Makale

Prof. Dr. Celaleddin Çelik “Gençlerin dinî değer yargılarına ve inançlarına dayanan kimlik edinmeleri, tarihsel birikimle ve gelenekle sağlam bir ilişki kurmalarına bağlıdır.”

BUNU KONUŞALIM

Prof. Dr. Celaleddin Çelik “Gençlerin dinî değer yargılarına ve inançlarına dayanan kimlik edinmeleri, tarihsel birikimle ve gelenekle sağlam bir ilişki kurmalarına bağlıdır.”

Ali AYGÜN

Gençlerin hayata tutunma, toplumda kendine bir yer edinme ve bir gelecek bulma endişesi ile ortaya çıkan en temel sorunu “kimlik” sorunudur. Kendini, hayattaki yerini ve anlamını, amaç ve hedeflerini belirlemede gençlerin zorlandıklarını söyleyebiliriz. Gençler kendi kimlikliklerini oluşturma ve bulma noktasında neler yaşarlar ve ne tür bir süreçten geçerler?
Kimlik edinme, ergenlik ve gençlik çağlarında gelişmeye başlayan önemli ve bir o kadar da sorunlara yol açabilecek bir süreçtir. Gençler özellikle ergenlik çağlarında kimlik üzerinden yeni bir doğum yaşarlar. Bu doğum sosyolojik anlamda bir aidiyete katılarak bir kimlik içinde varlığını anlamlandırmakla gelişen bir şeydir. Gençler edindikleri kimlik üzerinden hayatla ve diğerleriyle ilişkilerini ve konumlarını anlamlandırmaya başlayacaklardır. Dolayısıyla kendi dışındaki dünyayla ve kendisiyle ilgili tasavvurlarında çok önemli bir referans unsurudur kimlik. Bu yüzden kendi kişiliği ile toplumsal ya da grupsal kimliği arasındaki etkileşimler, gencin çok bocaladığı ya da bunaldığı dönemlerdir. Zira hayata ve geleceğe dair beklentileri, hedefleri, umutları, dünya görüşü ve ilişkileri daima kendini dayandırdığı kimlikle ilişkili olarak şekillenecektir.
Günümüzün sosyokültürel yapısının, gençlerin anlam dünyasını şekillendirme noktasında yetersiz kaldığını görüyoruz. Sizce içinde yaşadığımız dünyada, gençler kendi dini değer yargılarına ve inançlarına dayanan bir kimliği nasıl inşa edebilirler?
Gençlerdeki kimlik oluşumu sancılarının uzamasında ya da kalıcı olmasında etken olan temel faktörlerden biri de içinde yer aldıkları sosyal ve kültürel ortamlardır. Gencin sağlıklı bir kimliğe kavuşması, kim olarak ve kimlerden olduğuna ilişkin algılarının oturmasına bağlıdır. Aksi takdirde kimlik duygusunun eksikliği nedeniyle yaşadığı bocalamalar genci çok ciddi çatışmalara ve savrulmalara sevk eder. Gençlerde sağlam bir kimlik inşası, her şeyden önce sosyokültürel süreçlerde sağlıklı kimlik ve kişilik modellerinin öne çıkarılmasıyla gelişecektir. Bugün gençlerin kimlikle ilgili problemleri modernleşme sürecinde toplum olarak yaşadığımız travmatik dönüşümlerden bağımsız değildir. Büyük çaplı toplumsal dönüşümlerde bazen kimliksel değişimler çok sancılı ve kırılgan bir düzeyde gerçekleşmektedir. Türkiye’de kimliğin tarihsel süreçteki gelişimi, geleneği ve tarihsel birikimi dışlayan bir zihniyetle moderniteye dahil olabileceğimiz algısıyla şekillendi. Bu travmatik geçiş, gençleri de kuşatan kimlik çatışmaları ve bunalımlarının temel sebebini oluşturmaktadır. Gençlerin dinî değer yargılarına ve inançlarına dayanan kimlik edinmeleri, tarihsel birikimle ve gelenekle sağlam bir ilişki kurmalarına bağlıdır. Zira ancak köklü bir medeniyete ait olma duygusu ve düşüncesiyle olgunlaşmış bir genç kimliği, gelecek tasavvurlarında da umutlarını ve heyecanlarını koruyabilir.
