Makale

Entelektüel: Fikir İşçisi

Entelektüel: Fikir İşçisi

Prof. Dr. Ahmet Öğke
Akdeniz Üni. İlahyat Fak.

Yüzbaşı Alfred Dreyfus, Fransız Genelkurmayı’nda çalışan dürüst bir subaydı. Bazı Fransız silahlarının yeni teknik özelliklerini Almanlara bildirmekle suçlanıyordu. Guyana açıklarındaki Şeytan Adası’na müebbet hapis mahkûmu olarak gönderildi. Ortalık alevlendi; fakat bir süre sonra sükûnet sağlandı. Ama Dreyfus’ün uğradığı haksızlık unutulmak üzereydi. Dört yıl sonra 13 Ocak 1898 tarihli L’Aurore gazetesi, ünlü yazar Emile Zola’nın ilk sayfayı kaplayan makalesi ile yayımlandı. “J’accuse! / İtham Ediyorum! (Suçluyorum!)” başlıklı makale yüzbaşının masumiyetini savunuyor, genelkurmayı ve yargıçları suçluyor ve yeniden yargılama istiyordu. Böylelikle Dreyfus’ü tutan ürkek kalabalığın vicdanını Emile Zola seslendiriyordu. Ordu Zola’yı mahkemeye verdi ve mahkûm edildi. O, temyiz safhasından önce bir müddet İngiltere’ye sığındı. Geri döndükten bir süre sonra 1902’de, oturduğu apartmanda duman zehirlenmesi sebebiyle öldü. Taraftarları, evin bacasını tıkayanların Yahudi düşmanı muhafazakârlar olduğunu iddia ettiler. Dreyfus’ün itham edildiği olayda da asıl casusun Estherhazy adlı bir subay olduğu kendi itirafıyla sabit oldu. Dreyfus affedilip itibarı iade edilse de (1906) onu suçlayanlar ve haklı görenlerin kavgası devam etti. (İlber Ortaylı, “Dreyfus Olayı”, Milliyet Gazetesi Pazar Eki, 12.01.2014.)
Tarihe “Dreyfus olayı” olarak geçen bu hadise, entelektüeller için bir milat olmuştur. 19. yüzyılın son çeyreğinde Zola’nın haykırışına eklenen ve kendilerine “entelektüeller” denilen zümrenin protestosu, her türlü siyasal düşünce ve yönelimin dışında hareket etmek kaygısını taşıdıkları iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu protestoya imzasını koyan profesörler, yazarlar ve sanatçılar, kendilerini, hiçbir partiye ve politik görüşe eğilim göstermeyen bir bağımsızlık tavrı içerisinde olmaya özen gösteren kimseler olarak tanıtmışlardır. (Ernur Genç, Sosyolojik Açıdan Entelektüel Kavramlaştırmaları, Doktora Tezi, Ankara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2006, ss. 53-54.)
Fransızcadaki “anlayış, zekâ, akıl, bilgi, beceriklilik, iyi geçim, anlaşma” gibi anlamlara gelen “intelligence” ile “okumak” manasındaki “lecture” kelimelerinin birleşiminden oluşan “intellectuel” kelimesinin Türkçeleşmiş hâli olan entelektüel, biraz eksik ve hatta yanlış bir biçimde “aydın” sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmaktadır. Nitekim sözlüklere baktığımızda; “İyi bir tahsil görmüş, fikrî meselelere ilgi duyan kimse, münevver” (Ş. Sami, Kâmûs-i Türkî), “Merak neticesi veya meslek icabı fikrî meselelerle uğraşan kişi, münevver, aydın” (Büyük Türkçe Sözlük) gibi manalarla karşılaşmaktayız.
Ne var ki entelektüelin Türkçe tam karşılığı, “aydın/münevver”den ziyade, “kafası ile çalışan, zihni ile iş gören, kafasını çalıştıran, beynini işleten” olabilir. Nitekim Fransızca “entelektüel” kelimesinin tarihî kökeni ve doğuş kaynağına indiğimiz zaman, karşımıza “varlığın düşünceden doğduğunu, aklın sezgi ve iradeden üstün olduğunu ileri süren” ve “zihni, bilginin ve aksiyonun tek prensibi ve rehberi kabul eden felsefi bir doktrin” anlamı çıkar. Entelektüel, işte bu doktrin veya görüş çerçevesinde zihin ameliyesindeki “fikir işçisi” olmaktadır. O hâlde aydın, “alelade okuryazar olmanın üstünde, kafası ile iş gören ve bilhassa kafa ürünü ile geçinen kişi demektir.”(Ahmet Sezgin, “Aydın, Entelektüel, Entel, Münevver ve Âlim Kavramları Üzerine”, Ay Vakti, sayı: 149, Mart-Nisan 2014.)
