Makale

İbnü'l-Emin Mahmut Kemal İnal (1870-1957

İbnü’l-Emin

Mahmut Kemal nal
(1870 -1957)
Süleyman Aydın
Hacıibrahim Köyü /İmam Hatibi
İnebolu-Kastamonu

Tarihimizin II. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerine tanıklık etmiş renkli bir ilim şahsiyetidir İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal.
Arşivci, müzeci, tarihçi, biyograf, koleksiyoner ve yazar olarak ün yapan İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal ilim ve kültür yaşamımızda doldurulamaz bir yerin sahibidir.
İbnü’l-Emin 17 Kasım 1870’de İstanbul’da Beyazıt’ın Mercan Ağa mahallesinde doğdu. Babası Sadrazam Yusuf Paşa’nın uzun yıllar mühürdarlığını yapmış Mehmet Emin Paşa, annesi Hamide Nergis Hanım’dır. İlk resmi eğitimine Mercan Ağa Sıbyan Mektebinde başladı. Süleymaniye Camii imaretindeki Şehzade Rüştiyesi’nden 1885’de mezun olan İbnü’l-Emin, Mekteb-i Mülkiye’nin yatılı kısmına kaydoldu. Buradaki öğrenimini yarıda bırakarak Mekteb-i Hukuk’un derslerine dinleyici olarak devam etti. Asıl eğitimini küçük yaşta babasının konaklarına getirttiği hocalardan aldığı özel derslerle ve devrin tanınmış ulemasından aldığı cami dersleriyle tamamladı. Daha talebelik yıllarında mutasarrıflık tahrîrât kalemine devam ederek resmi muamelat usullerini ve kalem işlerini öğrenen İbnü’l-Emin, 17 Kasım 1889’da Babıâlî’nin (Sadaret – Başbakanlık) gözde dairelerinden Vilayat-ı Mümtaze Kalemi’ne stajyer olarak girdi. 1892’de Sadaret Mektubi Kalemi’ne alınan İbnü’l-Emin, 1895’te Teftiş-i Islahat Komisyonu başkâtipliğine getirildi. Memuriyet yaşamında hızla ilerleyen İbnü’l-Emin, 3 Ağustos 1908’de Sadrazam Sait Paşa tarafından Sadaret Mektubi Kalemi Müdürlüğü’ne yani Başbakanlık Yazı İşleri Müdürlüğü’ne atandı.
İbnü’l-Emin, Sultan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi üzerine Yıldız Sarayı evrakının tetkik ve tasnifi ile birikmiş jurnallerin tasfiyesi işine memur edildi. Çalışmalara üç kişilik komisyonla başlamasına rağmen zamanla bu görev tamamen kendisine bırakıldı. Karmakarışık hâle gelmiş 800 sandık dolusu evrakı, büyük bir titizlilikle elden geçirerek tasnif ettikten sonra bugünkü adı Başbakanlık Osmanlı Arşivleri olan Sadaret Hazine-i Evrak Dairesi’ne teslim etti. Bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde her türlü araştırmaya hazır ve mükemmel Yıldız Evrakı onun bu çalışmalarının ürünüdür.
Vakıflara ait sanat eserlerini, kaybolmak ve yabancı diyarlara gitmekten kurtarmak amacı ile bir müze kurulması için dört üye ile birlikte sürdürdüğü büyük gayretler sonucunda, 27 Nisan 1914’te Süleymaniye Camii imaretinde Evkaf-ı İslamiye Müzesi’ni yani bugünkü Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ni kurdu. Yine aynı yılın Mayıs ayında Medresetü’l-Hattatin’in kurulmasına önayak oldu. İbnü’l-Emin, 15 Mayıs 1919 günü Fransız İşgal Makamları’nca yarım asırdır oturmakta oldukları konaklarının yirmi dört saat içerisinde boşaltılıp kendilerine tesliminin istenmesi üzerine, üzerinde titrediği yazma eserleri, kitap, gazete ve mecmua koleksiyonlarının bir kısmını alamadan evini terk etmek zorunda kaldı. 20 Kasım 1923’te yerini sonraları Türk Tarih Kurumu’na bırakan Türk Tarih Encümeni üyeliğine seçilen İbnü’l-Emin, 22 Mayıs 1924’te Vesaik-i Tarihiye Tasnif Heyeti başkanlığına seçildi. Daha sonra Başbakanlık Osmanlı Arşivlerine devredilen Vesaik-i Tarihiye Tasnif Heyeti’nde İbnü’l-Emin, katalogları 30 cilt tutan toplam 47.371 adet belgeyi elden geçirerek tasnif altına aldı. İbnü’l-Emin’in daha önceki Yıldız Evrakı tasnif çalışmaları ve Vesaik-i Tarihiye Tasnif Heyetindeki bu çalışmaları dikkate alındığında millî hafızamız açısından ne büyük bir hizmet yaptığı tartışma götürmez bir gerçektir. Daha önce kuruculuğunu ve beş kez başkanlığını yaptığı Evkaf-ı İslamiye Müzesi’nin, Haziran 1927’de ad ve statü değişikliği ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne dönüştürülmesi üzerine bu müzeye müdür olarak tayin edildi. İbnü’l-Emin, Türk ve İslam Eserleri Müzesi müdürlüğü görevini emekli olduğu 1 Ağustos 1935 tarihine kadar sürdürdü.
