Makale

BİR NESLİN ÖNCÜSÜ: MAHMUT BAYRAM HOCA (1914-1997)

BİR NESLİN ÖNCÜSÜ: MAHMUT BAYRAM HOCA (1914-1997)

Kamil BÜYÜKER


Onu anlatacak o kadar çok güzel vasfı var ki… Ancak ona en çok yakışan vasıf muallimlik ve imamlık olmuştur. Bu iki vasfı sebebiyledir ki bir neslin inşası için zaman ve mesai kavramı gözetmeksizin çalışmıştır. Bu güzel isim Mahmut Bayram hocadır.
Hüsrev Aydınlar hocanın rahle-i tedrisinde
Bu toprakların tarihini irdeleyenler yakın tarihimizin sancılı yıllarını, bir kuşağın iç burkan hatıralarını okurlar. O nesil için sıkıntılı zamanlarda gül yetiştirmek hiç de kolay olmamıştır. İmam Hatipler, Yüksek İslam Enstitüsü ve sonrasında ilahiyatlar aynı neslin gayreti ile yeşermiş, yine o gayretle bu topraklarda neşv ü nema bulmuştur. Bu işin çilesini çeken isimlerin başında hiç kuşkusuz Mahmut Bayram hoca gelmektedir. Kendisini yetiştiren Hüsrev Molla (Aydınlar) onlara şöyle dermiş: “Sizden hoca olmaz ama zaman sizi hoca yapacak.” Nitekim Fatih cami minberi ve mihrabı arasında sayısı 15-20 kişiyi bulan bir küçük talebe topluluğu son devir dersiamlarından Hüsrev Molla’nın rahle-i tedrisinden geçmekte ve kim bilir farkında olarak ya da olmayarak istikbale hazırlanmaktadırlar. Hüsrev hocanın ders verdiği hususi talebeler içinde: Abdullah Naim Şener, Salih Şeref, Abdülhalim Akkul, Yaşar Tunagür, Salih Tuğ hocanın babası Mehmet Tuğ, Yozgat Akdağmadeni Müftüsü Sadık hoca, İbrahim Vardar (Sabahattin Zaim’in amcası), Mahmut Bayram ve tamamlayamadığımız diğer isimler yer alıyor. Bu halkanın içinde yer alan Mahmut Bayram hocanın ismi ise neredeyse Hüsrev Hoca ile hep birlikte anılır olmuştur. Hocasının hassasiyetleri, ilim öğretme aşkı, bitmek tükenmez gayreti aynen talebesi Mahmut Bayram hocaya da aksetmiştir. Öyle ki Hüsrev hocanın ilim yolundaki gayretini Mahmut Bayram hoca şu örnekle anlatır: “Hocam Hüsrev Efendi’nin kızı hastalanmıştı. Kullanacağı ilaç o günün parası ile 60 lira idi. Hocanın maddi durumu müsait değildi, alamadı. Çocuk da tüberküloz hastalığından kurtulamadı ve vefat etti. Hoca kızının öldüğü gün derse geldi. Mezarlığa dersi bitirip gitti. Mezarlıktan döndükten sonra da yine derse geldi. Üzgündü. Gözlerinden yaşlar süzüldüğünü görüyorduk. Dersi tatil etsek mi, diye soracak olduk. “Yok” dedi. “Ders tatil edilmez.” Ben Hüsrev hocanın bir gün “işim var, derse gelmeyin” dediğini işitmedim.” (“Mahmut Bayram Hoca’nın Sohbetinde”, Altınoluk Dergisi, sayı: 19, Eylül 1987.)
Hocasını bu vasıfları ile anlatan Mahmut Bayram hoca kendisi de talebelerine “ben derse gelmediğim zaman mutlaka cenazeme gelin.” demiştir. O her sabah erken bir saatte çıktığı evine, değişik yerlerde ders vererek gece geç vakitlerde döner, ama bu yorucu ve tempolu çalışmadan hiçbir zaman şikâyetçi olmazdı. Hatta bir gün ders okuttuğu bir sırada Ona, evdeki çocuğunun kaynar suyla haşlandığı haberi telefonla ulaştığında: “Doktora götürüldü mü ?” diye sormuş, “götürüldü” cevabını aldıktan sonra kaldığı yerden dersine devam etmiş ancak dersi bittiğinde evine dönüp gitmişti. Bu yönüyle de hocasının gösterdiği mütevekkil çizgiden ve istikametten asla sapmamıştır.
