Makale

Çocukları camiden nasıl uzaklaştırıyoruz?

Çocukları camiden nasıl uzaklaştırıyoruz?
Dr. Ülfet Görgülü / Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Bugüne kadar çocuk ve cami ile ilgili olarak pek çok şey yazılıp söylenmiş olmasına rağmen bu konuda bir şeyler yazma gereği duymama neden olan iki anekdotla söze başlamak istiyorum:

Geçtiğimiz ramazan ayında bir camide teravih namazı kılıyoruz. Anneleriyle birlikte gelmiş beş-altı yaşlarında birkaç çocuk da var. Namaz esnasında çocuklar oturdukları yerde konuşup gülüyorlar yüksek sesle. Namaz aralarında anneleri müdahale edip susturuyorlar ama çocuklar yeniden gülmeye başlıyorlar. Bu durum epeyce devam ediyor. Nihayet teravih bitiyor ve vitir için hazırlanılırken din görevlisi aşağıdan öfkeli bir ses tonuyla hanımlar mahfiline doğru sesleniyor: “Yeter artık, susturun çocuklarınızı, huzurla namaz kılamadık. Anneler, bundan sonra yedi yaşından küçük çocuklarınızı getirmeyin camiye.”

Böylece cemaat olarak gayriresmi bir kural hakkında bilgilendirilmiş oluyoruz: “Yedi yaşından küçük çocuklar camiye giremezler!”

Geçen hafta sonu bir iş için gittiğimiz bir semtte arabayı uygun olduğu için cami önüne park ediyoruz ve arabada bekliyorum. On-oniki yaşlarında bir grup çocuk güle oynaya caminin bahçesindeki şadırvana yöneliyorlar. Bahçe ve müştemilatından sorumlu olduğu izlenimi veren birisi bağıra çağıra çocukları bahçeden çıkarmaya çalışıyor. Çocuklar itiraza teşebbüs edince elindeki sopayla üstlerine doğru koşmaya başlıyor. Çocuklar; “Hacı emmi su içecektik ya” diyerek savunmaya geçseler de hacı emmilerinin onları dinlemeye niyeti yok, sokağın sonuna kadar peşlerinden koşmaya devam ediyor.

Şimdi bu iki dersin Kur’an ve sünnet açısından sağlamasını yapalım. Yüce Rabbimiz mescitlere/namaza ziynetimizi takınarak (güzel ve temiz giyinerek) girmemizi istemektedir. (A’raf, 31.) Ayet bize, “zinet” olarak nitelenen temiz elbiselerimiz ve elbisemizden daha temiz olması gereken gönüllerimizle “göz nuru” namaza hazırlanmamızı ihsas ettirirken, Rasulüllah Efendimizin uygulamaları da “göz aydınlığı” olan çocuklarımızın mescidlerimizin canlı zinetleri olduğunun öğretisini sunmaktadır.

Şimdi asrı saadete doğru bir yolculuğa çıkalım ve Mescid-i Nebevi’nin kapısından içeri doğru şöyle bir göz atalım: Rasulüllah (s.a.s.) hutbe okuyor. Sahabenin her biri biraz kımıldasalar sanki başlarına konmuş olan kuşu uçuruverecekmişcesine hassas ve pürdikkat Allah Rasulünün hutbesini dinlemekteler. Tam bu sırada mübarek dedelerinin reyhanlarım diyerek sevdiği iki güzel, Hasan ve Hüseyin giriyor mescide. Cemaatin arasından düşe kalka dedelerine doğru yürümekteler. Alemlere rahmet Yüce Rasul hutbeyi yarıda kesip, minberden iniyor, torunlarının yanına gidip ikisini de kucağına alıyor. Onları dizine oturtup, “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır (Teğabun, 15), derken Allah ve Rasulü doğru söylemiştir. İkisini bu şekilde görünce sabredemedim.” diyerek hutbeye devam ediyor. (İbn Mace, Libas, 20; Tirmizi, Menakıb, 30.)

Bir başka gün de Rasulüllah (s.a.s.) elinden tuttuğu torunuyla birlikte giriyor mescide. Mihraba geçip, namaz için tekbir alıyor. Namazın bir secdesinde cemaat endişelenmeye başlıyor. Zira secde uzadıkça uzuyor. Nihayet namaz bittiğinde Allah Rasulüne secdeyi uzatma sebebini soruyorlar da bu sayede Rasulüllah’ın, o anda vahiy gelişinden ya da başka mühim bir sebepten değil, sırtına binen minik torununun hevesini kırmamak için secdeden doğrulmadığını öğrenmiş oluyoruz. (Nesai, Tatbik, 82; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 493-494.)

