Makale

Seyahat

Seyahat

Dr. Ekrem Keleş
Din İşleri Yüksel Kurulu Uzmanı

Ürdün’ün batı tarafında yer alan Lût gölü, dünyanın deniz seviyesinden en alçak bölgesidir. Göl yüzeyi, deniz seviyesinden 394 m. Daha alçaktır. Yoğun ve ağır madeni maddeler ve mineraller içeren aşırı derecede tuzlu suyu (Tuzluluk oranı 240 tır. Denizlerde bu oran 35-37 dir.), İçinde hiçbir canlının yaşamasına imkan tanımamaktadır.
Burası, kuvvetle muhtemel, insanlık tarihinin en çirkin fiilini işleyerek bu yüzden helâk edilen ve Kur’ân’ın ibret almamız için yurtlarını gezip dolaşmamızı istediği Lût kavminin yaşadığı yerlerdir. Bu bölge, tarihin derinliklerinde kalan bu acı olayın adeta hâlâ ağırlığını taşıyor.
Bugün kullanılmakta olan ve ters (anal) ilişki anlamına gelen "Sodomi" sözcüğü, Lût kavminin yaşadığı ve söz konusu çirkin fiilin işlendiği şehirlerden biri olan Sodom’dan adını almaktadır. Lût kavminin yaşadığı Sodom ve Comore şehirlerinin, Lût Cölü’nün altında kalmış olabileceği yolundaki değerlendirmeler, en azından Kur’an’a ters düşmemektedir. Lût kavminin başından geçenler, Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan kıssalardan biridir. (Bak.Şuara, 160-168; Hud, 82-83; Hicr, 73-76; Kamer, 33-34, 37-38) Kur’ân Kerim’de başka kavimlerle ilgili kıssalar da anlatılmaktadır.
Geçmişte işledikleri yüzünden helâk edilen toplumların kıssalarını dile getirirken Kur’an-ı Kerim, hiç şüphesiz bunları boş yere anlatma- maktadır. Bunlar, geçmişten ibret alınması ve benzer hataların tekrarlanmaması için örnek olmak üzere anlatılmaktadır.
Şairin:
"Geçenler geçti seni pabucun atıldı dama
Çatla Sodom Comore, patla Bizans ve Roma" mısraıyla atıfta bulunduğu gibi, bu kavmin he- lâkine sebep olan çirkin fiilin tekrar sahneye çıkmaya başladığı günümüzde, tapınaklarıyla, binlerce yıl önce döşenmiş mermer araba yollarıyla, hâlâ ayakta duran ve yer sarsıntılarında yıkılmayacak şekilde mukavemet hesabıyla yapılmış kırk tonluk mermer sütunlarıyla Lût kavminin yaşadığı yerlerin gezilip görülmesi, daha bir anlamlı olacaktır. Hiç şüphesiz çok uzağımızda olmayan bu yerleri, uzun bir yolculuk yapmadan görmek mümkündür. Dünyanın pek çok bölgesinde daha nice ibret alınacak ve görülecek ilginç yerler bulunmaktadır. Ancak buralardan önce üzerinde oturduğumuz ve en azından bu yerlerden daha dikkat çekici tarih ve tabii güzellikler hâzinesi memleketimizi, imkânlar ölçüsünde gezip görmeli değil miyiz?
Kur’ân-ı Kerim çok ilginç bir şekilde bizden ısrarla yeryüzünde gezip dolaşmamızı, geçmiş toplumların yaşadıkları yerleri, yeryüzünün ve gökyüzünün güzelliklerini görmemizi ve böyle- ce Yaratıcının sınırsız güç ve kudretini idrak etmemizi isterken, dünyayı içinde doğup büyüdüğümüz veya geçimimizi sağladığımız yerlerden ibaret sanan bir anlayışla ömrümüzü harcayıp tüketmemiz ne derece doğru olur?
"De ki: Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığına bakın..." (Ankebut, 20) mealindeki ayeti kerime, yeryüzünde dolaşıp yaratılış üzerinde düşünmemizi isteyen İlâhî mesajlardandır.
