Makale

Çocuğun karşısında duru bir vicdan ile var olmak

Çocuğun karşısında duru bir vicdan ile var olmak


Adem Güneş
Pedagog

Yeni doğan bir çocuk, kelimelerle iletişim kurmayı beceremez… Ama kendisine tebessüm eden annesine o da tebessümle karşılık verir... Neden? Çünkü çocuklar konuşarak değil, “duyarak” iletişim kurarlar. Ancak bu “duyma” kulak ile gerçekleşmez. Çocukların duyuşu “içsel” bir duyuştur, bir hissediştir…
O yüzden çocuklarla iletişim kurmak bir yetenek ister.
Belki iyi bir hatip olabilirsiniz. Veya insanları etkileyen çok güçlü bir lider. Ama bu sözel iletişim başarısı çocuklar için geçerli değildir. Çünkü çocuk “bir ruh okuyucusu”dur.
Kendisi ile iletişime geçen kişinin ne söylediğini değil, ne söylemek istediğini anlarlar.
Eğer böyle olmasa idi, daha erken yaşta çocuklar çok rahatlıkla “suistimal” edilir, aldatılırdı. Halbuki çocukları aldatmak dünyanın en zor işlerinden biridir. Çocuğu aldattığını veya akıl oyunları ile kandırdığını zanneden bir yetişkinin yüzüne bakan çocuk, onun yalan söylüyor olduğunu yüzünde hücrelerin kasılmasından, göz bebeğinin küçülmesinden, dudaklarının büzüşmesinden anlar. Ve çocuk, kendisinin karşısında böylesi aciz duruma düşen bir yetişkine karşı sadece şaşkınlıkla bakar.
Çocuklar suistimale uğramasın diye böylesi bir yetenekle donatılmış olduğu hâlde yetişkinler genellikle çocukların bu eşsiz ve baş döndürücü yeteneğini öldürmeyi bir marifet zannederler.
Duru bir vicdan sahibi olan çocukta adalet hissi çok dikkat çekicidir. Bir durum, bir olay karşısında şaşmaz bir adalet anlayışı sergilerken, yetişkinler çoğu defa işlerine gelmeyen bu adalet terazisini türlü akıl oyunları ile kendi lehlerine çevirmeyi becerirler.
Örneğin çocuğuna “dedikodu”nun nasıl da yanlış bir ahlak olduğu öğreten bir ebeveyn bir süre sonra kendileri dedikodu yaptığında tereddütsüz olarak çocuklarından “dedikodu yapmak hani kötü bir ahlaktı” diye seslendiğinde, anne babalık kıvamı zayıf olan birçok ebeveyn çocuklarının bu altın ibreli vicdan terazisinin dengesini “ama biz dedikodu yapmıyoruz, istişare yapıyoruz” diye sustururlar. Böylesi zihin cambazlığı ile karşı karşıya kalan çocuk, yetişkinin sözlerinin ardındaki samimiyetsizliği sezdiği sırada kendi vicdanına güvenini yitirir ve adım adım vicdanının sesini duymamaya başlar…
Dünyada en dramatik şey, dupduru bir vicdanın böylesi kurnazlıklarla zehirlenmesi olsa gerek.
Bir çocuğun yaşadığı en büyük hayal kırıklığı kendisine güven içinde bağlandığı anne babasının dürüst olmaması, sözleri ile eylemlerinin birbiri ile örtüşmemesidir. Kendisi evde iken, çalan kapıyı açmayan ve bir sonraki karşılaşmada çocuğunun şahidi olduğu bu olayı komşusuna anlatırken o gün evde olduğu hâlde “evde yoktum” demesi bir çocuk için oldukça ağır bir kalp ağrısıdır. Hiçbir çocuk böylesi bir anne babaya karşı ileride saygı duymaz ve güven bağı kurmaz. Anne babasına karşı güven duygusunu yitirmiş bir kişinin yetişkinlik yıllarında en çok kullandığı söz; “babana bile güvenmeyeceksin” sözüdür… Ve bu söz bir bakıma “onun babası” için geçerli olsa da çocuk açısından artık kapanmış bir vicdanın en dramatik sözüdür.