Cemil Meriç’e göre entelektüeller, toplumlarını çağdışı bulunca çevrelerine yeni teklifler sunar ve kurulu düzenin bir an önce değiştirilmesi gerektiğini çevrelerinde yayarlar. Ona göre entelektüel, dünyayı her gün yeni baştan kurabileceğine inanan adamdır. (Cemil Meriç, Mağaradakiler, İletişim Yayınları, 2007 İstanbul.) Edward Said de entelektüeli, siyasi görüşü ne olursa olsun, hangi ırktan ve dinden olursa olsun, dünyaya hangi perspektiften bakarsa baksın, insanların acılarını doğru bir şekilde dile getiren, insanlara baskı kuran yapılara karşı çıkan erdemli ve bilgili kişi olarak tanımlamıştır. Ona göre entelektüelin görevi, iktidara doğruyu söylemektir. (Sevim Atila, “Entelektüeller, Üniversiteler ve Bilimsel Bilginin Üretilmesi Kapsamında Eleştirel Bir Deneme”, Akademik İncelemeler, c. 4, Sayı: 2, Yıl: 2009, s. 84.)
Aydınlanmanın tanımladığı bir insan tipi olarak entelektüeller, geleneğe, göreneğe ve ayrıcalıklara gömülü bir topluma “ilerleme”nin müjdesini vermişler ve 18. yüzyıl Fransa’sındaki gibi, soylular ya da burjuvazi içerisinde müttefikler de bulmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonu ve Sovyet Devrimi’ne kadar süren uzun 19. yüzyıl boyunca da, ilerlemeciliklerini, yani gerek bilimin gerekse ahlakın gözünde gerekli bir gelecek adına toplumu eleştirilerini gitgide daha da arttırmışlardır. 18. yüzyıl Fransız Devrimi ile kapanır ve 19. yüzyıl Endüstri Devrimi ile açılırken, entelektüellerin, her iki olayda da önemli katkıları olmuştur. Ki, bu dönemde insan aklının toplumu düzenleyebileceği ve hayata egemen olacağı inancı gelişmiştir. Akla ve düşüncelere böylesine önem verilen bir çağda entelektüeller, ideoloji dünyasının baş aktörü konumuna yükselerek prestij kazanmışlardır. (Ernur Genç, age., s. 48.)
Entelektüelin ayırıcı vasıfları şu şekilde özetlenebilir: Eleştirel bir akla, zekâya sahip olmak; akla uygun davranmak, akıldan hareket etmek, aklı ölçüt olarak almak; ilkesi özdeşlik ve çelişmeme olan bir zihin yapısına sahip olmak; düşünmek, fikir üretmek ve eleştirmek; okumuşluğuyla önyargılardan sıyrılmış ve görgü sahibi olmak; fikirleriyle toplumsal gelişmelere müdahil olmak; toplumda heyecan yaratmak ya da onu uyarmak; kendi kişisel çıkar dünyasının sınırları içinde kalmamak; yalnızca bir konunun uzmanı olmamak; üstüne vazife olmayan işlerle de ilgilenmek; mevcut durumdan rahatsız olmak, reformist bir tavır sergilemek; dolaysız veya dolaylı olarak insanla, beşerî şeylerle ilgili olmak; haktan, adaletten, adaletsizlikten, özgürlükten, esaretten, sömürüden, insana yakışan veya yakışmayan şeylerden bahsetmek. İnanç, entelektüel için tek belirleyici özellik değildir. İnancı uğruna ölen kişi, salt bu özelliğinden dolayı entelektüel sayılmaz. Bir bilim adamı veya akademisyen olmak da entelektüelliğin yeter şartı değildir. Entelektüel, aklını kullanarak insanın bütün yönlerine, meselelerine eğilebilen biri olmalıdır. (Turan Karataş, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Sütun Yay., İstanbul 2011.)