Malumunuz; gençlik evresi, ideallere sahip olma ve bu idealleri gerçekleştirme çabalarının en yoğun olduğu bir dönemdir. Gençler, önlerinde kendilerini idealize edecek bir model bulurlarsa, bu durum onların amaç ve gayelerine daha çabuk ulaşmalarını sağlayacaktır. Bu bağlamda gençlere İslam medeniyetinin birikimini aşılayacak rol modeller var mıdır; gençlere bu noktada nasıl bir yol ve yöntem tavsiye edersiniz?
İslam medeniyeti her zaman gençler ve hatta toplumun bütün kesimleri için gerek rol modelleri konusunda gerekse gelecek tasavvur ve tahayyülü konusunda tarihsel müktesebata sahiptir. Hatta bunu daha da geliştirerek diyebiliriz ki, İslam medeniyeti eğer bugün içinde bulunduğu inkıraz hâlini aşmak ve bir medeniyet ufku olarak insanlığın geleceğine umutlar vaat edecekse, yine kendi tarihsel bagajındaki insani kodları güncelleyerek tarih ve insanlık önüne çıkartmanın uğraşısı içinde olmalıdır. Gençlerin medeniyet atlasımızdaki tarihsel rol modelleri idrak edebilmesi, modern dünyanın dinamiklerine ve zamanın ruhuna yönelik iddiaları güncelleştirecek girişimlerle mümkün olacaktır. Sürekli tarihe ve geçmişe atıf yapmakla bunun gerçekleşmeyeceği açıktır, aksine tarihsel süreci ve bu süreçte aktör olan medeniyet mirasımızı sürükleyen, canlı tutan dünya görüşünün bugünün gençlerine yeni bir dille ifade edilmesi gerekmektedir. Günümüzün tüketim kültürü ve yeni kuşaklar anlayışı gençleri hayatın anlamı ve değeri konusunda geri dönüşü olmayan yolculuklarda tüketmeye teşvik etmektedir. Gençler İslam medeniyet mirasının ve kültür varlığımızın edebi, etik ve estetik yönleriyle buluşturularak çok katmanlı ve boyutlu bir kimlik evrenine dahil olabilirler. Bu noktada özellikle tepkisel kimlik inşasından kaçınarak, kimliğin hayata ve medeniyete dair bütün uzanımların içerecek bir inşası hedeflenmelidir.
Kimlik oluşturma konusunda gençleri bekleyen sorunların başında “yabancılaşma” geliyor. Sosyolojik anlamda kimlik kayması, dinî değerlere ve inançlara kayıtsızlık gibi birtakım problemlerin temelinde yabancılaşma temayülünün olduğu belirtiliyor. Sizce günümüz gençliği için böyle bir yabancılaşma olgusundan söz edilebilir mi ve eğer varsa böyle bir tehlike, bu hangi boyutlardadır?
Yabancılaşma olgusu temelde bir kimlik problemidir. Kimliksel yabancılaşma, kişilerin kimliği oluşturan değerlerden, ahlaki ve estetik kodlarından uzaklaşmasıdır. Kolektif aidiyetin bütün hissi, duyuşsal, düşünsel ve tarihsel bağlarından kopmakla gerçekleşen yabancılaşma, toplumsal dünyada da bireycileşmeyi, ahlaki kural ve ilkelerin etkisizleşmesini, toplumsal duyarlılığın ve katılımın zayıflamasını teşvik eder. Gündelik hayatı yönlendiren dinî, ahlaki ve kültürel değerlerin etkisizleşmesi, bir yandan sekülerleşme dediğimiz olguyla diğer yandan kültürel kimliğin kuşatıcılığının zayıflamasıyla ilgili olarak yaygınlaşır. Toplumsal kimliği ve birliği tehdit edici nitelikler içeren yabancılaşma olgusu, özellikle küreselleşme ve postmodern durumla bağıntılı tüketim kültürü ekseninde bütün aidiyetleri ve kültürel özgünlükleri eritmektedir. Belki de günümüz gençliği için en önemli tehdit, küresel tüketim kültürünün kültürleri ve kimlikleri standardize ederek bir yere, tarihe ve kimliğe ait olmayı önemsizleştirme anlayışından gelmektedir. Günümüzün toplumsal dinamikleri kültürel sosyalleşme araçlarını güncelleştirme sorunu yaşarken, yeni sosyalleşme ve iletişim araçları olarak hayatımızı ve dünyamızı kuşatan sosyal ağlar, gündelik hayatın, toplumsal değerlerin ve ilişkilerin dilini değiştirmekte, kuşaklar arasında ve sosyal dünyada ciddi yabancılaşma izleri ortaya çıkarmaktadır. Dinî bilgi ve değerlerin aktarılması konusunda geleneksel algı ve otoriteler değişmekte, sosyal ağların tetiklediği dinî bireycileşme artık bir dini yabancılaşma sorununu da önümüze koymaktadır.
