Makale

Bir Adanış Yolculuğu: Rıhle

Bir Adanış Yolculuğu: Rıhle

Dr. İhsan Şenocak
DİB Samsun Aşık Kutlu
Eğitim Merkezi Müdürü

Allah Rasulü (s.a.s.), rahbanilerin yaşanmaz hâle getirdiği dünyaya rabbani öğrencileriyle müdahale etti; bütün muhatapları gibi havrayı da, kiliseyi de kulluktaki “asil duruşu” kuşanmaya çağırdı; “Rabbaniler olunuz.” (Âl-i İmran, 3/79.) ayetini tebliğ etti.
Sahabe, Kur’an-ı Kerim’i nasıl anlayacağını, nasıl yaşayacağını ve hayata nasıl tatbik edeceğini sünnetten öğrendi. Kimi ahir ömründe, kimi de hayatının en verimli döneminde Yesriblileri Medineli kılmak, İslam’la yaşadıkları güzelliği sair insanlarla paylaşmak için “Hicret Yurdun”dan yollara düştü. Bir şehirden diğerine ikamet niyetiyle değil, İslam’ı tebliğ etmek için gitti sahabe. Hicaz’dan dünyaya sünnet köprüsü kurdu. Roma’nın, İran’ın, Mısır’ın şehirlerine Medine’den, sadakat, adalet, iffet ve ilim aktı. Tabiun, sahabenin izinde yürüdü. Rahbaniler imha planları yaparken, onlar inşa için çalıştı. Her yerde hadis seferberliği başladı.
Sadırlar ilmi, hâller de Hakk’a teslimiyeti yüklendi. Yapılan rıhleler/seyahatler, ilmin ve irfanın olduğu kadar, Hakk’a teslimiyetin de vesikalarıydı. Sünneti yaşamak için öğrenenler, “Yaşayan Sünnet” oldu ve muhataplarına daha çok hâl diliyle konuştu.
Adanmış hayatlar
‘Kitap’ın doğru anlaşılması için sünnete yol açan âlimler büyük itibar gördü; bir şehre girerken ya da çıkarken sultanları imrendirecek kalabalıklar tarafından karşılanıp, uğurlandı. Ulu hocalar, ümmet yapısını diri tutan can gibi, kan gibiydi. Onların diğerkâmlığına meftun anneler Hz. Hanne gibi daha doğmadan çocuklarını Allah’a adadı. (Âl-i İmran, 3/35.) Muhammed b. İsmail el-Buhari (v. 256), Müslim b. el-Haccac (v. 261), Ebu Davud es-Sicistani (v. 275) bu adanışın meyveleriydi.
Sünnetin hafızı, medeniyetin muhafızı: Buhari
Buhari küçük yaşta önce babasını, sonra gözlerini kaybetti. Saliha bir kadın olan annesi bir gece rüyasında Hz. İbrahim’i (a.s.) gördü. İbrahim, annesine, “Ey kadın! Israrlı ve ihlaslı duaların vesilesiyle Allah Teala oğluna gözlerini iade etti.” dedi. Sabah olduğunda Buhari’nin gözleri görüyordu. (Zehebi, Siyer, XII, 393.) Anne, yavrusunun gören gözlerine karşı Rabbi’ne şükrünü, yavrusunu “ulema yoluna” teslim ederek gösterdi. Şehir şehir dolaştı, gün geldi kervanlar da onun adını taşıdı. Sika ravilere ulaşmasına ne yağmur, ne çamur ne de dağlar engel olabildi. Sanki ruhuna sünnet muhabbeti içirilmişti. Yollarda aç kaldı, susuz kaldı, üç gün ot yedi (Takiyyüddin Nedvi, el-İmamü’l-Buhari, 62.) fakat yorulmadı, usanmadı. Silsileye önem verdi, büyüklerin halkalarında müptedi gibi edeple oturdu. Görmediği kimsenin hadisini kabul etmedi. Gusül abdesti alıp iki rekât namaz kılmadan muhallet eseri “el-Camiu’s-Sahih”e hadis yazmadı. (Nedvi, age., 85.) 600 bin hadis içinden seçerek telif ettiği baş yapıtı için tam 16 yıl gecesini gündüzüne katıp çalıştı. Hayatı yollarda geçti; hanlarda, mescitlerde geceledi, “Bu kadar yeter” demedi. Gündüzü gibi gecesini de ilme adadı. Bir gece kandili söndürüp yatağa girince, aklına bir ibare geldi; kalktı, kandili yaktı, hadisi yazdı, yatağa girdi, başka bir ibare hatırına gelince, tekrar kalktı, kandili yaktı, hadisi yazdı, kandili söndürdü, tekrar yattı. Bu kalkış ve yatış gece boyu yaklaşık yirmi defa tekrar etti. (bkz. İbn Kesir, el-Bidaye, IV, 230.) Yazdığı her hadisin arkasında bir hatıra, her hatırada bir “hasret” bıraktı Buhari.
