Makale

Avrasya'da İslam geleneği ve yeni algılar

Avrasya’da İslam geleneği ve yeni algılar

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu
Diyanet İşleri Eski Başkanı
Avrasya coğrafyası sadece fiziki şartlar ve coğrafi konum itibarıyla değil, dinî hayat ve din algısı açısından da İslam coğrafyasının güney bölgesinden belli farklılıklar arz eder. Bu farklılıklar aynı zamanda geleceğe dair umutlarımızı, beklentilerimizi de belirleyici özelliktedir. Hepimiz biliyoruz ki, Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s.)’nın vefatından sonra hatta hayatı esnasında sahabe ve daha sonra tabiin, bu geniş coğrafyaya dağıldılar. İslam’ın izzetini, itibarını, ilmini, hikmetini, irfanını bu coğrafyalara taşıdılar. Bugün Avrasya coğrafyasında birçok sahabe ve tabiîn kabri vardır. Ve İslam yeni bir muhitte yani Avrasya coğrafyasında, yeni şartlar içerisinde neşvünema buldu. Bu aslında İslam’ın tarihi açısından son derece önemli bir gelişmeye işaret etmektedir.
İslam’ın fetihlerden sonra Avrasya coğrafyasında farklı bir muhitle karşılaşması, farklı kültürlerle yüzleşmesi İslami anlayışa ve dinî hayata ayrı bir dinamizm ve Müslümanlara da güçlü bir kimlik ve özgüven kazandırdı. İslam algısı, İslam diniyle ilgili tefekkür, düşünce, algı, Hicaz bölgesinin kapalı kültürel havzasından dışarı çıkıp farklı kültürlerle, farklı inançlarla, farklı geleneklerle yüzleşerek onlarla iletişime geçti ve asli çizgisini koruyarak zenginleşti. Bu süreçte İslam âlimleri bu yeni ortamların talep ve ihtiyaçlarını da göz önüne alan bir dinî tefekkür ve bilgi metodolojisi üretme imkânı buldular. Onun için de Avrasya coğrafyasında farklı kültürlerle bir arada yaşama ve farklı kültürlere karşı direnç kabiliyeti son derece yüksek oldu. Birinci vurgulamak istediğim husus budur. Avrasya coğrafyasında o günlerden bugüne farklı inanç, kültür, gelenek ve hayat tarzlarıyla bir arada yaşama ve onlar karşısında asaletini koruma, onlara karşı ayakta durma kabiliyeti hep var olmuştur.
Avrasya coğrafyasının ikinci özelliği ise bu coğrafyada, yani Anadolu’da, Orta Asya’da, Kafkaslarda, Balkanlar’da İslam’ın ilim, irfan ve hikmet geleneğinin hep bir arada olmasıdır. Avrasya dindarlığının, din algısının, Avrasya dinî geleneğinin ikinci özelliği de irfan/hikmet özelliğidir. Ta ilk günden itibaren İslam’ın sadece zahiri kuralları, dışa yansıyan dinî öğretisi değil, insanın iç dünyasında kökleşen deruni dindarlığı, hikmeti, irfanı da Avrasya coğrafyasında erenler ve din uluları vasıtasıyla kök saldı, yerleşti ve bugüne kadar geldi. Böyle olduğu içindir ki, bu güzel coğrafyamızda hiçbir zaman yüzeysel bir İslam algısı oluşmadı. Hem irfan geleneğinin hem de farklı kültürlerle bir arada yaşama becerisinin bir sonucu olarak Avrasya coğrafyasında İslam hep olduğu şekliyle; herhangi bir ideolojiye, siyasi bir amaca alet edilmeksizin algılandı ve yaşandı. Tabii Avrasya coğrafyasındaki bu sonuçta diğer birçok amilin yanı sıra sufi hayatın öncüleri Ahmet Yesevi’nin, Necmeddin Kübra ve Bahaeddin Nakşibend’in, akaid ve ameli hayatın öncüleri Ebu Hanife ve İmam Maturidi’nin ve bu çizgideki bilgi-hikmet kanallarının çok belirgin ağırlığı ve etkisi oldu.
