Makale

Avrasya'da birlikte yaşama tecrübesi

Avrasya’da birlikte yaşama tecrübesi

Prof. Dr. Raşit Küçük
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı

“Gelenekten Geleceğe” ismi çok şeyi ifade ediyor. Çünkü biz bir geleneğin insanlarıyız. Bu gelenek bizleri bu günlere kadar taşıdı. Geleneğin içinde kalanlar, ama zamanını yorumlayabilenler, süreklilik kazanma hakkını elde ettiler. Geleneği arka plana itenler, zamanın şartlarına dikkat etmeyenler, çok büyük sıkıntılara düçar oldular.
Avrasya’da birlikte yaşama tecrübesi konusunda ufkumuzu belirleyen temel umdeler kanaatimce şunlardan ibarettir:
Birincisi, birlikte yaşama konusuna Kur’an ve sünnet doğrultusunda bakmaktır. Çünkü Kur’an ve sünnet bize her asırda, her coğrafyada her türlü din ve inanç mensubuyla, her türlü insanla yaşayabilme temel kurallarını öğretiyor, öğütlüyor.
İkincisi, İslam’ın günümüze kadar geçmişi bulunan uzun tarihi içinde yaşatmış olduğu, bugüne kadar getirmiş olduğu medeniyet perspektifidir. Bizim medeniyetimiz gerçekten birçok açıdan ele alındığında mükemmel ve çoğulcu bir medeniyettir. Yani pek çok din mensubuyla, pek çok ırkla, pek çok renkle yaşamayı, ama huzur içinde yaşamayı başarmış bir medeniyetten geliyoruz.
Üçüncüsü, bizim medeniyet anlayışımızın dış görünümünü teşkil eden kültür mirasımızdır ki, İslam coğrafyasının her yerinde bu kültür mirasının eserlerine rastlıyoruz.
Dördüncü dikkat etmemiz gereken husus, yaşadığımız dünyanın gerçeklerini görebilmek ve bu gerçeklere göre, yukarıda belirtilen kurallar ve değerler anlayışı içerisinde pozisyon alabilmektir.
Beşinci bir temel unsur ise ülkelerimizin gerçekleridir. Bizim her birimizin ülkeleri farklı, ayrı coğrafyalarda yer alıyoruz ve her birimizin ülkesinin farklı gerçekleri var. Bunları mutlaka dikkate almak zorundayız.
İslam dini tüm insanları Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın çocukları kabul eder ve bir ümmet olarak nitelendirir. Sonra bu ümmeti ikiye ayırır, yani İslam insanlığı iki kısımda mütalaa eder. Ümmetin bir bölümü ümmeti icabettir, diğer bölümü ise ümmeti davettir. Ümmeti icabet, İslam’a tabi olmuş, Müslüman olmuş, Allah’ın emrine uymuş ve İslam’ı yaşayan topluluklardır. İkinci kısım ümmeti davettir. Yani İslam dışında kalan bütün insanlar, İslam’ın davetine muhatap kabul edilir. Hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün insanları İslam’ın davetine muhatap kabul eden bir din olma özelliği taşır İslam Dini.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu yıl Kutlu Doğum Haftasını kardeşlik konusuna ayırmıştı. Birçok coğrafyamızda da bu konu konuşuldu, çok isabetli bir şekilde kardeşliğin ahlakını ve hukukunu konuştuk. Biz insan kardeşliğini, İslam kardeşliğini ve batın kardeşliğini hep öne çıkardık. Yani İslam, üç çeşit kardeşlik öngörüyor. Bir batın kardeşliği, aynı anne babadan olan insanları kapsıyor. İkincisi din kardeşliğidir ki, aynı dine mensup olan Müslümanları, üçüncüsü de insan kardeşliği ki, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın çocukları olarak her insanı içine alıyor. Görüyoruz ki İslam, hiç bir kimseyi bu kardeşlik anlayışının dışında tutmuyor.
Genel anlamda ifade etmek gerekirse Doğu kültürleri tüm insanlığı bir ümmet, bir millet, bir aile kabul eder. İslam medeniyeti bir arada yaşama anlayışı üzerine kurulmuş bir medeniyettir, diyebiliriz. Başka din mensuplarına karşı acımasızlık, sertlik, kin ve nefret İslam’ın evrensellik ilkesine aykırı düşer. Kabile dinleri ancak böyle olabilirler. Onun için Kur’an-ı Kerim Yunus suresinin 99. ayetinde: “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi, o hâlde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” buyururken bize büyük bir ufuk göstermiş oluyor.
Medine vesikası, Rasulü Ekrem’in hicretten sonra Medine’de yaptığı ilk ve önemli işlerden biridir. Bir arada yaşama mecburiyetinde olan Müslümanlarla gayrimüslimler arasında dinî, hukuki, sosyal hakları koruma altına alan Medine vesikasını imzalamak Hazreti Rasulü Ekrem’in yaptığı ilk iş olmuştur. Bunlar bizim için son derece önemli satır başlarıdır. Bu vesika bir arada yaşama iradesini ortaya koymuştur. Birbirlerine kendi dinlerini dayatma yoktur. Din hürriyeti garanti altına alınmıştır. Sosyal ilişkileri, yardımlaşma ve dayanışmayı geliştirmeyi hedeflemektedir. Hukuki ve askeri ilişkileri düzenlemiştir. İslam tarihi, Müslümanların diğer din mensuplarına din hürriyeti tanıdığının sayısız örnekleriyle doludur. Necran Hristiyanları ile yapılan anlaşma, Hz. Peygamber’in dinî kimliklerini koruyarak Müslümanlarla bir arada yaşama hakkını tanıdığının kanıtıdır. Peygamber Efendimiz bir hadisinde buyuruyor ki, “Gerçek şudur ki, ben ne Yahudilik, ne de Nasranilik ile değil, Haniflik hoşgörü ve kolaylık dini olan İslam ile gönderildim.”
