Makale

Murakabe Eğitimi

Murakabe Eğitimi

Prof. Dr. Kadir Özköse
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dekanı

Tasavvufi eğitimde kul öncelikli olarak geçmişteki eylemlerinden dolayı nefsini hesaba çeker, durumunu düzeltir, kararlı olarak Hak yolunda yürür, Allah ile irtibatını sağlamlaştırır, kalbine nazar eder, gönlünü denetler ve her nefes alış verişte Allah’ın rızasını düşünmeye başlar. (el-Kuşeyri, er-Risaletü’l-Kuşeyriyye fi ilmi’t-tasavvuf, haz. Ma’ruf Zerrik Ali Abdulhamid Baltacı, Beyrut 1993, s. 192.) Bir şeyi korumak, bakıp gözetmek, gözaltında bulundurmak, kendi iç âlemine bakmak, dalıp kendinden geçmek anlamında Arapça bir kelime olan murakabe; (Âsım Efendi, Kâmus Tercümesi, İstanbul 1852, c. I, s. 146.) Allah’ın her şeye kadir ve her şeyden haberdar olduğunu bilmesi, kalbin maksudunu her an mülahaza etmesi anlamına gelmektedir. (Ali b. Muhammed es-Seyyid es-Şerif el-Cürcani, Kitabu’t-Ta’rifat, thk. Abdulmun’im Hafni, Kahire trz.s. 236.)
Murakabe; kalbin kötülüklerden korunması için nefsin kontrol altında tutulmasıdır. Murakabenin aslı, Murake-i havatırdır. Yani kalbe gelen sesleri denetlemektir. (Tacü’l-İslam Ebu Bekir Muhammed el-Kelabazi, et-Taarruf li-mezhebi ehli’t-tasavvuf, thk. Mahmud Emin en-Nevevi, el-Mektebetu’l-Ezheriyyetu li’t-Turas, Kahire 1992, s. 131.)
Murakabe; Allah Teala’nın, her şeye kâdir olduğunu yakinen bilmektir.
Murakabe; diz çöküp gözleri kapayarak dervişin Allah’tan gayrı herşeyi zihninden çıkarması ve Hakk’ın ilhamına vesile olmasıdır. (Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1994, s. 159.) Bu tanımlamayı ifade sadedinde Cüneyd-i Bağdadi murakabeyi bir kediden öğrendiğini söyler. Kedinin, fare deliğinin başında oturup kılı dahi kıpırdamaksızın, avını beklediğini gördüğü zaman, şöyle bir sesi duyar gibi olmuştur: “Ben senin matlubun olmakta, fareden aşağı değilim. Sen de benim talibim olmakla kediden dûn olma." (Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 159.) Cüneyd-i Bağdadi Allah’a ram olan kulun murakabesinin gerçekliğine dikkat çeker ve der ki: “Bir kimse murakabenin hakikatine ererse, başkasından değil, sadece Rabbi’nden alacağı nasibi elden kaçırmamak için kaygılanır.” (Kuşeyri, er-Risale, s.191.)
Murakabenin ne olduğuna dair Ebu’l-Abbas’ın sorduğu soruya Cafer b. Nusayr şu cevabı vermiştir: “Hak Teala’nın sana nazar etmekte olduğunu mülahaza ederek kalbine gelen her nevi düşünce ve havatırdan sırrını korumaktır.” (Kuşeyri, er-Risale, s.192.)
Murakabe eğitimi bizlere Allah’ın her zaman ve her yerde hazır ve nazır olduğu bilincini kazandırır. Murakabe dersiyle Allah’ın bütün hâl ve hareketlerimize vâkıf olduğunu idrak ederiz. Allah’ın huzurunda bulunduğumuz ve ilahî gözetim altında tutulduğumuz şuur ve idrakine bürünürüz. Allah’ın her an kalbimize nazır olduğunu düşünerek kalbimizde kötü şeylerin doğmasına fırsat vermeyiz. Murakabe dersiyle kalbimizi zararlı duygulardan korumaya çalışırız. Tasavvuf büyükleri bu hal üzerinde olduğumuz zaman, manevi âlemden çeşitli feyizlere nail olacağımızı dile getirirler. (Kuşeyrî, er-Risale, s. 189.)Necmeddin-i Kübra murakabenin feyiz beklemek anlamına gelişini eserinde şu şekilde ifade etmektedir: “Murakabe, bir ölü gibi kulun bütün kuvvet ve hareketi bir tarafa bırakmasıdır. Bu makamda olan salik, itaat ve amel-i salihle Allah’ın lütfunu ister, ilahî armağanları bekler. O’ndan başka bütün varlıklardan yüz çevirerek Allah’ın aşkının deryasına dalar. O’na kavuşmanın iştiyakını duyar, nihayet O’nun huzurunda şevke gelip ağlar. Sadece O’na güvenir ve O’ndan yardım ister. Bunun sonucunda Allah ona bir nur gönderir, rahmet kapılarını açar ve azap kapılarını kapatır. Bu nur sayesinde riyazet ve mücahedelerle yok edilemeyen nefs-i emmare bir anda ortadan kalkar.”(Necmüddin Kübra,Usulü Aşere- Risale İle’l-Haim-Fevaihu’l-Cemal-Tasavvufi Hayat, haz. Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, İstanbul 1980, s. 64-66.)