Yeryüzünde dolaşarak geçmiş toplumların eserlerini görmemizi ve ibret almamızı isteyen pek çok ayeti kerimeden bazılarının mealleri ise şöyledir:
"Yine onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı." (Rum, 9)
"Sizden önce (ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün." (Al-i Imran, 137)
"Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Oysa onlar kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Ne göklerde ve ne de yerde Allah’ı aciz bırakacak hiçbir şey vardır. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir." (Fatır, 44)
"Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri daha üstündü. Böyle iken Allah, günahları sebebiyle onları yakaladı. Onları Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse olmadı." (Mü’mir, 21)
Belirttiğimiz gibi Kur’ân-ı Kerim’in bizden istediği gezip dolaşma, boşu boşuna bir seyahat değildir. Seyahat, kişiye bir şeyler kazandırmalıdır. Bu sebeple seyahatin, kesinlikle, kişinin bilgi, görgü, anlayış ve kültürünün gelişimine herhangi bir katkı sağlamayan ve günübirlik yaşama anlayışını yansıtan yalın gezi, ziyaret ve tatil olarak algılanmaması gerekir. Seyahatin canlı, dinamik ve ufuk açıcı mahiyette olması lazımdır. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
"Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur." (Hac, 46)
Seyahat insanlık tarihi kadar eski ve insan hayatını daha anlamlı hale getiren bir harekettir, insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğu için Kur’an-ı Kerim’de yolculukla ilgili pek çok hüküm yer almıştır. (Bakara, 184-185; Mâide, 6; Tevbe, 42;
Bakara, 283; Maide, 6) Her şeyi ayrıntılarıyla ele almayan ilahi kitabın, yolculukla ilgili hükümlere yer vermiş olması, çok dikkat çekicidir. Kur’an’da yolcunun guslü, namazı, orucu, vasiyeti gibi hükümlere yer verilmesi, seyahatin insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterir.
Çeşitli vesilelerle seferin ve seferle ilgili bazı hususların yer aldığı Kur’ân-ı Kerimde (Bak. Bedrettin Çetiner, Kur’an’da Sefer (Yolculuk), ISAV’ın düzenlediği ’Seferilik ve Hükümleri’ konulu tartışmalı ilmi toplantıya sunulan tebliğ, Ensar Neşriyat, 1st. 1997) yer yer insanlığa örnek olmak ve yol göstermek üzere gönderilmiş bulunan peygamberlerin seyahatleri de anlatılmaktadır. Musa ve İbrahim Aleyhimesselam’ın seyahatleri bunlardandır.
Kureyş kabilesinin yaz ve kış seyahatlerinden bahseden Kur’an’ın, bu seyahatin pratik yararlarına da dikkat çekerek Allah’a şükretmelerini istemesi, seyahatin önemine bir işarettir.
Kur’ân-ı Kerim’de geçen ve övgüyle dile getirilen "es-Sâihûn= Seyahat eden erkekler" (Tevbe, 112) ve "es-Sâihât= Seyahat eden kadınlar" (Tah- rim, 5) ifadelerinde kastedilenler her ne kadar ibn Mesûd, İbn Abbas, Hz. Aişe ve Ebu Hureyre’den gelen rivayete göre oruç tutanlar ise de diğer bazı müfessirler, kelimenin zahiri anlamından hareketle bunların, İslâm’ı duyurmak, cihad, hicret ve Allah’ın yarattığı güzellikleri ve onun mülkünün inceliklerini görmek için yeryüzünde seyahat edenler olduğunu belirtmişlerdir. (Bak: Elmalı ’lı M hammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kita- bevi, 1st., IV/2625)
Geçmişte, kuraklık, kıtlık, savaşlar, sağlık nedenleri, daha verimli topraklar bulma, keşif, ticaret, askeri amaçlar, dini sebepler ve ilim elde et- v me gibi etkenlerle yapılan yolculuklara yirminci ® asırda tatil amaçlı seyahatler de eklenmiştir. Tatil amaçlı seyahatlerin çoğalmasındaki etken ise, ulaşım imkânlarının artması, geçim standartlarının yükselmesi ve insanların kısa süreleri değerlendirerek yolculuk yapabilme imkânına kavuşmuş olmalarıdır. Günümüzde gelişmiş olan bu imkânları değerlendirerek Kur’ân’m tavsiye ettiği şekilde seyahatler yapılması, Müslüman için önemli bir kazanım olacaktır. Bu kazanım, insan hayatının muhtevasını en iyi zenginleştiren hususlardandır.
