Makale

Doğu ve Batı Arasında Bir Köprü: İzmirli İsmail Hakkı

Doğu ve Batı Arasında Bir Köprü:
İzmirli İsmail Hakkı

Dr. Elif Arslan
Diyanet İşleri Uzmanı

Osmanlı devrinde doğup Cumhuriyet’e geçiş sancılarının yoğun bir şekilde yaşandığı dönemde hayatını sürdüren İzmirli İsmail Hakkı (1869-1946), bu geçiş döneminde ortaya çıkan sorunlar üzerinde kafa yormuş, İslam ilimlerinin farklı alanlarında çalışmalar yapıp eserler ortaya koymuş bir ilim adamımızdır. Bu sebeple “Osmanlı devrinden Cumhuriyet’e geçişte bir köprü vazifesi gören ilim adamlarımızdan birisi” (Mehmet Şeker, A. Bülent Baloğlu, “Takdim”, İzmirli İsmail Hakkı, TDV Yayınları, Ankara 1996, s. VII-VIII.) olarak Türk ilim tarihindeki yerini almıştır.
İlköğretimden sonra hıfzını tamamlayan, bir yandan medrese dersleri alırken diğer taraftan rüşdiyeyi bitiren İzmirli İsmail Hakkı, bu arada Şazeli tarikatından da icazet aldı. 1890’da İstanbul’a gitti ve Dârülmuallimîn-i Âliye’nin ilk talebeleri arasına girdi, 1892’de edebiyat şubesinden mezun oldu. Bu arada medrese tahsiline burada da devam etti ve Fatih dersiamlarından Hafız Ahmet Şakir Efendi’den icazet aldı. (Ali Birinci, “İzmirli, İsmail Hakkı”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 23, s. 531.)
İzmirli’nin bu şekilde çift yönlü süren eğitimi, kendisine farklı alanlarda eser verme imkânı sunmuştur. Bildiği birden fazla yabancı dil (Arapça, Fransızca, Rusça, Rumca ve Latince biliyordu) ise batı düşüncesini takip etmesini kolaylaştırmış, devrinin fikir hareketlerini yakından izleme imkânı vermiştir. Bir taraftan çok yönlü ilmî çalışmalarına devam eden, eserler üreten İzmirli, diğer taraftan yoğun bir mesleki hayatı da sürdürmüştür. Mülkiye Mektebi’nde, Darülfünun Edebiyat’ta, Mekteb-i Hukuk’ta, Sahn-ı Süleymaniye’de, Medresetü’l-Mütehassısîn’de, Medresetü’l-Vaizin’de ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde çeşitli alanlarda dersler okutmuş, ordinaryüs profesörlüğe yükselmiştir. Bu hocalıkları yanında çeşitli kurumlarda idarecilikler ve birçok ilmî komisyon üyeliklerinde bulunmuştur. (İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 2, Dergah Yay., İst. 2011, s. 661-662.)