Basın hayatına genç yaşlarda giren İbnü’l-Emin, 1890’da o günün en önde gelen gazetelerinden biri olan Tercüman-ı Hakikat’te yazmaya başladı. Tarik ve Mürüvvet gibi gazetelerde de yazılar yazan İbnü’l-Emin, asıl şöhretini uzun yıllar ilmî, fikrî ve edebî yazılar yazdığı Tercüman-ı Hakikat’te kazandı. Selanik’te yayınlanmakta olan Asır ve Mütalaa gazetelerinde devrin modasına uygun hissî romanlar da tefrika eden İbnü’l-Emin, devrin basınında “Edib-i Şehir” ünvanıyla anılır hâle geldi. Tercüman-ı Hakikat’te İslam mütefekkiri hüviyetiyle ile yazdığı yazılar oldukça ses getirdi. İslam medeniyeti ve ahlakı üzerine çok sayıda makale kaleme alan İbnü’l-Emin, bu yazılarında İslamiyet’in terakkiye mani olmadığını, insani ve evrensel değerlerle ciddi bir medeniyet olduğunu savundu. Fakat zamanla İbnü’l-Emin’in bu İslam mütefekkiri ve ahlakçısı kimliği unutulmuş, tarihçi ve biyograf kimliği yanında gölgede kalmıştır. İbnü’l-Emin İslam medeniyeti ve ahlakı üzerine yürüttüğü misyonun, II. Meşrutiyet sonrası ortaya çıkan İslami mecmualar ve özellikle de Sırat-ı Müstakim gazetesinde Mehmet Akif ve Eşref Edip gibi yazarlar tarafından hakkıyla temsil edildiğini görünce, bu sahayı onlara bırakarak kendini tamamen tarih ve biyografi çalışmalarına verdi. Zira devlet ve toplum hayatında şahidi olduğu büyük ve hızlı değişim, tarihe ve tarihî simalara duyduğu merak onu tarih ve biyografi sahasına yöneltti. Hayatının altmış yılını hasrettiği biyografi ve tarih yazarlığı İbnü’l-Emin’i bilim ve kültür hayatımızda hak ettiği saygın yere yükseltti.
İbnü’l-Emin’in her biri kendi alanında tartışmasız bir yere sahip olan onlarca eseri arasında hiç şüphesiz en büyük yeri “Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar” isimli abidevi eseri alır. Son 37 Sadrazam’ın hâl tercümesini (biyografi) sunan, 2192 sayfalık bu büyük eser Osmanlı Siyasi Tarihi’nin son asrının panoramasını sunması nedeniyle özellikle Yakın Tarih araştırmacılarının başucu kitabıdır. Memuriyet hayatına 17 Kasım 1889’da Babıâlî’nin Vilayat-ı Mümtaze Kalemi’nde başlayarak, üzerindeki son ve aynı zamanda en üst görev olan Divan-ı Hümayun Beylikçiliği vazifesinden 7 Kasım 1922’de Babıâlî’nin lağvı ile ayrılmasına kadar tam 33 yıl boyunca sadarete bağlı kalemlerde birçok Sadrazam ve Nazır’la yaşadığı mesai ve bürokratik yaşam İbnü’l-Emin’in Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar isimli dev eserinin oluşması konusunda çok önemlidir. Şahsen zamanlarına yetişemediği sadrazam ve nazırların hayat ve menkıbelerini Babıâlî kalemlerindeki yaşlı memurlardan sorup dinleyen ve yıllar yılı sadarette Babıâlî ve ricâl dedikodularıyla kulağı dolan İbnü’l-Emin, kendilerine sual sorduğu o insanlardan zamanla kimse kalmadığı için kendisinden sonra gelenlerin artık hiçbir suretle erişme imkânını bulamayacakları yığınla bilgi, tanıklık ve gözlemleri büyük bir titizlikle kayda geçirir.