“Aydın”, Batı biliminin temel prensiplerinden biri olan “pozitivizm” ve “rasyonalizm” ilkelerine bağlı bir akıl ve mantık adamıdır. Bu anlamda aydın, vahye ve nakle bağlı kişi değildir. Bu sebeple aydın, modern bilgi sosyolojisinde çağdaş ideolojilerin, bilgilerin taşıyıcısı ve yeniden üreticisidir. Batılı anlamda aydın; “bilimsellik”, “çağdaşlık” ve “objektiflik” adına akılcıdır. Ancak Rasim Özdenören’in ifade ettiği gibi “Entelektüalizm, büyük ölçüde soyutlanmaya dayanan tehlikeli bir düşünme tarzı olduğu için, bu düşünme tarzı, insanı tamamen kurgusal bir dünyaya götürebilir.” Bu sebeple “şarlatanlık ve demagojiye açık bir yol”dur. Batılı entelektüel, her şeyden şüphe eden bir kuşkucu/septiktir âdeta. Aynı zamanda o, hemen her şeye “muhalif” insandır. Dolayısıyla Batılı ve Batıcı aydın, vahye dayalı mukaddes değerlerden de şüphe eder. Ona göre hakikatin tek kaynağı “akıl”dır. Akıl ve mantık tarafına aşırı güven duyması ve kendi aklını vahyin, dinin üstünde görmesi, aydını hem “ukala” yapar, hem de topluma “yabancı” kılar. Entelektüellerin yani Batılı anlamdaki aydınların en büyük yanlışı ve eksiği, hiç şüphesiz metafizik adını verdiği manevi, ilahî, aşkın değerleri inkâr ederek fikir üretmesidir. Oysa insan, bir taraftan zihnî ve akli, diğer taraftan ruhi ve manevi değerlerle donatılmış, çift kanatlı üstün bir varlıktır. Vahye dayalı manevi değerleri saf dışı ederek, sağlıklı, mantıklı, faydalı fikirler üretmek ve insanlığı selim ve hayırlı bir menzile ulaştırmak mümkün değildir. (Ahmet Sezgin, agm.)
Bir bütün olarak bakıldığında, İslam geleneğinin şekillendirdiği bizim düşünce dünyamızda entelektüel kavramının tam bir karşılığı bulunmamaktadır. İslam’ın makbul ve sağlam ana çizgisini teşkil eden ehlisünnet ve ve’l-cemaatten ayrılan en şaz görüş ve düşünce yolları bile entelektüel kavramından daha çok bize aittir. Elbette ümmet-i Muhammed’in zamanla terk edip tarihin çöplüğüne attığı çizgi dışı pek çok düşünce okulu bile, her türlü entelektüellik savunularından daha değerlidir. Çünkü onların bile hakikati, doğruyu ve gerçeği bulmak için doğru rotayı belirlememizde tersinden önemli işlevleri olmuştur.
Entelekt terimine yakın anlamlı olarak İslam düşüncesinde “okumak, bilmek, tanımak, akletmek, düşünmek” ve benzeri kavramların öbeğinde olduğu arif ve âlim kavramlarıyla karşılaşmaktayız. Bizim geleneğimizde âlim, akli ve naklî yollarla elde ettiği hakikate ait bilgileri özümseyen ve bunlarla amel eden kimseye karşılık gelmektedir ki, onlar peygamberlerin manevi mirasçıları konumundadırlar. Bildiğiyle amel etmek, âlim vasfını kazanmanın en önemli göstergelerinden biridir. Bildiğini uygulamayanlar, “sırtı kitap yüklü eşekler” sıfatını hak ederler. Bu özellik, âlim ile entelektüel arasındaki en büyük fark olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani âlim; hem bilen, hem bildiğini aktaran ve hem de bildiğini kendisi uygulayandır. Yalnızca salt bir zihnî faaliyet üretebilen entelektüel ise, en iyi ihtimalle bildiklerini aktarmakla yetinir. Arif, âlim ve entelektüel üçlemesinde en üst konumda bulunan arif ise, âlimden farklı olarak hakikat bilgisini akli ve naklî yolların yanında, manevi tecrübe ve sezgi yoluyla, kalp ve basiret gözüyle de bizzat müşahede ve keşfeden, yani “gören” (hakikat ile kendisi arasındaki perdeyi aralayan) kimsedir. Demek oluyor ki, entelektüel yalnızca zihinsel olarak bilen ve bilgisini aktarandır; âlim bunların yanı sıra bildiğiyle amel edendir; arif ise hem bilen, hem bildiren, hem bildiğiyle amel eden ve hem de hakikati apaçık gören, temaşa edendir. Entelektüelin başvurduğu akıl, yeri beyin olan zihinsel bir faaliyet üretir. Ama gönül sahibi (ülü’l-elbâb) olan arifin başvurduğu akıl, yeri kalp olan kalbî bir tefekkür faaliyeti gerçekleştirir. Âlimin başvurduğu akıl ise, yerine göre bazen (salt bilgi boyutunda kalıp uygulamaya dönüşmezse) entelektüel akıl, yerine göre (amele dönüşünce) de hakikati apaçık gösteren irfani akıl boyutuna ulaşabilmektedir.
Hiç kuşkusuz Batı’nın ve modernitenin ürettiği bir kategori olan entelektüel, bu yüzden de seküler/dünyevi bir kavramdır. Oysa âlim ve arif terimleri, ilahî/metafizik/uhrevi referansları bulunan bizden/yerli kavramlardır.
Velhasıl, entelektüelin aklı çoğunlukla dünyevi/beşerî bilgiye “işaret eder”, âlimin aklı metafizik/uhrevi hakikatten “haber verir”, arifin aklı ise ilahî hakikati “gösterir”.