Modern dünya, manevi değerlerin hızlı bir şekilde tüketildiği, yozlaştırıldığı ve insanları maddi olana daha fazla yönlendiren bir sistemi öngörüyor. Maalesef haz ve hız kültürü gençlerin hayata bakışını şekillendiriyor. Dolayısıyla böyle bir ortamda gençlerin kendilerini tam manasıyla ifade etmeleri de engellenmiş oluyor. Bu konuda siz neler söylersiniz?
Modernite artık kabul etmeliyiz ki farklı dinler, kültürler ve hatta zamanlarda yaşayan dünya toplumlarını ve yaşadığımız hayatı bütün boyutlarında belirlemektedir. Bu noktada yaşayan ya da ayakta durma mücadelesi veren bütün düşünce, inanç ve değerler bu yeni duruma göre tavır ve durum almaya zorlanmaktadır. Elbette içine girdiğimiz bu kuşatılmışlık duygusu, hayatın maddi değerler ve idealler eksenindeki dönüşümünden beslenmektedir. Bugün zamanın ruhu, hayatın dinamiklerini seküler maddi bir medeniyetin hız ve haz temelli dinamiklerinde sancı çekmektedir. Bu sancı yalnızca günümüzün Müslümanlarıyla sınırlı değildir, aslında modernitenin merkezi durumundaki toplumlarda da bunalımın izleri ve işaretleri uzunca bir süredir görülmektedir. Gençlerin değerlerimizi ve kimliksel farklılıklarımızı eriten modern tüketim kültüründe kaybolmalarını engellemek, onların hayata belli bir perspektifle bakmalarına ve tavır geliştirmelerine imkân sağlayacak kolektif derin tahayyüllerin beslenmesiyle mümkündür. Oysa geleneğin söz söyleme ve eyleme imkânının bulunmadığı bir ortamda ve vasatta, gençlerin önünde çarpık ve tüketimci bir modernliğe teslim olmaktan başka seçenekleri kalmamaktadır.
Günümüzde birbirlerini anlama ve iletişim konusunda genç kuşak ile yetişkin kuşak arasında bir kopukluk yaşanıyor. Elbette bu durumun çok yönlü nedenleri var. Fakat en önemli sorunun iletişimsizlik olduğu da bir gerçek... Diğer insanlarla sınırlı iletişim kurulması ve böylece geleneksel değerlerin aktarılamaması yabancılaşmanın bir sebebi olarak görülebilir mi?
Yabancılaşma toplumsal kesimler, gruplar ve kimlikler arasında olduğu gibi kuşaklar arasında da kendini gösterebilir. Bir İslam medeniyet ve kültür havzasına aidiyeti dışlayan sosyal hareketler ve dini gruplar, toplumsal kimliğe ve kültüre çatışmacı bir dil getirebilirler. Bu noktada sorunun toplumu kuşatıcı besleyici bir üst değerler ve zihniyet ethosundan mahrum olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Aynı durum aile ve diğer kültürel kurumlar düzeyine de farklı şekillerde yansır. Nitekim kuşaklar arası iletişimsizliğin bu anlamda pek çok sebebi bulunmaktadır. Ancak bunların başında kültürel ve kimliksel yabancılaşmanın olması anlamlıdır. Zira aile ve mahalle gibi ilk sosyalleşme süreçlerinde kendi kültürel köklerinden ve değerler dünyasından beslenemeyen gençlerin, iletişimle birlikte ciddi bir kimlik problemi yaşaması kaçınılmazdır. Bugün aile içi ilişkilerin ve iletişimin kırılmasında, çarpıklaşmasında etkili olan bir kültürel şizofreni yaşıyoruz. Modern kent hayatı bir yandan geleneksel ailenin dinamiklerini çözmekte, geleneksel aile içi ilişkiler ve dayanışmanın unsurlarını zayıflatmakta, ailede edinilen değerler eğitimi ve birliktelik ruhunu örselemekte, diğer yandan giderek soyutlanan ve yalnızlaşan ailede ortaya çıkan sorunlarla baş etmenin kurumlarını üretmektedir. Teknolojik ürünler ve sosyal ağlar, normal ilişkilerin ve eylemlerin alanını daraltmakta, artık aile içinde bile fertler konuşamaz ve hallleşemez duruma gelmektedir. Sorunlar yaşayan gençler, insani paylaşımın sıcaklığının ve kuşatıcılığının kırıldığı aile ortamı yerine kendilerine zarar verebilecek yeni ağlar ve ortamlar arayışına girmektedir. Bugün hemen yanıbaşımızdaki aile efradımızla, kardeşlerimizle, akraba, komşu ve arkadaşlarımızla büyüyen bir iletişim krizi yaşamaktayız. Bu krizin temelinde insanlar arası ilişkilerin dinî, ahlaki ve geleneksel değerlerle biçimlenen iletişim kodları yerine, tüketimci, çıkarcı ve hız ve hazzın tetiklediği kısa süreli iletişim anlayışını ikamesi rol oynamaktadır. Gençlerin bu yeni iletişim kodlarında kültürel ve kimliksel yabancılaşmaya düşmemesi için geleneksel sosyal dinamiklerin ve kurumların harekete geçirilmesi, yeniden inşası elzem görünmektedir.
