Makale

Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar ile “ev” metaforu ve evsizlik üzerine söyleşi

SÖYLEŞİ

Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar ile “ev” metaforu ve evsizlik üzerine söyleşi

Söyleşi: Dr. Yüksel Salman
Hocam, kültür ve medeniyetimizde sembollerin önemli bir yeri var. Dilerseniz "ev" kavramının sembol değeri ve bize yaptığı çağrışımlar üzerinden söyleşimize başlayalım.
Anadolu’da bir halk deyişi vardır; “Allah bizi dünyada mekânsız, ahirette imansız bırakmasın.” diye. Buradaki mekân ile kastedilen şey, insanın hem fiziken hem de ruhen istikrar bulduğu, yerleştiği, güvende olduğu yerdir. Bir anlamda kişinin kendisine has/özel, mahrem olarak temellük ettiği yerdir. Mekân kavramı, en dar manasıyla eve tekabül eder. Dolayısıyla insan için ev, tarihin her döneminde, bütün zamanlarda olmazsa olmaz bir mefhumdur, bir kavramdır, bir fenomendir. Ev, insan için yalın bir hakikat, aynı zamanda tarihî, kozmik, semiyotik bir gerçekliktir. Bütün varlıkların bir yuvası, bir evi vardır. Lakin özellikle insan da bir ev varlığıdır. Evde kendisini güvende hisseder. Dolayısıyla insan, tarihin ilk devirlerinden itibaren dağlarda, kayalarda, mağaralarda kendisine hep bir ev edinmiştir. Aslında insan âleme de ev kavramı üzerinden bakar. Kur’an-ı Kerim de buna işaret ediyor. Bütün kozmik düzen, varlık âlemi aslında beyt-i mamur etrafında cereyan ediyor, âlemin kendisi bir ev olarak sunuluyor. O bakımdan evi ontolojik-kozmik bir gerçeklik, tarihsel bir gerçeklik, fiziki bir gerçeklik, insani bir gerçeklik olarak algılamak lazım. Beyt kavramı Arapçada gecelenen yer demektir. İnsanın geceyi geçirdiği, dolayısıyla kendini teslim ettiği; yani, gözünü kapatıp huzur ve sükûn bulduğu yer.
Anadolu’da ev için "burası bizim yuvamız" derler. Herhâlde bu yüzden olmalı.
Haklısınız, Aynı manaya geliyor. Ama aynı zamanda simgesel bir manası da var evin, beyt’in. Beytullah kavramı, Allah’ın evi, aslında bütün inananların evi anlamına geliyor. Ev’e, bizi sabit tutan yere, sembolik olarak da pek çok mana atfedilebilir. Ev üzerinden çok şey söylenebilir.
Evi ifade eden başka anlamlar da var. Onların “beyt” kavramından farkı nedir?
“Dâr” kavramı çok sayıda evleri içine alan bir muhiti ama aynı zamanda bir tek evi de ifade eder. Dâr-ı filan, falancanın evi manasına gelir. Falanca’nın mahallesi manasına da gelir. Yani evler topluluğunu da içine alan bir kavramdır. Ama dâr, vatan ya da vatan edindiği yer, insanın yerleştiği yer anlamına da gelir. Geleneğimizde evsizlik diye bir şey söz konusu değil. Her hâlükârda biz bir evin içindeyiz. Fiziki olarak evdeyiz. Geleneksel olarak da İslam Medeniyetinde evsizler söz konusu olmamıştır. Vakıflar bu görevi üstlenmiş, toplum, sokakta kalan insanlara mutlaka bir ev sunmuştur. Kendi evini açmış onlar için, özel evler ihdas etmiş. Yolda kalanlar, yolcu olanlar, hatta hayvanlara varıncaya kadar. Kendi evini yapmış, duvarlarına da kuşların evlerini yapmış. Bu bakımdan "evsizler" bizim dünyamıza modern zamanlarda giren bir fenomendir. Evsizler batıda çok rastladığımız, sokaklarda, banka önlerinde, köprü altlarında yaşayan, evi battaniyesinden ibaret olan insanlardır. Onlar yoksul insanlardır. Yani fakirdir, düşkündür dolayısıyla kimsesizdir, bakıma muhtaçtır. Kendi ayakları üzerinde duramamaktadır. Hayatın anlamını ve eksenini kaybetmiştir. Bugün dünyada yüz milyondan fazla insanın evsiz olduğu söyleniyor.