Seyahatin pek çok faydaları vardır. Seyahatte keşfetmenin, yeni yeni şeyler öğrenmenin, yeni şeyler ve kişiler tanımanın cazibesi vardır. Geçmişte gerçekleşen önemli pek çok hadise ve buluşun arkasında arkasında seyahatler bunun- maktadır. Hatta bazı seyahatler dünyanın gidişatını değiştirmiştir.
Bu sebeple imkân varken gezip görmelidir. Atalarımız "Atın varken yol tanı" demişlerdir. "Gezen güzel olur, oturan gazel okur." Atasözümüz, gezenlerin değişik güzelliklerle karşılaşıp pek çok şey öğreneceğine ve konuşurken bilerek konuşacağına, hiçbir yeri görmeyenlerin ise, boş konuşmalarla yetineceğine işaret etmektedir.
Yolculuk yapan kişi, hayatı, dünyayı ve insanları daha iyi tanır ve öğrenir. Evinden barkından uzaklara gitmek, birçok sıkıntıya katlanmayı gerektirse de insanı yetiştirir, olgunlaştırır, eğitir ve geliştirir. Seyahat eden insanlar, daha sabırlı, daha dayanıklı ve daha tecrübeli olurlar. Ayrıca evinden yurdundan uzaklara giden insan, evinin ve ailesinin kıymetini daha iyi anlar.
Yeryüzü bütün güzellikleriyle insanın hizmetine sunulmuştur. Bu güzellikler boşuna yaratılmış değildir. Bunlar, görülmek içindir. Allah’ın verdiği bu büyük nimetleri görme imkânı varken görmemek, fazilet değildir. Yeryüzünün bu göz alıcı güzelliklerini görmek, tanımak ve bu güzellikleri yaratan güç ve kudret sahibinin azametini anlamak için gezip dolaşmak gerekir. Bunun için illâ birtakım pahalı seyahatler yapmak da gerekmez. Herkesin kendi haline göre gezip göreceği güzellilerle dolu güzel bir yurdumuz vardır. Bu güzel yurdun kıymetini bilerek onu birçok yönleriyle tanımaya çalışma alışkanlığı kazanmamız ve bunu yaygınlaştırmamız ne kadar hayırlı ve yararlı olur. Şair şöyle demektedir:
"Kişinin mahallede uzun süre kaması yüzünü eskitir/ Gurbete çık ki yenilenesin. Çünkü ben gördüm ki insanlar güneşi çok seviyor/sürekli üzerlerinde durmadığı için."
Kültürümüzde gezerek tanıma ve öğrenmeye ayrı bir değer verilmiştir.
İnsanın, en iyi yolculukta tanınabileceği hususu da seyahat tecrübelerinin ortaya koyduğu verilerdendir.Çünkü yolculuğun meşakkatleri, insanın kişiliğini açığa çıkaran en iyi vasıtalardan biridir.
Adamın biri Ömer b. Hattab (ra)ın yanında bir tanıklık yapmıştı. Hz. Ömer ona:
"Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir." dedi. Orada bulunanlardan biri "Ben onu tanıyorum." dedi. Hz.Ömer: "Nasıl bilirsin?" diye sordu. O da emin ve adil bir adam olarak tanıyorum." Dedi. Hz. Ömer tekrar: "Gecesini gündüzünü, girdisini çıktısını tanıdığın yakın bir komşun mudur?" diye sordu.
Adam: "Hayır" dedi. Hz. Ömer:
"İnsanın takvasını ortaya koyan para vasıtasıyla karşılıklı iş yaptığın biri midir?" diye sordu.
Adam tekrar: "Hayır" dedi. Hz.
Ömer: "Onunla insanın güzel ahlâklı olduğunu anlamaya imkan veren bir yolculuk yaptın mı?" diye sordu. Adam tekrar "Hayır" dedi. O zaman Hz.
Ömer: "Sen onu tanımıyorsun." dedikten sonra adama dönerek: "Git seni tanıyan birini getir." (Subhi Salih, Ulûmu’l-Hadis ve Mustalahâtuh, Terc.Yaşar Kandemir,
Diyanet işleri Başkanlığı yayını, s. 108) dedi.