Toplumumuzda son zamanlarda giderek güçlenme eğilimi gösteren gençler arasındaki şiddet olgusu, alkol ve uyuşturucu madde kullanımındaki hızlı artış, ana babaya veya öğretmene karşı gelme ve saygısızlık, sahtekârlık, cinsel davranış bozuklukları, intihar ve benzeri daha birçok sorunlar aile ve eğitimcileri ciddi olarak kaygılandırmaktadır. Öte yandan, çocuk ve gençleri kendine bağımlı kılan kontrolsüz ve ilkesiz internet kullanımı da diğer kaygı verici sorunlar arasında sayılabilir. Gençleri bu saydığımız olumsuzluklardan uzak tutmak için anne baba ve toplum olarak neler yapılabilir?
Belirttiğiniz şiddet olgusu, kötü ve zararlı alışkanlıklar, davranış bozuklukları gibi olumsuz eğilimler elbette yalnız başına ailenin çözebileceği sorunlar değildir artık. Ama bu sorunların çıkış kaynağı ise temelde aile kurumunda yaşanan travmatik değişmelerdir. Bir başka deyişle sorunların ortaya çıkışına kaynaklık eden ailedeki çok boyutlu problemlerden başlamak gerekiyor. Gençleri bir kimlik bunalımıyla birlikte zararlı çevrelere ve alışkanlıklara iten sebeplerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bunun için aile dokusunu koruyacak, aile fertlerini dinî, ahlaki bir varlık gayesi, hayat ve dünya görüşü etrafında birleştirecek projelere ihtiyaç bulunmaktadır. Öncelikle çocukları yetiştirme konusunda ebeveynin bilinçlendirilmesi, çocuk eğitiminin belirsizlikler ve amaçsızlıklar içinde yürümeyeceği gerçeğinin kazandırılması önem arz etmektedir. Devletin ilgili kurumlarının ve özellikle sivil toplum kuruluşlarının Türk aile yapısı ve kimliğini, yeni durumlara intibak edecek şekilde geliştirilmesini öncelemesi gerekir. Anne ve babaların çocukların geleceği ve eğitimi konusunu tarihsel kimlik ve bilinçle ikame edebilmesinde toplumun dinî, kültürel, siyasi kurumlarının işbirliği içinde hareketine ihtiyaç bulunmaktadır. Diyanetin din hizmetleri alanında gençleri daha fazla kuşatacak ve içine alacak yeni projeler üretmesi zorunluluğu ortadadır.
Gençlikten söz ederken, çeşitli sebeplerden ötürü sokağa, suça ve zararlı alışkanlıklara itilmiş gençlerin de seslerine kulak vermek gerekiyor. Gençleri sokağa ve suça iten sebepler nelerdir ve bu tür illetlere bulaşmış gençlerin topluma kazandırılması için hangi sosyal projelere ihtiyaç vardır?