Kur’an’da eve dair tasvirler var mı?
“Ev” Kur’an’da da ifadesini bulmuştur. ’Evvele beyt’ ilk ev; ’el-beytü’l-atîk’ kadim ev, baba ile oğlun inşa ettiği ev… Ve insanlara güvenlik yurdu, mekânı yapılan; sığınak olan güven yeri. Ev, kozmik bir kavram. Beyt-i mamur, dünyaya ait olmayan metafizik bir kavram. Ama ev aynı zamanda tarihsel bir gerçeklik. Kur’an “yontma evler” diyor, dağdaki evler, dağ evleri, deriden evler, örümcek evi... Ankebut suresinde, Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir.” (Ankebût, 29/41.) buyrularak evlerin en gevşeği, en zayıfı ankebut’un evidir deniliyor. Dolayısıyla ev, insanın özünde mevcut olan bir kavramdır. Denizdeki balıklar kendilerine bir yuva, mekân tutuyor, gidiyor, yerleşiyor. Bakıyorsunuz karıncalar kendine ev yapıyor, yine kuşlar kendine yuva/ev yapıyor.
Yani insan için bir mekân tasavvuru yaptığımızda aklımıza ilk önce “ev” geliyor.
Aslında insanın ev tutkusu varlığın “ezelî evi”ne, ilk eve duyulan bir özlemdir. Varlığın ezelî evine duyduğu özlem, dünya hayatı boyunca “ebedî evi”ne duyduğu özlemi ifade etmek üzere, cennet yurduna delalet etmek üzere varlıkta içkin değerdir. Netice itibarıyla evi bulunmamak, evden uzak kalmak insan için büyük bir hüsrandır. Evin başına yıkılması büyük bir hüsrandır. Evden tard edilmesi de bir hüsrandır. Evden uzaklaştırılması da bir hüsrandır. Bütün dinlerde, bütün kabilelerde bu böyledir. Hatta bakıyorsunuz suyun üstünde yaşayan insanlar var. Suyun üstünde sürekli sallanan, saldan evleri var. Demek ki hiçbir insan, hiçbir varlık evsiz kalamıyor. Böyle bir gerçeklik var, yani bizim için bir gerçeklik. Dinî literatürde de eve çok önem atfedilmektedir. Dinî literatüre baktığımız zaman kutsal mekânlar, ibadet mekânlarının hepsi evdir. Her biri ev olarak ifade edilir. Müslümanlıkta da böyledir, diğer dinlerde de aşağı yukarı böyledir. Hatta bazen en büyük, en müzeyyen, en muhteşem ve en görkemli evlerini insanlar ibadetlerini yerine getirdikleri eve tahsis etmişlerdir. Tarihte de böyle olmuştu; insanlar, kayalara oydukları ibadet yerlerini en güzel şekilde yapmışlardır. Kendi gündelik hayatlarında kullandıkları evlerini daha sade, daha basit, daha yalın yaparlarken ibadet mekânlarını, biraz daha özenerek, ihtişam atfederek, emek vererek, hem farklı, hem görkemli, kendi evlerinden daha büyük, herkesi içine alacak şekilde inşa etmeye gayret etmişlerdir.
Biz ahirette ev istiyoruz, cennette köşk istiyoruz öyle değil mi? Ev sadece dünyada istenen bir mekân değil…
Efendimiz (s.a.s.): “Kim dünyada bir mescit inşa ederse Allah da ona cennette bir köşk/ev bina eder…” buyurur. Ev, kişinin saadetidir. Yine Rasullüllah Efendimiz (s.a.s.) üç şey kişinin saadetindendir diyor. Onlardan bir tanesi de ferah, geniş, huzur bulabileceği bir evdir, diyor. Dolayısıyla ev, hem istenen arzu edilen, hem beklenen, hem özlenen, hem fiziki, hem fizik ötesi kavram ve mefhum olarak karşımıza çıkıyor. Siyasi tarihe baktığımızda kralların, sultanların, yani yöneticilerin ülkeyi idare ettikleri, yönettikleri yerlere ister saray deyin, ister başka bir şey deyin netice itibariyle birer evdir.