Bir ilim adamı olarak İzmirli, kendi metodunu şöyle açıklamaktadır: “…Kâinatın Serveri Efendimiz Hazretleri’nden başka hiçbir Müslümanı masum (günah ve hatalardan korunmuş) bilmem. Bütün âlimlerin sözlerini yalnız burhan ve delille kabul ederim… Hiçbir âlimin şiddetli taraftarı olmadığım gibi Gazali’nin de şiddetli taraftarı değilim. Hanbeli de değilim, Eşari de. Körükörüne mutasavvıflara da, kelamcılara da tabi olmam. Hak taraftarıyım… Mensubiyetim ancak İslam dininedir. Tarik(at)ım ancak en hayırlı tarik(at) olan tarikat-ı Muhammediye’dir. Selefiye olsun, mütekellime (kelâmiye) olsun, mutasavvıfa (sûfiye) olsun, felasife (felsefe) olsun hangi grup (fırka) olursa olsun hak ve hakikat uğrunda çalışan bir grubu ulu orta reddetmeyi hiçbir vakit kabul etmem. Her zaman aldığım söz ve görüş ancak Son Peygamber’in söz ve görüşüdür. Yalnız o Nebiyy-i Akdes’in ümmetiyim, yalnız o Nebiyy-i Muhterem’in sözünün sübutunu araştırırım.” (İzmirli İsmail Hakkı, “Meslek ve Metodum”, Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 2 içinde, s. 665-666.) İzmirli’nin metodunu açıkladığı bu satırlar, Şeyh Safvet Yetkin’in Tasavvufun Zaferleri isimli kitabına cevaben yazdığı Hakkın Zaferleri kitabında “Meslek ve Metodum” başlığı altında yer almaktadır. Ve aslında her iki ismin eseri de aralarında geçen bir ilmî münakaşanın neticesidir. Bu münakaşa, İzmirli’nin Ceride-i İlmiyye’deki bir yazısında tasavvuf kitaplarında hadis diye zikredilen sözlerin çoğunun aslında tasavvuf erbabının sözleri olduğunu ifade etmesinden sonra ortaya çıkmıştır. (Himmet Konur, “İsmail Hakkı İzmirli’nin Tasavvufi Yönü ve ‘Hakkın Zaferleri’ Adlı Eseri”, İzmirli İsmail Hakkı, TDV Yay., Ankara 1996, s. 165-166.)
Mezhepler ve tarikatlar üstü bir İslam anlayışına sahip olduğunu açıklayan İzmirli İsmail Hakkı, açıkladığı dinî meselelerde İslam âlimlerinin görüşlerini nakleder. Kendisine mal ettiği söz ve görüşü doğrudan doğruya yazar, yoksa sadece nakleder. Hafife alınma endişesini önemsemeyerek “emin nâkil” (güvenilir nakledici) olmakla iftihar eder. (İzmirli İsmail Hakkı, “Meslek ve Metodum”, Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 2 içinde, s. 665-666.)
İzmirli İsmail Hakkı, XIX. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan kelamda yenilik hareketinin Türkiye’deki en önemli temsilcisidir. O, yaşadığı dönemde artık günün ihtiyaçlarına cevap veren yeni bir kelama ihtiyaç olduğunu düşünür. Kelam ilminin amacı ve konuları değişmiyor olsa da değişen şartlara göre metodunun değişmesi gerektiğini, mevcut hâliyle bu ilmin işlevini kaybettiğini ifade eder. (M. Sait Özervarlı, “İzmirli İsmail Hakkı, İlmî ve Şahsi Görüşleri”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 23, s. 533.) Kelam ilminin yanı sıra fıkıh ilminde de yenilik yapılması gerektiğini düşünen İzmirli’den günümüze bu alanlarda iki önemli eser kalmıştır: “Yeni İlm-i Kelam” ve “Yeni Usûl-i Fıkıh” isimli eserler… İzmirli İsmail Hakkı, fıkıh ilminin yenilenmesi gerektiğini düşünse de bunun fıkıh usulünün yapısı bozulmadan gerçekleştirilmesi taraftarıdır. Her ne kadar modernist olma yönüyle Ziya Gökalp ve arkadaşlarına benzetilse de kendisi onların İslam Mecmusı’nda ortaya koymaya çalıştıkları “ictimâî usûl-i fıkıh” düşüncesini “İctimaî Fıkıh Usûlüne İhtiyaç Var mı?” başlıklı makalesinde maddeler hâlinde ele alarak tafsilatlı bir şekilde eleştirmiş, örfü nassın yerine koymaya, böylece hükümleri değiştirmeye çalışmalarına itiraz etmiştir. (İzmirli İsmail Hakkı, “İctimaî Fıkıh Usûlüne İhtiyaç Var mı?” Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 2 içinde, s. 672-676.)