Bu olayda Hz.Ömer’in, yolculuğu kişiyi iyi tanımak için bir kriter olarak değerlendirmesi, gerçekten çok dikkat çekicidir. Zaten "Bir kişiyi iyi tanımak için, ya onunla alış veriş etmeli ya da yola gitmeli." Sözü bu gerçeği ifade etmektedir.
"O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır..." (Yunus, 22) mealindeki ayeti kerime’ nin de işaret ettiği gibi, insana, gezip dolaşmaktan, yeryüzündeki güzellikleri görmekten ve yeni yerler ve güzellikler tanımaktan hoşlanma duygusunu veren, yeryüzünü de gezilip dolaşılabilecek bir yapıda yaratan, orada geçitler ve yollar var eden (Fatır, 27; Enbiya, 3i) Allah’tır. Hiç şüphesiz bu duygu ve yeteneği veren ve bunların işletilmesini sağlayacak araçları yaratan Yüce Allah, İhsan ettiği bu nimetlerin işlerlik kazanmasından hoşnut olacaktır. Çünkü Allah verdiği nimetin eserini kulu üzerinde görmekten hoşnut olur. (Tirmizi, İstizan 88 (hadis No: 2819); Ahmed b. Hanbel 11/213)
Bir müslümanın dünya hayatında yapabileceği en hayırlı faaliyetlerden biri, İslâm’ın güzelliklerinin insanlara ulaştırılmasında bir şekilde aracı olmaktır. Seyahat bunun en iyi yollarından biridir. Yeryüzünde en çok müslümanın yaşadığı bölgelere islâam’ın, müslüman tacirler ve gezginler vasıtasıyla ulaştığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Oralara giden müslümanlar, her şeyden önce İslâm ahlâkının üstünlükleriyle şekillenmiş örnek yaşantılarıyla, ulaştıkları insanlara Islâm’ın güzelliğini fiili olarak göstermişler ve böylece karşılaştıkları insanların İslâm’ın güzelliğini fark etmelerini sağlamışlardır.
Cenab-ı Hak, bir kısmımızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını (Müzemmil suresi) söylerken seyahatin madden ve manen kazandırıcı niteliğine dikkat çekmektedir. Aynı şekilde kendilerine sadaka verilecek fakirleri zikrederken onların yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyenler olarak nitelendirilmesi (Bakara, 273) de yeryüzünde gezip dolaşmanın kazandırıcı yönüne işaret etmektedir.
İslam tarihinde ilk seyahat, baskı, işkence ve zulüm nedeniyle müslümanların, Mekke müşriklerinin eziyetlerinden kurtulmak için Habeşistan’a hicret şeklinde gerçekleşmiştir. Daha sonra aynı sebepten dünya tarihini değiştirecek olan Medine-i Münevvere’ye hicret gerçekleşmiş ve böylece tarihin en anlamlı göçünün adı da ortaya çıkmıştır.
Daha önce Peygamber Efendimiz ticari amaçlarla iki kez Şam taraflarına yolculuk yapmıştı. Ancak bu seyahatler peygamberlikten önce idi. Peygamberlikten sonra ilk seyahatini ise İslam’ı tebliğ amacıyla Taif’e yapmıştı. Bu yolculuk, acı bir hatıra olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Hicretten sonra ise daha ziyade gazveler için yolculuğa çıkmıştır. Bu yolculuklar, onun hayatında önemli bir yer tutmaktadır.
