlilerin tayin ve azilleri olarak belirlenmiştir. Kuruluşundan bu güne kadar görev ve yetki alanını hiçbir zaman ihlal etmeyen bu kurumun, devletin diğer kurumları ile ilişkileri noktasında uyumu da ihmal etmediği görülmektedir.

Diyanet’in varlığının ve hukuki konumunun laiklik eksenindeki tartışmaları devam ettiği ve edeceği kanaatindeyiz. Gerçekte her ne kadar Türk aydını bu tartışmaları yapsa da yapılan araştırmalar göstermektedir ki gerçekte toplumun çoğunluğu Diyanet’i, ülkenin siyasal yapısı içerisine oturtmuş ve kurumla aralarında olumlu bir ilişki oluşturma noktasında bir tutum sergilemiştir. (Taş, a.g.e., s.198.) Nitekim, Diyanet dinî bir teşkilat değil, Anayasanın 154. maddesinde belirtildiği gibi genel idare içinde yer almış idari bir teşkilat durumundadır.
Diyanet’in Anayasada yer almasının ve mensuplarının memur niteliğinde sayılmasının ülke koşulları doğrultusunda düşünülmesi gerektiği kanısındayız.
Türk toplumu nezdinde dinî konularda aydınlatıcı, yol gösterici bir misyon üstlenmesi gereken kurum olarak Diyanet görülmektedir. Bu sebeple haklı olarak, Türk halkı için böyle bir kurumun çok değerli ve anlamlı olduğunu düşünmekteyiz.
Diyanet bünyesinde görev almış din görevlileri, toplumu din konusunda ayrıştırmadan, dindarlık ölçümü yapmadan dinin doğru bilgisini veren ve buna öncülük eden kişiler olmak zorundadır. Bunun yapılabilmesi için de din görevlilerinin akademik düzeyde ilahiyat formasyonuna ve bireysel temsil gücüne sahip olmaları, olmazsa olmazlar arasındadır.
Ülke şartları gereği dinî faaliyetlerin devletçe denetiminin yürütülmesi, din işlerinde çalışacak elemanların yetenekli olarak yetiştirilmesi yoluyla dinî taassubun önlenmesi ve dinin toplum için manevi bir disiplin olmasının sağlanması (İsmail Kara, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık, “Diyanet İşleri Başkanlığı Devletle Müslümanlar Arası Bir Kurum”, İletişim Yay., Cilt 6, s. 191. ) ve böylece toplumun değişen sosyo-kültürel yapıya adaptasyonunun sağlanmasına katkıda bulunacağını düşünmekteyiz. (Ali Bardakoğlu, Vatan Gazetesi, 05.11.2010.)
Yapılan tartışmalar çerçevesinde kurumun özerkliği konusu toplumun önemli gündem konularından biridir. Yani Diyanet bağımsız, özerk bir yapıya kavuşturulduğu zaman şimdikinden daha farklı alanlara müdahale edecek diye bir kaygıya gerek olmadığı kanısındayız. Çünkü Diyanet’in hangi konularda nasıl hizmet yapacağı artık istikrar kazanmış durumdadır. Günümüzde Diyanet benzeri kurumlar arasında siyasetin dışında kalmayı en iyi başaran kurum hâline gelmiştir.