Endülüs’ten Bağdat’a irfan köprüsü
Anadan, yardan, serden geçen rabbani âlimler Endülüs’ü Bağdat’a, Buhara’yı Kurtuba’ya bağladı. Rıhleler, şehirden şehre, iklimden iklime ilim-irfan ağı oluşturdu. Sahih sünnetin hayatı yenilemesine ne zındıkların uydurduğu hadisler, ne de onların gönüllü işbirlikçileri engel olabildi. Bütün ravilerin hayatları kayda alındı. İlmin hatırına herkes sınandı. Kaç defa Şam’ın isnadı Irak’ın isnadına, Yemen’in isnadı Hicaz’ın isnadına karıştırılarak Buhari sorguya çekildi. (Zehebi, age., XIII, 411.) Her senedi ait olduğu metne ekleyerek cevap veren; isnatta, metinde hata yapmayanlar ayakta kalabildi. İmtihanlar, kimin Allah Rasulü’nden (s.a.s.) rivayet ettiğini, kimin de zındıklar hesabına hadis uydurduğunu ya da rivayete ehil olup olmadığını ortaya koydu.
Rabbaniler kadrosundaki Endülüslü
Rabbani âlimler kadrosuna eseri “Müsnet”le katılan Baki b. Mahled de adanmış ruhlardandı. İki defa batıdan doğuya yaya olarak rıhle yaptı. İlk yürüyüşü on dört, ikincisi ise yirmi yıl devam etti. (Fuat Sezgin, Tarihu’t-Türasi’l-Arabi, I, 238.) Hedefinde Bağdat’a varınca, “Müsned”i telif eden İmam Ahmed b. Hanbel’den hadis almak vardı. Bağdat yakınlarına varınca, İmam’ın ev hapsinde olduğunu öğrendi.
Baki b. Mahled, Bağdat sokaklarında Ahmed b. Hanbel’in evini aramaya koyuldu, yürekli bir Müslümanın “İşte şurası” dediği kapıya yöneldi, selam verdi. Ahmed b. Hanbel karşısında duran, tanımadığı adama bir müddet baktıktan sonra kim olduğunu sordu. Baki b. Mahled, “Ey Ebu Abdullah! (Ahmed b. Hanbel) Bu gördüğün adam yabancıdır. Bu şehre ilk defa geliyor. Esasında hadis talebesidir. Seyahatinin gayesi ise sizden hadis dinlemektir.” Ahmed b. Hanbel, ilim yolcusu olduğunu anladığı Baki b. Mahled’e evin içine geçişte kullanılan koridora girip gözden kaybolmasını, söyledi. İçerde, “nerelisin?” diye sordu. Baki, Endülüslü olduğunu söyleyince, “Ülken gerçekten uzak, senin durumunda olanların ilimle ilgili isteklerini karşılamaya yardımcı olmaktan bana daha hoş gelen bir şey yok. Ne var ki şu an -belki sizin de bilginiz dâhilindedir- büyük bir sıkıntı içerisindeyim.” dedi. Baki b. Mahled de ona, durumu bildiğini, şehre ilk defa geldiğinden kimse tarafından tanınmadığını, eğer izin verirse dilenci kıyafetiyle hadis dinlemek için kapıya gelip dilenciler gibi konuşacağını, Ahmed b. Hanbel’in de sadaka verir gibi şu an bulundukları yere çıkıp, kendisine her gün hadis rivayet etmesini, bu kadarına razı olacağını söyledi. Ahmed b. Hanbel, bu teklifi ders halkalarında ve hadis âlimlerinin yanında görülmeme şartıyla kabul etti. Baki, her gece eline bir değnek alır, bezle başını sarar, kâğıt ve diviti de elbisenin yenine koyar sonra İmam’ın kapısının önüne gelir, bölge dilencilerinin üslubuyla “el-ecr rahimekümullah” diye bağırırdı. O da çıkar, evin kapısını kapatır ona iki, üç ya da daha fazla hadis rivayet ederdi. (Ebu Gudde, Safahat, 50.)
Zamanla Baki b. Mahled’in parası bitti, sağlığı bozuldu, kaldığı han odasında yapayalnız ölüm meleğini bekler oldu. Onu, Bağdat’a dilenmek için gelen bir miskin zanneden hancı, kirasını alamayınca aracı Muhammed b. Said’e gidip, “İki yıldır hanımda kalıyor, şu kadar zamandır ücret de alamadım, buna rağmen hiçbir şeyden onu mahrum bırakmadım, azarlamadım, ‘Neden böyle yapıyorsun?’ demedim, bütün bunların karşılığında benim mükâfatım bu adam burada ölsün, tabutla handan kabre kaldırılsın, insanlar da, “Buraya giren sağ çıkmaz.” deyip, hanımı tercih etmesin ve ben her şeyimi kaybedeyim, iflas edeyim öyle mi? Bana bunu mu reva gördünüz? O kadar çöktü, açlık ve sıtma onu o kadar vurdu ki, hiçbir doktor artık ona çare olamaz. Akşama çıkarsa yarın sabaha varmaz, ölür bu adam, ölür. Acıyın bana, kurtarın beni, alın onu hanımdan.”
