Makale

Doğru Bildiğimiz Yanlışlarımız (Salebe (r. a.) Örneği)

Hikmet Penceresi

Mehmet Ali Aytekin
Amman Din Hizmetleri Ateşesi

Doğru Bildiğimiz Yanlışlarımız (Salebe (r. a.) Örneği)

Hulefa-i Raşidin devrinin sonlarında başlayıp gittikçe yaygınlaşan kıssacılık hareketiyle birlikte uydurma senetlerle oluşturulan asılsız pek çok rivayetin İslam toplumunda ne kadar şöhret bulduğu herkesin malumudur. Her ne kadar bu tür rivayetlerin uydurma olduğu, işin erbabı olan âlimlerimiz tarafından ortaya konulsa da yine bu rivayetler dilden dile nesilden nesile aktarılarak varlığını ve canlılığını devam ettirmiştir.
Ramazan ayı vesilesiyle gerek camilerde gerekse televizyonlarda Müslümanları bilhassa zekât ve sadaka gibi mali ibadetlere teşvik etmek maksadıyla vaazlar ve konuşmalar yapılır; konuyla alakalı kıssalar anlatılır. Anlatılan bu kıssalardan biri ve belki de en meşhuru Salebe kıssasıdır. Hani fakirliğinden dolayı birkaç defa Efendimize (s.a.s.) gelip mal mülk sahip olmak için dua isteyen; fakat her defasında, “Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü eda edemediğin çok maldan hayırlıdır.” denilerek geri çevrilen; ama sonunda duaya mazhar olup kısa zamanda Medine’ye sığmayacak kadar sürülere sahip olan; zekât zamanı gelince de “bu bir haraçtır/vergidir” diyerek sürülerinin içinden bir koyunu dahi Efendimizin (s.a.s.) gönderdiği zekât memurlarına veremeyecek kadar cimrileşip onları eli boş geri gönderen… meşhur kıssa. (Vâhidî, Esbabü’n-Nüzul, I/170-171; Taberi, Camiu’l-Beyan, XIV/370-371; Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, H. No: 7790, VII/246.)
Neredeyse tüm tefsir kitaplarımızda “İçlerinden ‘Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz’ diye Allah’a söz verenler de vardır. Fakat Allah lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler. Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için O da kalplerine, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar sürecek bir nifak soktu.” (Tevbe, 9/75-77.) ayetlerinin nüzul sebebi olarak ayrıntılı bir şekilde yer verilen bir kıssadır Salebe kıssası. Bu olaya, rivayetlerin sıhhati konusunda çok hassas olduğunu bildiğimiz muhakkik âlim İbn Kesir’in de tefsirinde yer vermesi (bkz. Tefsiru’l - Kur’ani’l - Azîm, II / 372 - 373.) muhtemelen birçoğumuzun zihninde rivayetin sıhhati konusunda şüpheye dahi mahal bırakmadı. Bundan dolayıdır ki farkında olmadan, masum bir insan, Bedir ashabından olan önemli bir sahabi fâsıklıkla, münafıklıkla itham edildi ve hâlâ edilmektedir.
Sahabe arasında Salebe isminde birçok kişi bulunmaktadır. İlgili rivayetlerde mezkûr kıssada bahsi geçen kişi Salebe b. Hâtıb olarak geçmektedir. Sahabeden bahseden biyografi, eserlerimizde pek çok sahabe hakkında verilmeyen bilgiler Salebe b. Hâtıb (r.a.) hakkında verilmekte; onun, Ensar’ın Evs kabilesinden olduğu, iki hanımından yedi çocuğunun bulunduğu, bunların isimleri, muhacirlerden Muattib b. Avf el-Hamra (r.a.) ile kardeşleştirildiği, annesi, babası ve kardeşleri, Bedir ve Uhud harbine katıldığı gibi ayrıntılı bilgileri görmekteyiz. (İbn Sad, et-Tabakâtü’l-Kübra, III/460; İbn Hibban, es-Sikât, Trc. No: 155, III/46; İbn Abdilber, el-İstiab, I/63.) Bu da bize esasında Salebe’nin (r.a.) sahabe arasında bilinen, meşhur bir kişi olduğunu göstermektedir.
Bu kadar meşhur olan bir sahabi hakkında anlatılan hikâyenin temel hadis kaynaklarında yer almaması, hikâyenin anlatıldığı tali kaynaklardaki isnadınında ilk dört dönemde haber-i vahit (tek kişinin haberi) seviyesinde kalması bu rivayetin sıhhatinde ciddi şüpheleri beraberinde getirmektedir. (Rivayetin isnadının tahlili için bkz. Paksoy, Kadir, “Salebe Hadisinin Senet ve Metin Açısından Tahlili”, HTD, 2004, II/2, s. 65-67.) Senedinde bulunan bazı ravilerin, cerh-tadil âlimleri tarafından eleştirilip bunların rivayet ettiği hadislerin ileri derecede zayıf, metruk hatta münker olduklarını ifade etmeleri (Buhari, et-Tarihu’l-Kebir, Terc. No: 2470, VI/301 ve ez-Zuafaü’s-Sağir,Trc. No: 267, I/99; el-Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, Terc. No: 11047, VII/32; Ukayli, ez-Zuafa, T. No: 1259, III/254; Zehebi, el-Muğnifi’z-Zuafa, T. No: 4358, II/457.) şüpheleri derinleştiren ikinci bir husustur.