Avrasya coğrafyası Müslümanlarının, Balkanlar’daki, Kafkasya’daki, Rusya’daki ve Orta Asya’daki bu güzel kardeşlerimizin dini geleneğinde dikkat çeken üçüncü özellik; sahip oldukları derin tarih, zengin dinî ve ilmî mirastır. Bugün sahip olduğumuz ve genlerimizde taşıdığımız bu kucaklayıcı ve zengin miras bizleri daha sıkı bağlarla birbirimize kenetlediği gibi bizlere bazı sorumluluklar da yüklemektedir. Yeri gelmişken değineyim; muhterem Diyanet İşleri Başkanımızla birlikte geçen gün Kırgızistan’da, Diyanet’in bir vefa örneği olarak yaptırdığı İmam Serahsi türbesinin açılış merasimi sebebiyle Fergana vadisindeydik. Sadece Fergana vadisinde yaşamış eser bırakmış İslam alimlerini saymaya kalksak bu oturum ona yetmez. Bu coğrafyanın İslam’la tanışmasının ardından Buhara, Semerkant, Oş, Özcend, Keş, Necef, Farab, Merğınan, Belh, Harizm gibi ilim merkezleri ve genelde Maveraünnehir ilim havzası İslami düşüncenin gelişmesine çok önemli bir ufuk, yeni bir bakış açısı getirdiği gibi bu miras önce Orta Asya’nın, devamında da Balkanların, Saraybosna’nın ve Kazan’ın çocuklarına büyük bir özgüveni miras olarak bıraktı. Yani isimlerini telaffuz etmeseler, ayrıntısını bilmeseler bile on iki-on üç asırlık geçmişlerindeki bu zengin mirasın daima farkında oldular; onun için de hep dik durdular, dik yürüdüler ve kendilerine olan inançları ve geleceğe dair ümitleri hiç eksik olmadı. Bu yüzdendir ki, bu bölgeler bugün dışardan gelen nevzuhur dinî anlayışlara karşı hep mesafeli durmuş, esen rüzgârlara kendini kolayca kaptırmamıştır. Yine bunun sonucu olarak, üzerinden yetmiş seksen yıllık bir ateizm felaketi gelip geçtiği hâlde sanki o dönem hiç yaşanmamış gibi yeniden İslami hayat ortaya çıkmış ve İslam neşvünema bulmuştur. Bir coğrafyada, bir toplumda dinin, dinî hayatın bu kadar kolay toparlanmasının sebeplerini araştırırsak herhalde bu zengin mirasa, bu özgüvene, bu direnç kabiliyetine atıf yapmak gerekir.
Avrasya coğrafyasında dikkat çeken bir başka husus da kadın ve kız çocuklarının hakları konusunda ileri düzeyde bir bilinç oluşumudur. Bu kendi kültür ve geleneklerinden, ta eskilerden getirdikleri bir hayat anlayışının da sonucudur. Güney İslam coğrafyasına göre Avrasya coğrafyasında kadın hakları, kadının sosyal statüsü konusunda İslam’ın genel tavsiyelerine ve hedeflerine daha çok yakışan bir ortak anlayış ve saygı ortamının mevcut olduğunu burada ifade etmemiz gerekir.
İçinde yaşadığımız dünyaya gelince, bugün 21. yüzyıldayız. Artık pozitivizm geride kaldı. Dinin ve dinî değerlerin sonunun geldiğini, artık akıl ve bilim döneminin başladığını ileri süren sığ görüş geçtiğimiz yüzyıllarda eskidi ve dünya dinle barışık yaşamayı temel bir umde, temel bir realite olarak gördü. Artık dünya dinle barışık yaşamanın yollarını arıyor. Dinli hayat ve hayatlı din anlayışı belirginleşiyor. Dünyanın dinle barışık yaşaması, dini, yaşadığı hayata soluk veren, can veren, kan veren bir dinamizm içinde anlaması ile mümkün olur. Günümüz insanının muhtaç olduğu hayatlı din de, hayatını donduran, onu geçmiş asırlarda yaşamaya sürükleyen ve realiteden koparan değil, içinde yaşadığı sorunlarla baş etmesine yardımcı olan, her durumda dindar kalabilmenin yolunu öğreten, günü okuyan ve geleceğe hazırlayan bir dinî dinamizm demektir. Din ve toplumların dinle barışık yaşaması, artık herkesin kabullendiği realitelerden birisidir.