Rasulü Ekrem, Hulefa-i Raşidin, Emeviler, Abbasiler, Büyük Selçuklular, Osmanlılar Dönemi gayrimüslimlerin hukuki statülerinin mükemmele doğru geliştiği dönemlerdir. Fatih Sultan Mehmet, Sırbistan Kralı Frankoviç’in; "Savaşı kazanırsanız dinimiz hakkında ne tedbir alacaksınız?" sorusuna; "Her mescidin yakınında bir de kilise bulunabilecektir. Herkes istediği gibi ibadette hür olacaktır." cevabını vermiştir. Fatih devrinde gayrimüslimlere devletin yapısı altında millet statüsü verilmiştir. Buradaki millet kavramı bir din veya mezhebe bağlı topluluk manasına gelmektedir. Onları yönetme sistemine de "millet sistemi" adı verilmiştir. Bu sistem 1839 tarihinde Tanzimat ve 1856 tarihinde Islahat fermanlarıyla değişmiştir. Ondan sonraki dönem Osmanlılık fikri üzerine bina edilmiştir. Bir arada yaşamanın temel ilkeleri manevi değerlere saygılı olmanın esaslarına bağlıdır. Herkes bir dine inanmak ve bu dinin gereklerini yerine getirmek hususunda hürdür. İnançları yüzünden kimseye eziyet edilmez. Farklı inanç sahiplerini tahrik etmek, birbirlerine karşı kışkırtmak yasaktır. Farklı inanç sahiplerine insanca davranılması gerekir. Rasulü Ekrem bu yönde en önemli ve en büyük örneğimizdir. Farklı inanç sahiplerine bu konuda kolaylık gösterilir. Hristiyan dünyası daima İslam düşmanlığını geliştirip beslerken, Müslümanlar buna karşılık hem Hristiyanlara hem Yahudilere, hem diğer din mensuplarına, hem de inancı olmayanlara müsamaha ile yaklaşmışlardır. Tarihte Kudüs’te, Beyrut’ta, Endülüs’te ve birçok yerde görülen Haçlı zulümleri unutulmaz izler bırakmıştır. Modern Batı’nın İslam’a karşı bugün gösterdiği tavrı, tarihinde yani geleneğinde aramak gerekmektedir.
Müslümanlar Hz. Peygamber’in siretini çok iyi okumalı, anlamalı, anlamlandırmalı, yorumlamalı ve değerlendirmelidir. İslam temel esasları, sabiteleri değişmeyen fakat zamana, coğrafyalara ve bulunulan şartlara göre farklı yorumlara imkân sağlayan bir dindir. Yani her iklimde aynı olan bir tek çiçek değil, iklimlerde ayrı ayrı yetişen çiçekler demetidir. Bu sebeple bizim coğrafyalarımız İslam’ın farklı yorumlarının tezahürlerinin şahididir. Yani her birimizin yaşadığı ülkelerdeki İslam, sabiteleri, yani temel unsurları aynı olmak kaydıyla kültür farklılıklarını bünyesinde hazmedebilmiştir. Şam, Dımaşk, Kahire, Kudüs, Varna, İstanbul, Taşkent, Buhara, Saraybosna, Üsküp gibi hepsini sayamayacağımız kadar çok sayıdaki medeniyetimizin merkezi olan şehirler ve kurduğumuz şehirler, her dinden insanı huzur içinde yaşatmıştır. Bu şehirlerin tarihini incelediğimiz zaman farklı dinlerin, milletlerin, ırkların, renklerin, mezhep ve meşreplerin huzur içinde bir arada yaşadığını görme imkânına sahibiz. Bizim bütün eserlerimiz gerek fıkhi eserlerimiz olsun, gerekse tefsirlerimiz, gerek hadis kitaplarımız, gerekse İslami ilimlerle ilgili kitaplarımız, fikrî ihtilaflara son derece müsamaha ile yaklaşan ve ihtilafları rahmet gören bir anlayışa sahiptir. Gayrimüslimlere karşı bu kadar müsamahalı olan bir dinin kendi içinde ihtilaflara müsamaha etmemesi veyahut görüş ayrılıklarına müsamahalı olmaması düşünülemez. Onun için biz kendi geleneğimizi gün yüzüne çıkararak bugünkü şartlarıyla dünyaya takdim edip, dünyada nasıl bir medeniyet unsuru olduğumuzu anlatabilmeliyiz.
Son olarak bugünlerde yaşanan Gazze’deki katliamı, Suriye’deki zulmü, Afganistan, Irak, Myanmar ve benzer yerlerdeki Müslümanlara karşı yapılan zulümleri şiddetle, nefretle kınıyoruz ve bunların bir an önce son bulmasını temenni ediyoruz. Bu yönde Müslümanlar olarak üzerimize görevleri başta o kardeşlerimize dua etmek üzere yerine getirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bizim medeniyet perspektifimiz, bir arada yaşama, yaşatma geleneğimiz bugün mutlaka her zamankinden daha çok öğrenilmeye, öğretilmeye, tanıtılmaya muhtaçtır.