Hocam, düşüncelerin, fikirlerin evi yok mudur?
Düşünce ile değer arasında çok sıkı bir ilişki var. Efendimiz bir hadisinde kendisini nübüvvet evinin ikmal taşı olarak niteliyor. Burada çok açık bir şekilde ev-değer arasında bir ilişki kuruluyor. Yine Sevgili Peygamberimiz kendisini tarif ederken de, "Ben yüksek ahlaki değerleri tamamlamak üzere gönderildim." diyor. Ev ile değer arasında bir ilişki kuruyor. Ev sükûn yeridir. Ama ev aynı zamanda değerleri, ahlaki değerleri temsil eder; özveriyi, paylaşmayı, bağışlamayı, şefkati, rahmeti temsil eder. Onun için evsizlik en büyük hicrandır. Evsiz olmak sadece çatısız yerlerde kalmak demek değildir. Düşünceler vardır evsiz, fikirler vardır evsiz, değerler vardır evsiz, açıkta kalmış. Kur’an açıkta kalan evlerden de bahsediyor. Dolayısıyla ev; sadakatin, ahdin, vefanın, merhametin, sabrın, çilenin, dayanışmanın, feragatin, özverinin, kucaklamanın, sevginin yani aklınıza gelebilecek bütün ahlaki değerlerin bir sembolü olarak gözüküyor. Ev dediğimizde hissettiğimiz şeylerin tamamı bir anlamda bu ahlaki ve insani değerlerdir; haktır, hukuktur ama aynı zamanda fedakârlıktır, çalışmaktır, paylaşmaktır. Aile kelimesi insanların birbirine muhtaç olmasını ifade eder. Aslında toplum da böyledir. Biz birbirine muhtaç olanlarız. Arapça olarak baktığımızda aile, ihtiyaç kökünden geliyor biliyorsunuz. İhtiyaç duymak muhtaç olmak demek. Sadece geceleri barınmaya değil, aynı zamanda şefkat ve merhamete muhtaç, dolayısıyla ev dediğimizde biz bu manevi değerleri de, ahlaki değerleri de hatırlıyoruz. Bu anlamda bu ahlaki değerlere uymayan düşünceler, fikirler, evsiz düşüncelerdir, evsiz fikirlerdir. Evsizlikten söz edeceksek, bunu böyle anlamak lazımdır. Modern zamanlarda nasıl ki Müslümanların dünyasına evsizlik kavramı girmişse, fikirlerine de evsizlik aynı şekilde girmiştir. Çünkü Müslüman dârının, Müslüman beytinin, evinin “değerler binası”nın çökmesi ve buna ait olmayan fikir kırıntıları, onları bir anlamda evsiz bırakmıştır. Müslümanlık açısından, Müslümanlık bilgi sistemi açısından kaynağı olmayan, dayanağı olmayan insanın fıtratına, insanın ilmine aykırı yabancı düşünceler, evsiz fikirlerdir, evsiz düşüncelerdir. Onlar bizim eve ait değildir. Farklı kültür ve medeniyetlerin farklı ev tasarımları olduğu gibi, fikirleri de farklı farklı olabilir. Müslümanların geliştirdikleri bir düşünce tarzı söz konusudur. Aynen evleri olduğu gibi. O bakımdan evsiz düşüncelerden de söz edilebilir.
Evi olduğu hâlde evsiz sayılanlar var mıdır?