Çocuklar kadar anneleri de nasipdar oluyordu, rahmet peygamberinin engin merhametinden. Hani Rasulüllah (s.a.s.) uzun kıldırma iştiyakıyla namaza başlayıp da ağlayan bir çocuk sesi duyunca annesinin sıkıntıya düşmesine gönlü elvermediğinden kısa kesiyordu ya namazı. (Nesai, Kıble, 35.) “Bebekli kadının mescidde ne işi var, gitsin evinde kılsın namazını” demek kimsenin aklına gelmiyordu herhalde.

Rasulüllah’ın ve ashab-ı kiramın çocuklara yönelik bu hoşgörüsünün asırları aşarak günümüze nasıl yansıdığının canlı örneklerini, yolu Mescid-i Nebevi’ye uğrayanlarımız bizzat müşahede etmişizdir. Sabah namazı da dahil olmak üzere günün her vaktinde kırkı yeni çıkmış bebekten, oyun çağına ulaşmış olanlarına kadar her yaştan kız ve erkek çocukların anne babalarıyla mescidin içini şenlendirdiklerini görmüş, imamın sesini bastıran tonda koro halinde bağırış ve ağlayışlarını duymuş, gerek mescidin içinde, gerek bahçesinde çocukların koşup oynamalarını çoğumuz imrenerek seyretmişizdir. Asr-ı saadetten tevarüs ettiğimiz mescit ve çocuk manzaraları böyle iken, “Hoca hanım söyleyin küçük çocuğu olan kadınlar vaaza gelmesinler” uyarısıyla karşılaştığınızda şaşırıp kalırsınız caminin kapısında. “Çünkü çocuklar tesbihleri dağıtıyorlar, yedikleri bisküvinin kırıntılarını döküyorlar halılara, çok gürültü yapıyorlar” şeklinde şikâyet listesi uzar gider. Soramazsınız: “Bu caminin elektrik süpürgesi yok mu? Kullanılan mekânlar şöyle ya da böyle mutlaka kirlenip, tozlanmaz mı? Çocuğun ruh dünyasının imanla şekillenmesinden, anne/babasıyla camiye gelme mutluluğunu yaşamasından ve bir gün camide geçirdiği zamanın, hayatının en müstesna anlarından biri olarak çocukluk hatıraları içinde yer almasından daha mı önemli bu söyledikleriniz?”

Camide çocukların konuşup gülmesinin yasak olduğuna dair ilahî ya da nebevi bir uyarı mı var? Hayır. O zaman şunu dürüstçe kendimize sormalıyız: Gerçekten bizi namazdan alıkoyan, huşu ve huzurumuzu bozan cıvıldaşan çocuklar mı, yoksa zihin ve gönül dünyamızı bulandıran, orada silinmez tortular bırakan duygu ve düşüncelerimiz, söylem ve eylemlerimiz mi? Haydi anneleri sindirip, çocukları camiden uzaklaştırdık diyelim, peki tek başımıza namaz kılarken dahi yanılmamızı, belki defalarca sehiv secdesi yapmamızı gerektiren şeyleri zihnimizden ve gönlümüzden nasıl uzaklaştıracağız?

Namazla miraca yükselemeyişimizin gerçek sebebi ortamın sükunetini bozan çocuklar mı, yoksa miraç için gerekli olan burağımızın olmayışı mı?

Şimdi Mecnun’u minnetle yad etmenin zamanıdır. Çölde avare dolaştığı(nı sandığımız) günlerden birinde namaz kılan birinin önünden geçer Mecnun. Selam verir vermez musalli seslenir arkasından: “Görmedin mi namaz kılıyorum, nasıl geçersin önümden?” “Hayır” der Mecnun, “Leyla’nın aşkı beni öylesine almış ki benden seni görmedim. Sen Mevla’nın huzurunda beni nasıl gördün?”

Sözün bittiği yerden selam olsun, camilerin canlı süsü ve neşesi olan tüm çocuklara...

Not: Camiye gelen küçüklere en az büyüklere gösterdiği kadar ilgi gösteren, hatta çocukların camiyle tanışıp, kaynaşması için seferber olan din görevlileri ve cemaat bu yazının kapsama alanı dışındadır.