Böyle olunca Avrasya coğrafyası olarak hepimize düşen, din devlet ilişkilerinde belli bir ahengi yakalayabilmek, makul dengeyi kurabilmektir. Dini, dinî hayatı, dinî ihtiyaçları toplumun ve insan unsurunun bir realitesi görüp devletlerin dinle barışması ve dinî realiteyi göze alarak din devlet ilişkilerinin makul bir dengede tutulması Avrasya coğrafyası için son derece önemlidir. Bunun için de bizim bu güzel coğrafyamızda dinî kurumların güçlenmesine, kurumsallaşmasına büyük ihtiyaç vardır. Dinî idareler, siyasetin güdümünde, devlet otoritesinin gölgesinde değil, İslam’ın sahih bilgisini esas alan, geleneği doğru okuyan, toplumla kucaklaşan ve güven veren bir gelecek tasavvuru olan kurumlar olmak zorundadır. Güvenlik kaygısıyla oluşturulan ve sürekli kontrol altında tutulan değil, güvenlik ve esenliğin kaynağı olarak görülüp saygı duyulan dinî idareler aynı zamanda birey ve toplumun kalıcı huzuru demektir. Avrasya coğrafyasının bugün ekmek ve su kadar ihtiyacının olduğu şey, ayakları yere basan, kurumsal kimliği, dinî hizmet ve bilgi özerkliği bulunan güçlü dinî idarelerdir. Güçlü dinî idarelerin olmadığı yerde ne sağlıklı bir din eğitimi verebilirsiniz, ne de sahih bir dinî bilgi üretebilirsiniz. Bugün 21. yüzyıl Avrasya coğrafyasının belki de en çok üzerinde durması gereken, siyaset adamlarımızın, ülkelerine ve geleceklerine hizmet etmeye kendilerini adamış Avrasya devlet adamlarının kafa yorması gereken husus, kendi ülkelerinde güçlü dinî idarelerin oluşmasına zemin hazırlamaktır. Güçlü dinî idare aynı zamanda din eğitiminin ülkedeki, toplumdaki dinî bilginin üretiminin sağlıklı yürütülmesi, dışardan gelecek günübirlik ve köksüz esintilere karşı toplum sağduyusunun güçlenmesi demektir.
Ekmek, su kadar ihtiyacımızın olduğu bir başka husus da toplumdaki dinî eğitime devletin destek vermesidir. Avrupa’da din eğitimi, Avrupa’daki din devlet ilişkileri deyince hepimizin zihninde Fransa modeli öne çıkıyor ve aklımıza sadece o geliyor. Devletin dinî hayata karışmadığı, din eğitimiyle hiç ilgilenmediği, destek vermediği, kiliseleri kendi hâline bıraktığı şeklinde yanlış bir anlayış hâlâ kimi zihinlerde devam ediyor. Aslında bu husus dışardan göründüğü gibi değildir. Avrupa’da din ile devlet, kilise ile devlet birçok konuda iç içe ve karşılıklı işbirliği ve yardımlaşma içindeler. Belki Fransa bunun bir aykırı örneğidir. Ama birçok Avrupa ülkesinde devlet din eğitimine, toplumdaki dinî bilginin sağlıklı üretilmesine ciddi oranda destek veriyor ve birlikte bu konuyu planlayıp geliştiriyorlar. Böyle olunca Avrasya coğrafyasında devletin eski pozitivizm döneminden kalan yanlış bir anlayışı sürdürerek “Ben dinî hayata, din eğitimine karışmam, üniversitelerimde ilahiyat fakültelerinin yeri yok, din eğitimi benim işim değil” şeklindeki çekimser/müstağni tavrı son derece riskli ve yanlıştır. Niye riskli ve yanlıştır; çünkü bunun oluşturacağı bilgi açığının nasıl tamamlanacağını hiçbirimizin kestirmesi mümkün değil. Onun için de Avrasya coğrafyasında yeni din algısı denince üzerinde durmak istediğim birinci husus güçlü dini idareler ise, ikinci bir husus devletlerin, devlet adamlarının belli bir program çerçevesinde ülkelerindeki dinî eğitime destek vermeleridir.