Elbette ki… Aslında modern zamanda teknolojiyle birlikte evdeki yabancılardan söz edebiliriz. Evimize yabancıların doluştuğu ve evimizden yaban evlerine pencere açtığımız bir zaman aralığındayız. O bakımdan bugün, bizden izinsiz yahut izinli, farklı evlerin bize misafir olarak geldiğini biliyoruz. Ve aslında evde evsizliği, evde olup da evsiz olmayı bir anlamda yaşıyoruz. Televizyonun icat edildiği yirminci yüzyılın ikinci yarısında, ülkemize televizyon girdiğinde birçok mütedeyyin insan ona karşı durdu, itiraz etti. Bu itirazın gerisinde evin mahremiyetine halel gelmesi vardı. Bugün internetle televizyonla farklı evlere, farklı dünyalara açılabiliyoruz. Modern toplum geleneksel ev tarzını terk etti. Çok katlı evler yaptı. Evi deforme etti. Dolayısıyla modern toplumun icat ettiği bu yeni ev, modern ev, her türlü tehdide karşı savunmasız ev hâline geldi. Evde ama bir evsizlik hâli söz konusu. Bu durumu değerler alanına da taşımak mümkün. Değerler alanında da yaşanan birtakım değerlere sahip ama, değerlerin içeriğinden bihaber. İşte buna küreselleşme diyoruz. Bir anlamda geleneksel evi yerinden ederek, evleri uçsuz bucaksız bir maceraya doğru sürüklüyorlar. Bugün pek çok düşünür bu yapıyı tenkit ediyor. Bu modern yapının, insanları çok tehlikeli noktalara götüreceği söyleniyor. Dolayısıyla, bugünün insanı için, bilhassa gelişmiş toplumlarda, refah toplumlarında belki de bir evin fiziki bir mekân olarak izafileştiği, geçici olarak kullanılan, terk edilen mekânlara doğru gittiği söylenebilir.
Bir de evdekiler var. Esasen ev, evdekiler ile can bulur ve değerlenir. İçinde hayat olmayan ev manasızdır. Ev ve evdekilerin ilişkisinden söz edersek neler söylersiniz?
Ev taştan, ağaçtan, ahşaptan, betondan, camdan bir mimari yapı, ama eve ruhunu veren evdekiler. Evi inşa edenlerin içinde de anneler, kadınlar, hanımlar en önde geliyorlar. Çünkü bizi terbiye eden, bizi eğiten, bize ruh veren, can veren annelerdir. O bakımdan evin ehli dendiği zaman öncelikle tabii ki anneler, babalar akla gelir, çocuklar akla gelir. Esasında evden söz ediyor isek, aslında evdekilerden söz ediyoruz demektir. Onun için bilhassa kadınlar, çocuklar, aile yani birbirlerine muhtaçlar topluluğu, birbirine muhtaç olan, yani sevgiye, himayeye, dayanışmaya muhtaç olan, yeri geldiğinde cesarete, teşvike muhtaç olan ama her hâlükârda “muhtaç olan” topluluğu görürüz. Biz birbirimize mecburuz, mahkûmuz ve muhtacız.
Evdekilerin mamur olması için ne gerekir hocam?
Evin değerlerine sahip çıkmak gerekir. Evdekileri mamur edecek şey, evin değerlerine sahip çıkmaktır. Ev; inanç değerlerini, insani değerleri, ahlaki değerleri içinde barındırır. İnsan, değerleriyle insandır. İnsan eğer değerlerini kaybeder ise evi kaybeder, bu evin fiziken yıkımından daha ağır bir yıkımdır. Dârın yıkımı aslında değerlerin yıkımıdır. Bu anlamda İslam dünyasına baktığımızda, bu uzun bir fasıl ama İslam diyarında dârın yıkımı henüz durdurulabilmiş ve telafi edilebilmiş değildir. Hâlâ Müslümanlar açıkta ve hâlâ evlerini yeniden inşa edemediler. Geleneksel toplumların tamamı bugün açıkta kaldılar. Kardan, rüzgârdan, fırtınadan, soğuktan, sıcaktan hepsinden şiddetli bir şekilde etkileniyorlar. Bizim bu anlamda evimizi yeniden inşa etmek gibi bir ödevimiz var. Evdekiler ile beraber. Evi yeniden inşa edelim. Evimizi yeniden inşa edelim. Allah dünyada da, ahirette de imansız, mekânsız bırakmasın bizi diye dua edelim.