Makale

Kâbıd-Bâsıt Darlık da O’ndan Bolluk da

Kâbıd-Bâsıt Darlık da O’ndan Bolluk da

Fatma BAYRAM

Rabbimizin isimleri arasında yer alan Kâbız ve Bâsıt isimleri, sıkan ve genişleten, daraltan ve açan anlamında birbirine zıt -öyle olduğu için de birbirini tamamlayan- iki isimdir.
Bu isimlerin kapsamı hayatın bütün olaylarını içine alacak kadar geniştir. Ruhların verilip alınmasından, rızıkların dağıtılmasına kadar her alanda kabz veya bast hâlini müşahede edebiliriz. Sadreddin Konevi’nin güzel tarifiyle Kâbıd eşyayı kabzasında tutan, Bâsıt ise yayandır. O dürdüğünde hiçbir kuvvet işe yaramaz; yaydığında ise hiçbir şeye ihtiyaç kalmaz.
Esma-i Hüsna listelerinde “Kâbıd ve Bâsıt” olarak isim formunda oldukları hâlde ilginçtir ki Kur’an’da daima fiil olarak gelmişlerdir. Bu durum bizlere bolluk ve darlığın sürekli ve mutlak bir kanun olmadığını, hayatın çeşitli dönemlerinde birinin veya ötekinin yaşanacağını gösterir. Bu da Yüce Allah’ın Kâbız ve Bâsıt isimleri arasındaki denge ve ahenge işaret eder. İslam âlimleri zıt anlamlı isimlerdeki bu denge ve ahenk sebebiyle bu tür isimlerin daima bir arada düşünülmesi gerektiğine dikkat çekmişlerdir.
Bu dünyada kabz hâli de bast hâli de sınırsız ve sonsuz değildir. Her ikisi de gelip geçicidir. Asıl tehlike insanın maruz kaldığı böyle gelip geçici darlık günleri değil, aslında azabı hak etmiş olanların önüne dünya nimetlerinin yayılmasıdır. Zira Rabbimiz bu durumda olanlara verilen nimetlerin yalnızca azaplarını artırmak için verildiğini söylemektedir. (Âl-i İmran, 3/178.)
Kabz kötülüklerin ortaya çıkmasıyla olabileceği gibi bir hayrın ortadan kalkmasıyla da olur. Mümin bunların her birinde bir hikmet olduğuna iman eder. Çünkü Allah hakimdir; vermeyişinde de, verişinde de bir hikmet vardır. Hakk’ın katından olan hiçbir şey şer olmaz. Biz onu şer olarak görürüz. Zira kabz hâlinde hamdeden rızaya ulaşır; bu durumda da şer görünenin içinde gizlenen hayrı ortaya çıkarıp imtihanı geçmiş olur ki işte asıl başarı budur. Çünkü Rabbimizin huzurunda bize değer kazandıracak olan şey başımıza gelenlere verdiğimiz tepkilerdir.
Tasavvufta Kabz, kişinin manevi tutukluk hâlinde bulunmasını ifade eden bir terimdir. Kişi bazen tutuk ve tedirgin olur, aklına hiçbir şey gelmez, zihni boştur; bazen de neşeli ve kendinden emindir, zihni açık, gönlü geniştir, hiç bir şey onu sıkmaz. Her iki durum da Allah’tandır. Her insanın kabz ve bast hâlleri de kendisine göredir ve çoğu zaman sebebi de bilinmez. Sufilere göre bunların gelişi kesb ile olmadığı gibi gidişi de cehd ile değildir. Bu nedenle sufiler kabz hâlinden çıkmak için kişinin kendini zorlaması yerine bunu bir imtihan olarak görüp bu hâl geçene kadar sabır göstermek gerektiğini söylerler. Zoraki hareketlerle bunu geçirmeye çalışmak hem tasavvuf yolunun edebine aykırıdır hem de kabz hâlini daha da artırır. Üstelik bu hâl, içimize dönüp yaşadıklarımızı anlamlandırmak, istiğfara yönelmek ve yaratılmıştan biraz uzaklaşıp Yaratıcı ile yakınlığı artırmak için kendiliğinden gelen bulunmaz bir fırsattır. Birden bire gelen bast hâlinde de sükûneti ve edebi muhafaza etmek, taşkınlıklardan özenle kaçınmak gerekir.