Kızıl Minare Akademisi
Mahmut hoca 20 yıla yakın İmam Hatip Okulu’nda derslere girmiştir. Ancak görev yaptığı Kızıl Minare (Horhor) camisi de bir mektep vazifesi yapmış, yaz kış talebeler camiye akın etmiştir. En yakın talebelerinden aynı zamanda babasının da dostu olan Prof. Dr. Salih Tuğ, iki sene boyunca sabah namazlarından sonra Kızıl Minare camisinde, kendisinden Arapça dersi aldığını ifade ediyor. Camisini hayatın merkezi hâline getirmiş olan Mahmut Bayram hocanın bir başka hususiyetini de naklediyor:
“Benim Mahmut hocada en çok dikkatimi çeken şey onun klasik bir “namaz kıldırma memuru” olmamasıydı. Onun imamlık görevinden anladığı şey namaz kıldırmakla bitmiyordu. Görevinin asıl önemli boyutu sosyal sorumluluktu. Mahalle sakinleri arasında insanların her türlü şikâyetleri, sorunları, ailevi problemlerini, işleriyle ilgili sıkıntılarını dinlerdi. Her türlü meseleleriyle ilgili onları aydınlatmaya çalışır, onlara yol gösterirdi, rehberlik ederdi. Onun bu faaliyetlerinden bazılarına bizzat şahit olmuşumdur. Onun aynı zamanda cami, okul ve Kur’an kursu gibi pek çok hayır kurumunun inşasında ve hizmete sunulmasında hatta işletilmesinde bir öğretmen sıfatıyla büyük emek ve hizmetleri olmuştur. (Muallimliğe Adanan Bir Ömür Mahmut Bayram Hoca, Haz. İsmail Kara, İBB. Yay. 2012, s. 5.)
Mesai kavramı tanımadan ilim yolunda bir ömür
Mahmut Bayram hocanın İmam Hatip Okulunda iken talebesi olmuş ve kendisine Arapçayı sevdiren adam olarak tanıttığı hocayı anlatan Prof. Dr. İsmail Karaçam, “Talebelerini yetiştirmek için onun katlanamayacağı bir fedakârlığı düşünmek mümkün değildir. Onun için ilim öğrenme ve öğretme bahis konusu olunca zaman mefhumu diye bir şey söz konusu olamaz. Öğrenmek niyetiyle onun kapısına gelip de geri çevrilen bir Allah’ın kulu düşünemezsiniz.” demiştir. Camisini neredeyse bir ilim akademisine dönüştüren Mahmut Bayram hocayı ve hocanın yukarıda saydığı hususiyetleri İsmail Karaçam hoca yaşadığı bir hatıra ile de dile getirmiştir: “Galiba Bursa İmam Hatip Okulunda hoca idim. Bir işim dolayısıyla İstanbul’a gelmiştim. Tabii hocamı da ziyaret etmek istedim. Kızıl Minare Camii’ne vardım. Baktım ki cami karınca yuvası gibi kaynıyor. Hocaefendiyi sordum, biraz önce evine çıkmış. Evine gitmek için biraz yürüdüm, bir de baktım hocam karşımda. Büyük bir sevgi ve muhabbetle karşıladı beni. Hocamın elini öpüp hâlini hatırını sordum. Mevsim yaz idi yani okulların tatil olduğu bir zaman. Ama hocaefendinin okulu devam ediyor, hem de en büyük hızıyla. Hocaya “nasılsınız hocam?” deyince, bana: “Görüyorsun İsmail hoca, sabah namazından sonra başlıyor bu çalışma, yatsı sonuna kadar devam ediyor, Allah’a hamdolsun, günaha girecek zaman yok.” dedi. (Hatıralar, Prof. Dr. İsmail Karaçam, Çamlıca yay. 2015, s. 153.)
11 Eylül 1978 tarihinde Mahmut Bayram hoca resmen emekli olur ama onun lügatinde emekliliğe yer yoktur. Emeklilik dilekçesinde 32 hizmet yılımı doldurduğumdan ifadesi yer almakta, ayrıca aynı camide hizmete devam etmek istemektedir. Fiilen emekli olduğu yıllarda dahi İstanbul’da Ihlamur, Tuba, Fazilet gibi kız Kur’an kurslarında Arapça başta olmak üzere, dini ilimler okutmaya devam etmiş, burada da sayısız hanım talebe yetiştirmiştir. (Kara, s. 7.)