Dinî eğitim dersleri denince ortaokullarda, liselerde din kültürü bunun temel unsurlarından biridir. Çocuklarımızın sağlıklı bir şekilde dinî eğitim alması, Kur’an eğitimi alması da gerekecektir -ki bu dinî idarelerin işidir-; buna ilave olarak bir de üniversitelerde ilahiyat fakültelerinin bulunmasına ihtiyaç vardır. Dinî bilgi üretim ve din eğitimi yöntemlerini de bugün artık gözden geçirmemiz, gerekiyorsa güncellememiz ve yenilememiz de gerekmektedir. Artık eski usul, geçen asırların din eğitimi anlayışıyla bu yüzyıla çıkmamız ve 21. yüzyılda İslam’ın bilgi ve eğitimini gerçekleştirmemiz mümkün değildir. Üniversite düzeyinde ilahiyat fakülteleri, İslami ilimler fakülteleri bizim ülkelerimiz için son derece önemlidir ve bu kurumlar toplumların dinî hayatının geleceğini belirleyecek derecede mühimdir. Çünkü sağlıklı din eğitiminin, düzgün din eğitiminin olmadığı yerde insanların dinî bilgi ihtiyacı başka kanallardan dolacaktır. Bizim coğrafyamızda farklı anlayışlar, adı ne olursa olsun köksüz anlayışlar, bizi irfan ve hikmet geleneğimizden, bir arada barış içinde yaşama geleneğimizden koparan anlayışlar aramıza sızabiliyor ise bu biraz da bizim meydana getirdiğimiz boşluklar sebebiyledir. Böyle olunca da dinî idarelerin bu boşluğu doldurması, dinî kurumların bu eğitimi vermesi ve bizim ülkelerimizde hem ortaokul ve lisede hem üniversitede sağlıklı bir İslami ilim geleneğinin, eğitiminin başlaması son derece önemlidir.
Artık 21. yüzyılda yaşıyoruz. Bu yüzyılı iyi okumamız ve İslam’ı bu yüzyılda nasıl anlatmamız gerekiyorsa öyle anlatmamız gerekiyor. Kur’an-ı Kerim Allah’ın vahyi, Efendimiz Muhammed Mustafa’ya Cibiril-i Emin vasıtasıyla indi, inzal oldu. Efendimiz bu Kur’an’ı beyan etti ve ona örnek oldu. Bu nedenle inzal ve beyan, İslam’ı anlamada son derece önemlidir. Bize düşen görev, inzal edilmiş Kur’an’ı ve Efendimiz Muhammed Mustafa’nın beyanını bu çağa getirmektir, eski çağlara gitmek değil. Bu çağa getirmek için de anlayışımızı, fıkhımızı, bilgi ve idrakimizi, gayretimizi işin içine katmak; eskiler bize ne bırakmışsa kabulümüz demek yerine eskilerin bıraktığını anlamaya çalışmak ve yeniçağda yeni bir bakış açısını, yeni bir ufku, yeni bir çerçeveyi ortaya koymak zorundayız. Yoksa biz İslam’ı temsil ettiğimizi söyleyemeyiz. Ve günümüz 21. yüzyıl insanları İslam’ı yeterince tanımıyor, İslam konusunda kuşkular duyuyor ise bunda bizim de vebalimiz vardır. Hâlbuki 21. yüzyılı yaşamak demek, bir gözümüzün, bir kulağımızın içinde yaşadığımız toplumda olması, diğerinin de dinin ana metinlerinde olması ve ikisi arasında köprüler kurmak demektir. Bu din ilimlerini ihyadır, dini anlamadır, inzali idraktir.