Esma-i Hüsna müellifi Ali Osman Tatlısu’ya göre kula yaraşan şey kabz vaktinde elden çıkan nimetlerden dolayı müteessir olsa bile, kendini şaşırmamak ve sabır denilen fazileti bütün bütün kaybedecek derecede yerinmemek olduğu gibi bast vaktinde de şımarıp gurur ve heyecana kapılmamak, şükrü unutacak derecede sevinmemek ve bu hâllerin hepsinin Allah’tan geldiğini ve nice gizli hikmetleri bulunduğunu düşünmek, her iki hâlde de gönlü-nü Allah’ın hoşnutluğuna bağlayarak kulluk vazifelerini yerine getirmekten uzaklaşmamaktır.
Bunu başarmak insanı pek çok hastalıklı durumlardan da muhafaza eder. Çünkü; Psikolojinin bize söylediğine göre çeşitli nedenlerle kullanılmayan beceri ve kapasiteler ya hastalık üretir ya da işlevini yitirerek ortadan kalkar ki bu da kişiyi kısıtlayan bir durumdur. Bu nedenle hayat devam ettiği müddetçe kabz hâlinin geçiciliğini bilmek ve asla ümidi kaybetmemek hem inancımız hem de ruh sağlığımız açısından büyük önem taşır.
Bazı kullar Yüce Allah’ın Basıt isminin tecelligâhıdır. Allah onlar vasıtasıyla diğer kullarını ferahlatır. İçimizin sıkkın olduğu bir anda bir şakayla yüzümüzü güldüren, bir sözüyle bizi rahatlatan dostlarımız bu gruptandır. Peygamberimizin ashabından bu hâlleriyle öne çıkan Hz. Nuayman b. Amr gibi...
Bâsıt ismi Allah’ın yaratıklarının ihtiyaçlarını giderip onları ferahlandırma konusunda bize rehberlik ederken Kâbıd ismi de ehil olmayan ve hak etmeyen kimselere mal, ilim, hikmet ve mevkileri dağıtarak onlara zarar vermeme konusunda dikkatimizi çekmektedir. Zira hak etmeyene verilen her türlü ikram onun sapmasına yol açacağı için ona bir kötülük olduğu gibi bu durumdan etkilenecek nice insanlara da dolaylı olarak kötülük etmek demektir. İşte bu nedenle de bazen vermemek bir iyiliktir.
Hitabette her şeyin devamlı iyi yahut devamlı kötü yönlerine dikkat çekilmesi yani safça bir iyimserlikle müzmin bir kötümserlik uyanıklığı ve dikkati zayıflatır. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber nasihatlerinde kabz ve bast yöntemlerinin yalnız birinde ısrar etmeyip ikisini de yeri geldikçe kullanmış ve dualarında da her iki hâlin Allah’tan olduğunu ikrar ettikten sonra her durumda genişlik talep etmiştir. Onun sık yaptığı dualardan biri bizim de bu bahiste son sözümüz olsun:
“Allah’ım! Senin bol bol ihsan ettiğini azaltacak, azalttığını artıracak, saptırdığını hidayete erdirecek, doğru yola yönelttiğini saptıracak, vermediğini verecek, ihsan ettiğine engel olacak, rahmetinden uzak kıldığını yakınlaştıracak, rahmetine yaklaştırdığını da bu nimetten mahrum bırakacak hiçbir kimse yoktur. Allah’ım! Bize rahmetinden, lütfundan, bereketinden ve geniş rızık hazinelerinden bol bol ihsan eyle!”