Bizzat Peygamber Efendimizin başlattığı, Sa- habe-i kiramın büyük bir heyecanla sürdürdüğü ve müteakip müslüman kuşakların devam ettirdiği Islâm’ı başka insanlara ulaştırma/tanıtma (Cihad/tebliğ) ve ilim öğrenme amaçlı seyahatler, tarihin akışını değiştirmiş ve insanlığa kıyamete kadar ışık tutacak kurtuluş ilkelerinin kıtalara ulaştırılmasını sağlamıştır, "ilim Çin’de de olsa gidip Öğreniniz" (Rivayetin kaynakları için bak. Abdürrez- zak b. Ali b. Zeynülabidin el-Münâvi, Künûzu’l-Hakâik min Hâ- kâik, Dâru’l-Kütübi’l-llmiyye, Betrut 1996, 1/70) mealindeki rivayet, ilmi seyahatler için bir slogan olmuştur. Özellikle hadis elde etmek ve öğrenmek (er-Rıhlefi talebi’l-hadis) (Bak. El-Hafız Ebu Bekr Ahmed b.Ali (el-Hatîb el- Bağdâdi), er-Rıhletü fi Talebi’l-Hadis, Tahkik: Nurettin Itr, Dâ- ru’l-Kütübi’l İlmiye, Beyrut 1975) için yapılan seyahatler, Ümmet-i Muhammed’e özgü tarihte benzeri hiç görülmemiş bir faaliyet olmuş ve bu kutlu faaliyet sonucunda Sünnet kayıt altına alınmıştır.
Şayet sırtında eski bir elbise, azığı yalnızca kuru ekmek ve su olduğu halde bin bir sıkıntıyı göze alıp çöller aşarak uzak beldelere gidip bilgi toplayan alimlerimizin bu meşakkat dolu yolculukları olmasaydı, bugün sahip olduğumuz pek çok ilmi hâzineye malik olamayacaktık. Hiçbir dünyevi menfaat kaygısı taşımadan ve yine hiçbir dünyevi makam ve mevki beklentisi ve ümidi olmadan günlerce aylarca yolculuk yaparak bir hadis elde edebilmek ve bir mesele öğrenebilmek için uzun yolculukları göze alıp günlerce hatta aylarca yolculuk yapmak ve bu yolculukların sıkıntılarına katlanmak, çok soylu ve kutlu bir faaliyettir. Şurası muhakkak ki tarihin tanık olduğu en şerefli seyahatler, işte Müslüman ilim adamlarının ilim uğruna yaptıkları bu seyahatlerdir. Bunda en önemli etken, ilme büyük değer veren Allah’ın kelâmı Kur’an ve Peygamber Efendimiz’dir.
Kur’ân-ı Kerim’de, insanların, milletlere ve kabilelere ayrılmasının hikmeti olarak tanışma zikredilmektedir. (Hucurat, 13) Hiç şüphesiz tanışmayı ve başka milletleri/kültürleri bizzat görerek tanımayı mümkün kılacak olan, seyahattir. Bu durum, İslâmî bakış açısıyla seyahatin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Şüphesiz seyahatler içinde en anlamlı ve birçok yönden en yararlı olanlardan biri, hac ve umre için yapılan yolculuklardır. Müslümanın hayatında bir dönüm noktası oluşturacak kadar önemli olan bu mübarek sefer, dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanlarla tanışma ve kaynaşma, sevinçleri ve sıkıntıları paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma gibi pek çok faydalar içermektedir. Bu sebeple hac ibadeti için yapılan seyahatin apayrı bir değeri vardır. Bu seyahat sayesinde asırlar boyu müslümanlar dünyanın başka bölgelerinde olup bitenlerden haberdar olmuşlardır.
Tarihimizde yolcuların konaklamalarını temin etmek üzere kurulmuş bulunan kervansaraylar kültürümüzün önemli değerlerindendir. Kültürümüzün bu önemli zenginliği ayrı bir inceleme konusudur. Seyahat âdâbına ilişkin kültür mirasımız da nice inceliklerle doludur. (Bak.Yahya b. Şeref en-Nevevi, Kitabü’i-lzah fi Menasiki’l-Haccı ve’l-Umre, el-Mek- tebetü’l-lmdadiyye, mekkei Mükerreme 1995, s.45 ve devamı)
Bu da ayrı bir inceleme gerektirmektedir. Bu yazının sınırlarına sığmaz.
Son söz İlâhî kelâmın:
"Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın..." (Nisa, 94; Her ne kadar ayetin bağlamı farklı olsa da, nüzul sebebinin özel oluşu ayetin hükmünün genel ve kapsayıcı olmasına bir engel teşkil etmeyeceği için, bu ayeti kerimeden yolculuğa çıkmadan önce ve yolculuk esnasında gerekli araştırmaları yapmak yolunda bir istidlalde bulunabiliriz.)