İbnü’l-Emin’in II. Meşrutiyet’ten sonra Yıldız Sarayı Evrakı’nın tetkik ve tasnif işiyle görevlendirilmesi, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar’ın malzemesinin esasını ve en büyüğünü teşkil etmesi bakımından çok önemlidir. II. Abdülhamit’in tahta çıkışından itibaren Saray’la arasındaki yazışmaları içeren 800 sandık vesikayı tasnif eden İbnü’l-Emin, tarihî ehemmiyetini kuvvetli bir sezişle fark ettiği vesikaları büyük bir sabır ve şevk ile istinsah (kopyalama) edip bir kenara koyarak eserinin muhtaç olduğu arşivi de kurmuş bulunuyordu. Yazılmaya ilk kez 1913’te başlanan eser, zamanın Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in teşebbüs ve gayretleri sonucunda basılması karar altına alındıktan sonra 1940 ve 1953 yılları arasında Milli Eğitim Basımevi tarafından basılmıştır.
Biyografi yazarlığında kendisine rehber edindiği temel felsefe; hizmet-i vataniye olan İbnü’l-Emin, bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Marifet ve sanat ehlini aramak, isim ve eserlerini evlad-ı vatana bildirmek hususundaki ihmalimiz ve marifet ehline reva gördüğümüz kayıtsızlık muhabbet-i vataniye ile asla telif kabul etmez. Kemal ehlini tanıyanların tanımayanlara bildirmesi ise hizmet-i vataniye cümlesindendir. “Bir vakitler büyük hizmetler görmüş eslafı (geçmişi) unutulmuşluğa mahkûm etmemek, eserlerini ve hatıralarını bugünün ve geleceğin nesillerine taşımak her şeyden önce kadirbilirlik denen bir erdem borcudur.
Bir toplumun marifet ve erdem sahibi geçmişine gösterdiği kadirbilirliğin derecesini medeniyet ölçüsü sayan İbnü’l-Emin, daha o günden günümüz vurdumduymazlığını görürcesine şöyle seslenmektedir: “Ey gençler! Gözünüzü açınız, gelip geçmişlerinizi tanıyınız!”
İbnü’l-Emin’in bir diğer abidevi eseri de “Son Asır Türk Şairleri”dir. 19. asrın başından itibaren 1941 yılına kadar geçen son bir buçuk asırlık devrin önde gelen Türk şairlerinden 566’sının hâl tercümesini sunan 2352 sayfalık eser, Türk Edebiyatı Tarihi araştırmacıları için önemli bir kaynaktır.
İbnü’l-Emin’in “Son Hattatlar” isimli kitabında da 1760’dan 1953’e kadar olan süre içinde gelip geçmiş olan 329 hattatımızın hâl tercümesi sunulmuştur.
İbnü’l-Emin’in kültür hayatımıza kazandırdığı son eser, son asır Türk musikişinaslarının biyografilerini sunan “Hoş Sada” isimli esiridir. Tanburi Cemil Bey’le 128 sayfalık 40 musikişinasımızın hayatını yazıp tashih ettikten sonra vefatıyla yarım kalan eseri Avni Aktuç tamamlamıştır. Eseri yazarken vefat etmesi ve eserin onun tarafından tamamlanamaması Türk Musikisi ve Tarihi açısından büyük kayıptır! Ancak Türk Musikisi hakkındaki görüşlerini ifade ettiği kitabın önsüzü başlı başına bir şaheserdir. Eser 1958’de İş Bankası Yayınları tarafından basılmıştır.
İbnü’l-Emin’in tarihî şahsiyetinden bahsederken onun elli yılı aşkın bir süre konağında devam ettirdiği ev toplantılarından bahsetmemek mümkün değildir. Çocukluğunda içine girdiği büyüklerin meclislerinden kazanılmış bir gelenekle elli yılı aşkın bir süre ihya ettiği toplantılarda edebiyattan tarihe, tasavvuftan musikiye, siyasi tarihimize mâl olmuş sima ve vakalara kadar birçok bahis konuşulur, tartışılırdı. Zamanın en ünlü ilim ve sanat insanlarının katıldığı bu ocak, klasik Türk musikisinin ayakta kalışına ve günümüze intikaline hizmet eden üst düzey bir barınak olarak vazife görmüş ve bu meclislerde eşsiz musiki fasılları icra edilmiştir. Birçok ilim ve sanat insanının yetişmesinde feyiz kaynağı olan bu toplantılar, ilim ve sanat çevrelerinden büyük ve seçkin simaların her hafta uzun geceler etrafında buluştuğu son ocak olmuştur.
İbnü’l-Emin şahsi kütüphanesini, koleksiyonlarını ve konağının barındırdığı müzelik eşyayı 1949’da İstanbul Üniversitesi’ne bağışladı. 1953 yılı Mart ayında İstanbul Üniversitesi’nce şerefine jübile düzenlendi ve bağışlarıyla bu kültür hazinesini milletin hizmetine sunduğu için kendisine resmen teşekkür edildi.
İlerleyen yaşı nedeniyle geçirdiği bir ameliyat sonrasında, 24 Mayıs 1957’de vefat eden İbnü’l-Emin 27 Mayıs 1957’de Merkez Efendi Kabristanlığına defnedildi.