Gençliği bir bütün olarak ele alan, farklı kültür ve çevrelerde yetişen gençleri, üst değerler ve idealler etrafında birleştirebilen dinamiklerin geliştirilmesi ve canlandırılması önemlidir. Gençleri sokağa iten, suça ve zararlı alışkanlıklara yönelten sebeplerin başında ailenin ilgisizliği, yetersizliği ve uygun olmayan arkadaş çevresi gelmektedir. Öte yandan yeni sosyalleşme kaynakları olan medya, iletişim araçları ve sosyal ağlar da gençlerin tutum ve davranış sapmalarında en önemli etkenleri oluşturuyor. Bu durumda gençlerde sadece özgüven geliştirici eğitimin verilmesi yetmemekte, aynı zamanda bir değerler sistemine bağlı olarak kendini geliştirme ve kontrol edebilme yeteneklerinin kazandırılması önem taşımaktadır. Zira bir ahlaki değerler ve davranışlar çerçevesini içselleştirmiş gençler, her şeyden önce kim olduklarını ve kimlerle birlikte hareket edebileceğini, nerede nasıl davranabileceğini idrak edecektir. Bugün suça bulaşmış, sokağa itilmiş gençlerin toplumdan izole edilmesi ya da cezai birtakım müeyyidelerle dışlanması sorunu çözmeye yetmeyecektir. Topluma kazandırmanın en önemli yolu, toplumsal hayatın yüksek idealler ve değerler etrafında anlam kazandığı bir gelecek tahayyülünün inşasından geçer. Gençlerin sosyal damgalanma ve etiketlenmeyle dışlanması daha büyük facialara yol açabilir. Toplumun bu noktada soruna sahiplenmesi için, sosyal ve sivil kurumlar aracılığıyla kendi geleceğine sahip çıkmanın ne kadar önemli bir iş olduğu bilincine ulaştırılması gerekmektedir. Bu gençlerin bir varlık bilinci ve kimlik tasavvuru etrafında öncelikle hayata tutunmalarına yönelik projeler geliştirilmeli, bir medeniyet bilinci içinde toplumsal dünyaya katılımları sağlanmalıdır. Bunun için gençleri bir yandan adabı muaşeret dediğimiz geleneksel hayatın rutinleriyle tanıştırmak, diğer yandan sahipsiz ve kimsesiz olmadıklarını hissettirecek dinamikleri canlandırmak sorumluluğumuz vardır.
“Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse” şeklindeki söz aslında gençlerin sahip olduğu enerjiyi doğru kullanmalarına işaret ediyor. Avrupa’da en genç nüfusa sahip olan ülkeyiz. Bu ülkemiz için umut verici. Sizce sahip olduğumuz bu genç nüfusun enerjisini, gücünü, gerek ümmet bilinci açısından, gerekse ülkemizin menfaatleri açısından doğru bir şekilde kanalize edebiliyor muyuz?
Büyük bir genç nüfusa sahip olmanın toplumsal geleceğimiz açısından önemi büyüktür, ancak bu niceliksel büyüklüğün yüksek niteliklere de sahip olması daha önemlidir. Doğrusunu söylemek gerekirse, toplumsal yaşamımızda ve gündelik hayatımızda bizi umuda sevk eden iyi şeyleri de görmeliyiz, ama genel anlamda hakkaniyetin, adaletin, samimiyet, sadakat, dostluk, muhabbet ve merhametin azaldığına ilişkin kaygıları da önemsemeliyiz. Müslümanların kendi aralarında ve toplumda iyilikleri, güzellikleri, adaleti ve hakkaniyeti yaygınlaştırma eğilimlerinin, kuşatıcı yabancılaşma ve ahlaki çöküntü gibi etkenlerce törpülendiğini görüyoruz. Bugün küreselleşmenin yaygınlaştırdığı tüketim kültürü ekseninde yara alan ve izafileşen kimlikler, hayatı zindana çeviren sosyal çözülmeler, gayriahlaki yozlaşmalar, yolsuzluk, cinayet, fuhuş, alkol ve uyuşturucu bataklığıyla baş etmenin yollarını araştırmaktadır. Ahlaki çözülmenin, kültürel yozlaşmanın, yabancılaşma ve yalnızlaşmanın önüne yalnızca ahlaki öğütlerle çıkmak sorunlarla baş etmek için yeterli değildir. Bu anlamda hakkı ve adaleti sosyal, ekonomik, kültürel boyutları içinde ikame edecek bir bilinci ve sorumluluğu uyandırmak gerekmektedir. Ümmet bilinci ise, ancak kendinden, ailesinden, toplumundan ve medeniyetinden sorumlu olduğu öğretilen ve bunu ahlaki, zihni, kültürel boyuta taşıyan kuşakların yetiştirilmesiyle anlamlı hale gelecektir.

Prof. Dr. Celaleddin ÇELİK

Celaleddin Çelik, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun olup, Din Sosyolojisi alanında yürüttüğü akademik faaliyetlerine halen Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde devam etmektedir. Kentleşme, kent dindarlığı, din ve toplumsal değişme, kültür araştırmaları, dini ve sosyal gerçekliğin inşası, gençlik, aile ve din, göç, değişme ve din gibi konularda çalışmalarını sürdüren Celaleddin Çelik, ilgili konularda makale ve kitap yayınlarına sahip bulunmaktadır.