Dinî bazı konularda çoğunluğun görüşüne katılmadığını gördüğümüz İzmirli İsmail Hakkı’nın bu duruşuna bir örnek, Cumhuriyet’in ilk yıllarında gündeme gelen namazda sure ve duaların Türkçe okunması meselesidir. Bu konuda Şerafettin Yaltkaya ile birlikte hazırladıkları raporda namazda ayetlerin Türkçe çevirilerinin okunmasının caiz olduğunu belirtmiştir. (bkz. “Kur’an’ın Türkçe Tercümesiyle Namazda Okunması”, Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 2 içinde, s. 714-717.) Onun çoğunluğun görüşünden ayrıldığı bir başka nokta da azabın ebediliği hakkındadır. Ona göre ahirette sonsuz azap Allah’ın hikmetiyle bağdaşmaz. Zira ahiret azabı dünyada nefisleri terbiye edilemeyen insanların arınması için konulmuştur, bunun da bir süresi olmalıdır. Bu görüşünü Selef’ten itibaren bazı âlimlerin azabın belli bir süreden sonra kalkabileceğini söylemelerine dayandırarak bu konuda ihtiyatlı davranılması gerektiğini söylemiştir. (Özervarlı, s. 534.)
İzmirli İsmail Hakkı’nın dikkat çeken bir başka yönü de her ne kadar tam bir tasavvufi yaşantısı olmasa da tasavvufa olan ilgisidir. Dâr’ul-Muallimin-i Âli’ye’de “Osmanlı Edebiyatı Muallimi” olan Ahmet Asım Bey’e duyduğu hayranlık, İsmail Hakkı İzmirli’nin tasavvufla gerçek anlamda temasına vesile olmuştur. Ancak hocasına olan bağlılığı ve sevgisine rağmen tasavvufi çevrelerde kabul gören bazı fikir ve uygulamaları benimseyememiştir. (Konur, s. 158-161.)
Meşrutiyet idaresinin üstünlüklerini halka anlatmak üzere 1909 yılında Kayseri ve Konya’ya gittiği de belirtilmektedir. Aynı yıl cemiyetin Şehzadebaşı’ndaki İlmiye Kulübü’nde medrese talebelerine yönelik olarak verilen konferanslara Musa Kâzım, Bursalı Mehmet Tâhir ve Mehmet Akif’le birlikte katılmıştır. (Birinci, s. 531.) O dönemde pek çok tasavvuf ileri geleninin İttihat ve Terakki ile beraber hareket ettiği de görülmektedir. İttihat ve Terakki’nin tasavvufi çevrelere pek de olumlu bakmadığı göz önüne alınırsa bu durumun içerdiği çelişki, zamanın toplumsal ilişkileri çerçevesinde üzerinde durulmayı hak etmektedir.
Osmanlı’nın son dönemlerinin ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının sancılarını yaşamış bir isim olan İzmirli İsmail Hakkı, birbirinden çok farklı düşünce kategorilerine dâhil edilmiştir. Onun eserleri, katıldığı çalışmalar, ortaya koyduğu düşünceler, içinde bulunduğu organizasyonlar göz önünde bulundurulduğunda, hakkında selefiyeci, İslamcı, modernist, mutasavvıf, Türkçü şeklinde yapılan bu denli farklı tanımlamaların hepsinin, aslında eksik olduğu ortaya çıkacaktır. Yazının başında ve yeri geldikçe çeşitli paragraflarında da ifade ettiğimiz gibi, İzmirli İsmail Hakkı, çöküş döneminin sıkıntılarının ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yaşanan problemlerin hâl yolunu arayan bir düşünürdür. Onun anlaşılmasının büyük ölçüde güçleşmesini içinde yaşadığı sosyal ortamdan oldukça etkilenmesine ve bu ortama uyum sağlamasına bağlayan görüşler de vardır. (Konur, s.163.)
Geniş bir kütüphaneye sahip olan İzmirli İsmail Hakkı, 275 yazma ve 4110 matbu kitaptan oluşan kütüphanesini Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışlamıştır. (Birinci, s. 531.)
31 Ocak 1946 tarihinde oğlunu ziyaret için gittiği Ankara’da vefat eden İzmirli, Cebeci Asri Mezarlığına defnedilmiştir.