Ubeydullah Ahrar da murakabenin hakikatini bekleyiş olarak niteler. Ancak o bu bekleyişin hem ilahi feyzin gelişini gözetmek, hem de havatırı önlemek şeklinde olması gerektiğini vurgular.(Necdet Tosun, Bahaeddin Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarikatı (XII-XVII. Asırlar), İstanbul 2003, s. 314.)
Murakebe makamı bir denge eğitimidir. İçimizle dışımızın, ruhumuzla bedenimizin, dünyamızla ahiretimizin, bireysel ve toplumsal hayatımızın ahenge bürünmesidir.
Murakabe, bâtını aydınlatmaya yönelik bir çaba olmakla birlikte, dışa yansıyan yönleri de vardır. Bireyde vakar, temkin, ilme vukûfiyet, bâtının zahire aksedişidir. (Ahmet Cahid Haksever, XI. Yüzyıl Bir Türk Türk Sufisi Yakub-ı Çerhî, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, s. 173.) Murakabe makamının bu zahir ve bâtın dengesine dikkat çeken meşhur sufi Haris el- Muhasibi (ö.243/857), “Batınını murakebe ve ihlasla düzelten kimsenin zahirini Allah mücahede ve sünnete tabi olmakla süsler.” (Abdurrahman es-Sülemi, Tabakâtu’s-Sufiyye, thk. Nureddin Şeribe, 3. Baskı, Kahire 1986, s. 60.) buyurmaktadır.
Ebu Muhammed el-Ceriri (ö.321/933) tasavvuf yolunun iki ana çizgiye sahip olduğunu belirtir. Birincisi kişinin sürekli olarak nefsini Allah ile murakabe hâlinde bulundurması, ikincisi ise zahirini şeriat ilmi ile kaim kılmasıdır. (Kuşeyri, er-Risale, s. 191.) Sözlerinin devamında Ceriri, “Bir kimse kendisi ile Allah’ı arasında bulunan takva ve murakabe hâlini sağlamlaştırmazsa, keşf ve müşahede derecesine ulaşamaz.” (Kuşeyri, er-Risale, s. 192.) uyarısında bulunmaktadır.
Murakabe makamını Nakşibendiyyenin kalbi korumak anlamındaki “vukûf-ı kalbî” bağlamında izah eden Hace Alaaddin Attar (ö. 802/1399) murakabe ile nefy ü ispat zikri arasında kıyaslama yapar ve murakabenin daha üstün ve maksada daha yakın olduğunu belirtir. Attar’ a göre mülk ve melekûtta tasarruf sahibi olmak, havatırı def edip bâtını aydınlatmak murakabe ile mümkündür. (Safî, Ali b. Hüseyin Vaiz el-Kâsifi, ResahatuAyni’l-Hayat, trc. Mehmed Rauf Efendi, İstanbul 1291, s. 131.)
Murakabenin doğru yapıldığının alametini salikin ilahî emirlere uyması olarak gören Muhammed Parsa (ö. 822/1419), murakabenin devamlı olabilmesi için öncelikle dünyevi alakaların kesilmesi, nefse muhalefette sabırlı olunması ve gafil insanlarla sohbetten uzak durulması gerektiğini ifade etmiştir. (Tosun, Bahaeddin Nakşbend, s. 314.)
Konuyu murakabenin gerçek boyutunu, alametlerini ve hedeflerini özetleyerek özetlemek istiyorum. Gerçek murakabe, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme alışkanlığını elde etmeye çalışmaktır. Avamın murakabesi havf/Allah’tan korkmak emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münkeri gözetmektir. Havassın murakabesi ise, reca/ümit etmek ve kalbin Hak Teala’nın huzurunda huzur bulmasını arzulamaktır. (Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 159.)
Zünnun-ı Mısri (ö.245/859) murakabenin alametlerini; Allah Teala’nın tercih ettiğini tercih etmek, Allah Teala’nın büyük gördüğünü büyük görmek ve Allah Teala’nın küçük gördüğünü küçük görmektir şeklinde sıralamaktadır. (Kuşeyri, er-Risale, s. 192.)İbrahim en-Nasrabazi (ö. 367/977) murakabenin hedefini kişiyi hakikat mertebesine ulaştırmak olarak belirtirken, (Kuşeyri, er-Risale, s. 192.) Şah Kirmani (ö.270/883) gözümüzü harama bakmaktan korumak, nefsani arzularımıza kapılmamak, kendimize hâkim olmak, bâtınımızı sürekli olarak kontrol etmek, zahirimizi sünnete tâbi kılarak imar etmek, kendimizi helal yemeye alıştırmak ve feraset sahibi hâline gelmek murakabenin temel hedefleri olarak zikreder. (Kuşeyri, er-Risale, s. 428.)