Kız Kur’an kursundaki talebelerine önemli tavsiyeler
Kız Kur’an kurslarında hizmetlerine devam ederken, kız çocuklarının ev hayatına, anneliğe de hazırlanması gerektiğinin vurgusunu çokça yapmış. Hatta kendisiyle yapılan bir mülakatta şunları söylemiştir: “Ben kız çocuklarına hep şunları söylerdim: Sizin en büyük tahsiliniz mutfaktır, bulaşık yıkamaktır, erkeğe hizmet etmektir, pantolonunu ütülemektir. On tane fakülte bitirseniz değeri yok bir noktada. Evde ananızı mutfağa sokmayacaksınız. Sonra hayatta çok zahmet çekersiniz. Mesut olamazsınız. Sizin mesut olmanız kadınlık vazifesini iyi bilmenizle olur.” (Mahmut Bayram Hoca ile Söyleşi, Haz. Abdullah Emin Çimen, Ensar Vakfı Haber Bülteni, Şubat-Nisan 1995.) Bugün Kur’an kurslarında rastlamadığımız ilimleri de Mahmut Bayram hoca kurslarda talebelere okutmuş. Özellikle Arapça ve Osmanlıca yanında İlm-i Kelam derslerini Manastırlı İsmail Hakkı’nın İlm-i Kelamla ilgili Telhisu’l-Kelâm adlı eserinden okutmuştur.
Zor zamanlarda talebe okutmak
Mahmut Bayram hoca, Türkiye’nin 1960 ihtilalli yıllarında ve daha sonraki muhtıra zamanlarında talebe okutmaktan asla vazgeçmemiştir. Hatta ders okutanların takibata uğradığı, hapislere atıldığı bu dönemde Mahmut Bayram hoca ilkelerinden ve öğretme aşından asla taviz vermemiştir. Yine kendi anlatımında şunları ifade etmiştir:
“İmam Hatip Okulunda iken İzhar, Kâfiye ve Katru’n-neda gibi klasik Arapça kitapları okutuyordum. O zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar Edirnekapı’da camide elli-altmış çocuk görmüş. Bağırmış, çağırmış ve çocukları da dağıtmış. Hemen bana haber geldi. Hocam işler kötü, bu aralar Arapça okutmayın, tedbir alın. Ben de buna karşı çıktım. Celal Bayar bile gelse bu Arapça kitaplarını okutmaya devam edeceğim. Beni korkutmayın. Ben hırsızlık yapmıyorum dedim. Onlara bu ikazlarımdan dolayı teşekkür ettim sadece. Zerre kadar taviz vermedim. Büyük bir cesaretim vardı. Allah’ın işine bakın ki bir sefer bile mahkemeye verilmedim.” (Mahmut Bayram Hoca ile Söyleşi, Haz. Abdullah Emin Çimen, Ensar Vakfı Haber Bülteni, Şubat-Nisan 1995.)
Yine aynı sıkıntılı dönemlerde (1960 ihtilali sonrasında) talebesi Salih Tuğ hoca, şunları naklediyor: 1960 ihtilali sonrası dönemin hem İstanbul valisi, hem de belediye başkanı olan Örfi İdare Komutanı özellikle Fatih çevresindeki imamları toplar ve kendilerine Fatih çevresinde dışarıda çarşafla gezenler olduğunu ve artık bundan sonra çarşafla gezinmenin yasak olduğunu ifade eder. Çarşafa alternatif olarak getirdiği mantoların giyileceğini söyledikten sonra bunları bütün imamlara dağıtmaya başlar. Sıra Mahmut Bayram hocaya gelince der ki, “Efendim ben şimdi bu mantoyu alıp, eve götürüp refikama, “çarşafı çıkar, bunu giy” deme hakkını kendimde göremiyorum. Eğer bu işi siz yapabilirseniz, buyurun siz yapın.” der ve bu teklifi reddeder.
Müstakim bir duruş sahibi Mahmut Bayram hoca ömrünün son demlerinde dahi ders vermeye devam etmiştir. Talebeleri o vakitlerde dahi hocanın kollarına girip ders okutmaya götürürlermiş. Nihayet büyük bir ilim yolcusu, hoca, muallim Mahmut Bayram hoca 16 Ocak 1997 tarihinde bir ramazan günü vefat etmiştir. Cenazesi 17 Ocak 1997 Cuma günü Fatih Camii’nden mahşeri bir kalabalık eşliğinde kaldırılmış, Topkapı Çamlık Mezarlığı’na defnedilmiştir.