Muhammed b. Said dayanamayıp, “Hayır! Sen bu adamın kıymetini bilmiyorsun?” dedi. Hancı, “Bu miskinin de kıymeti mi varmış?” diye alay etti. Muhammed b. Said, “Evet! Hava kararınca Bağdat dilencilerinin kıyafetiyle handan ayrılan bu adam, Endülüs’ün bahçelerini, pınarlarını, nehirlerini terk eden, ailesinden, yerinden, yurdundan ayrılan, Afrika çöllerini aç susuz vur ha vur aşıp Bağdat’a doğru yürüyen bir hadis âlimidir. O, Bağdat’a malını satmaya ya da buraya servet kazanmaya gelmedi. Ulaşmayı arzuladığı ne bir makam, ne de nikâhlanmayı düşündüğü bir kadın için bu meşakkatlere katlandı. O, Bağdat’a Ahmed b. Hanbel’e öğrenci olmak için geldi.” Hancı, Ahmed b. Hanbel adını duyunca bir anda değişti, ses tonundaki öfke yerini merhamete bıraktı. Kini zail oldu, mahcubiyetten başı öne düştü. “Benim miskin zannettiğim adam bütün bu sıkıntılara Allah Rasulü’nün hadislerini kaynağından dinlemek için katlanan bir muhaddis öyle mi?” dedi.
- Evet!
Bağdat’ta zulüm miadını doldurunca iktidar değişti, Mütevekkil geldi, hürriyet kapısını Ahmed b. Hanbel için de açtı, “mihne” sona erdi. Ahmed b. Hanbel, ilim yoluyla oluşan karabetin bütün sılalardan daha güçlü olduğunu gösterme adına ilk olarak yatağa mahkûm öğrencisi Baki b. Mahled’i ziyaret etmek istedi, dışarı çıkınca hana doğru yöneldi. Ahmed b. Hanbel’i görenler arkasından yürüdü, dükkândan, evden çıkanlar öyle bir izdiham oluşturdu ki, sanki bütün şehir sokağa dökülmüş, hana doğru akıyordu. Kalabalığın çıkardığı toz bulutunu gören hancı da “ne oluyor?” diye sokağa çıktı, bir de ne görsün, Ahmed b. Hanbel Bağdat’ta bir han odasında ölümü bekleyen öğrencisi Baki b. Mahled’i ziyarete geliyor.
O gün Bağdat’ta dükkânlarda ne bir terzi, ne de bezzaz kalmıştı. İmam Ahmed b. Hanbel’i görmek isteyenler yürüye yürüye hanın önüne geldi. İmam, içeri girip selam verdi, Baki b. Mahled’e dua etti. Hürriyeti kastederek, “Bu günleri gösteren Allah’a hamd olsun.” dedi.
Bağdat o günü hiç unutmadı; han, ulemanın buluşma yeri oldu. Baki b. Mahled şifa buldu, Bağdat’ın ilim halkalarından aldığı hadisleri memleketi Endülüs’e taşıdı. (bkz. Ali et-Tantavi, Kısas mine’t-Tarih, 315-321.)
Baki, diğer ulu hocalar gibi “fakr-ı ihtiyari”yi tercih etti, ilim yolunda aç kaldı, ağaç yaprağı yedi, han odalarında ölümle dertleşti, sonraki kuşaklara hem muhallet bir eser bıraktı, hem de ilim uğrunda nelerden, nasıl vazgeçilebileceğini gösterdi.
Ümmet, içine düştüğü siyasi, iktisadi, içtimai krizleri, ilim yolcularının şehirden şehre taşıdığı ilim, irfan ve umutla aştı. Rıhleler, şehirler gibi yürekleri de birbirine bağladı. En sevdiklerini geride bırakarak yollara düşen ilim yolcuları, En Sevgili’nin (s.a.s.) hadislerini toplayarak müzmin tahrif hastalığının önünü kesti. Her asırda çok sayıda rabbani âlim yetişti.
Sahabenin farklı iklimlere taşıdığı hadisleri toplayan ilim yolcuları, hayata dağılarak yaşam şekli hâline gelen hadisleri kitaplara aktardı. Tarihteki rıhleleri doğuran sebepleri doğru analiz eden günümüz ilim talebeleri, bilginin sosyal ağlara kadar düştüğü bir zamanda aynı muhtevada rıhleler yapma yerine, ümmetin yüreklerini telif edecek kutlu seferler düzenlemeli. Şam’a Ankara’sız, Bağdat’a da İstanbulsuz yaşayamayacağını anlatmalı. İlim yolcularının sadırlarındaki ilim, hâllerindeki teslimiyet, ailelerindeki hasret, hayata çözüm, istikbale umut olmalı.
Muhaddisler, sahabenin hayata yazdığı hadisleri kitaplara aktardı. Asrın rahhalleri ise hayattan silinen sünneti, kitaplardan yüreklere taşımalı. İşte o zaman İbrahim b. Ethem’in, “Allah bu ümmetten belayı ashab-ı hadisin bereketiyle kaldırdı.” (Fethu’l-Muğîs, II, 86.) sözü, İslam dünyası için yeniden tecelli edecek.