Din bir vicdan işidir
İşte bundandır ki, bir çocuk ile iş yapacak yetişkinin kalbi ürperti içinde olmalıdır. Zira çocuk bir ruh okuyucusu olarak, yetişkinin bütün beden dilini ruhu ile beraber okur…
Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, bir çocuğun en büyük hayal kırıklığı ve yaşama karşı güven kaybı anne babasında gördüğü “davranışlar” ile “sözlerin” birbiri ile uyum içinde olmamasıdır.
Ancak bir kişinin ahiret yaşamını da hesaba katarsak, anne babasına olan güven kaybından daha çok çocuğun kendisine dinî konularda rehberlik yaptığı kişiye karşı güven kaybı yaşamasıdır.
Zira çocuk, anne babasına karşı güvensizlik yaşasa da, zaman içinde anne baba kendilerindeki bu çirkin hâli düzeltebilir ve çocuklarının güvenini yeniden kazanabilirler.
Ancak, çocuklara din konusunda rehberlik eden kişiler, belki aynı çocuğu bir sonraki sene göremeyeceği için, çocuğun ruhunda oluşturacağı zedelenmeyi tamir etmeye fırsat bile bulamayacaklardır. Bu ise bir din görevlisi için belki de bütün bir yaşamını beddua ile geçirmesi demektir ki, böylesi bir acı tabloyla baş başa kalmak kadar acınacak bir durum olmasa gerek…
Bir çocuğa dinsel yaklaşım sergileyen kişi bilmelidir ki, uğraştığı yer o çocuğun en derin duygularıdır, vicdanıdır, hissidir, kalbidir… Oluşacak olan arızalar, o çocuğun his dünyasında, duygu dünyasında ve kalp dünyasında oluşacak, elde edilecek kazanımlar da yine o çocuğun kalbî hayatı ile ilgili olacaktır.
O hâlde, çocuğa “dinî” nasihatte ve derslerde bulunan kişiler, karşılarındaki kişileri bir yetişkin olarak değil, bir “ruh okuyucusu” insan olarak görmeli, kendi tavır ve davranışlarına dikkat etmelidir.
Örneğin, hiçbir çocuk kendisine çocuk muamelesi yapılmasından hoşlanmaz… kendisine tepeden bakan yetişkinin samimiyetinden endişe duyar, sesi sert ve ezici çıkan kişiler çocuk ruh dünyasında sınıfta kalır.
Ya da, bir ders sırasında telefonla konuşan bir din görevlisi çocuğun dünyasında kaybetmiştir.
Bütün bunları alt alta topladığımızda göreceğiz ki, çocuklar samimi insanlardan ruhen beslenir ve onların yanında mutlu olurlar… Samimi olmayan bir kişiyi, bakışlarından, duruşundan, sesinin tonundan ve gözlerinden anlar çocuklar.
Fıtrat zorlamayı sevmez
Çocukların en nefret ettikleri şey, zorlamalardır. Bu ister din konusunda zorlamalar olsun, ister davranış konusunda zorlamalar olsun fark etmez.
İşte bu noktada yetişkinler büyük bir yanılgı içindeler. Zira yetişkinler; çocuğa dinin iyilik ve güzelliklerini, imanın, İslam’ın, namazın, orucun ne kadar iyi bir şeyler olduğunu anlatınca çocuklar bunu anlayacak ve sevecek zannederler.
Halbuki çocuk, dini, ancak “dini öğreten kişiyi severse” sever.
Bu nedenle, çocuklara manevi eğitim vermeye çalışan yetişkinin en önemli vasfı çok bilen değil, çok sevilen olmalıdır.
Çocuk bir hakikati, sevimsiz birinden bin kere duysa da yerine getirmez, getirse onuru kırılır. Ancak sevdiği bir kişinin ise ağızının içine bakar ki bir şey söylese de yerine getirsem diye…
Bir çocuğun bir yetişkini sevebilmesinin en temel şartı da, davranış ve sözlerde samimi olmak, çocuğun karşısında dupduru bir vicdan ile var olmaktır.