İçerik olarak da birçok çelişkiyi ihtiva etmektedir Salebe kıssası. Belki de senetten ziyade muhtevasının üzerinde durulması ve içerisindeki bilgilerin İslam’ın temel prensip ve esaslarına göre değerlendirilmesi gerekir bu hikâyenin. Nitekim rivayetin batıl olduğunu söyleyen âlimler özellikle hikâyenin muhtevasına vurgu yapmışlar ve bunun: a) Allah (c.c.) “Onların mallarından zekât al…” (Tevbe, 9/103.) buyurduğu hâlde Peygamber Efendimizin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in, kendi elleri ile zekâtını getirip teslim eden bir Müslüman’ın zekâtını kabul etmemelerinin hem bu ayetteki emre hem de zekât konusunda onlardan bize intikal eden uygulamalara muhalif olduğunu; b)Bir Müslüman’ın günahı ne kadar çok olursa olsun günahlarından tövbe ettiğinde tövbesinin kabul edileceği ve tövbe eden bir Müslüman’ın da hiç günah işlememiş gibi olduğu İslam’ın temel bir prensibi iken, hikâyeden, hatasını anlayıp pişmanlık duyan ve tövbe eden Salebe’ye karşı Hz. Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer efendilerimizin bu prensip çerçevesinde hareket etmediklerinin anlaşıldığını; bunun da İslam’a aykırı olduğu için onlar hakkında düşünülemeyeceğini ifade etmişlerdir. (İbn Hazm, el-Muhalla, XI/208; Mecelletü’l-Buhusi’l-İslamiyye, 38/196-197; Reşid Rıza, Tefsir-i Menar, X/484; Paksoy, agm., s. 75-76.)
Hikâyeden, çok fakir olan Salebe’nin Peygamberimizin duası ile birkaç koyunedinmesi ve kısa zamanda koyunların tırtılların üremesi gibi üreyip çoğalması; sürülerinin çokluğundan dolayı Medine’ye sığmayıp bir vadiye taşınmak zorunda kalması gibi birtakım gelişmelerin hicretin biri ile dokuzuncu yılları arasında meydana geldiği anlaşılmaktadır. Salebe’nin birkaç koyundan -en geniş zaman aralığını kabul ettiğimizde- dokuz yıl gibi kısa bir zamanda vadilere taşan sürülere sahip olması akıl ile izah edilebilir bir şey değildir. Bunun, Efendimizin (s.a.s.) duasının bereketi ile mucize olarak meydana geldiğini kabul edelim; o takdirde bu mucizenin Efendimizin meşhur bir mucizesi olarak temel kaynaklarımızda zikredilmesi gerekmez miydi?
Salebe’nin (r.a.) Tebük seferine katıldığını (bkz. Vakıdi, Meğazi, III/1003.) göz önünde bulundurduğumuzda bu kadar çok sürüsü olan ve zekâtını veremeyecek kadar dinî duyguları körelmiş olan bir kişinin çok sevdiği mallarını bırakarak zor şartlarda yapılan bu sefere iştirak etmesi zihinleri meşgul eden diğer önemli bir husustur. Şayet Salebe münafık olsaydı, zor şatlarda yapılan Tebük seferine katılmayan münafıkların ileri sürdüğü mazeretlerden daha fazlasını, hem de yalana başvurmadan rahatlıkla beyan eder ve savaşa katılmazdı.
Efendimiz (s.a.s.) Mekke’nin fethi için hazırlıkları son derece gizli tuttuğu hâlde sahabenin ileri gelenlerinden Hâtıb b. Ebi Beltea (r.a.) bunu müşriklere haber vermek için gizlice teşebbüste bulunmuştu. Onun bu teşebbüsü gelen vahiy ile bildirilince, “Ya Rasulallah! Müsaade buyurursan bu münafığın kafasını koparayım” diye Hâtıb’ı öldürmek için izin isteyen Hz. Ömer’e Peygamberimiz “Ömer! O, Bedir savaşına katıldı. Allah’ın Bedir Savaşına katılanlara rahmet nazarı ile bakıp ‘Bundan böyle istediğinizi yapın, sizi bağışladım/cennet size vacip oldu’ dediğini biliyormusun?” buyurarak Hâtıb’ı affetmiş ve onun cezalandırılmasına fırsat vermemişti. (Buhari, Meğazi, Bab: 9 ;İsti’zan, Bab: 23; Müslim, Fedailü’s-Sahabe, Bab: 36; Ebu Davut, Cihad, Bab: 108; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, Bab: 60 ; Müsnedü Ahmed, H. No: 600, I/79.) Yine Hatıb’ın (r.a.) yaptığı bu casusluk girişiminden dolayı onun cehennemlik olduğunu iddia eden bir kişinin sözünü duyduğunda da Efendimiz (s.a.s.) “Yalan söylemiş! Çünkü Allah Bedir harbine ve Hudeybiye musalahasına katılanları cehenneme atmayacaktır.” şeklinde mukabelede bulunmuştur. (Tirmizi, Menakıb, Bab: 59; İbn Mace, Zühd, Bab: 33; Müsned-ü Ahmed, H. No: 14524, III/325; Sahih-u İbn Hibban, H. No: 7120, XVI/59.) Esasında Hatıb b. Ebi Beltea’nın (r.a.) yaptığı ile Salebe’nin (r.a.) farzımuhal yaptığı mukayese edildiğinde Salebe’nin affedilmesini anlamak oldukça zorlaşmaktadır. Ayrıca mezkûr ayetlerin Salebe hakkında nazil olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, sahih bir şekilde Bedir ashabı ile alakalı olarak gelen bu rivayetlerle 77. ayet arasında bir çelişki ortaya çıkmaktadır. (Kurtubi, VIII/180.)
Tevbe suresinin son iki ayeti dışında diğer ayetler hicretin 9. senesinde nazil olmuş; zekât ise hicretin 2. senesinde farz kılınmıştır. Rivayette Peygamber Efendimizin, “Onların mallarından zekât al…” (Tevbe, 9/103.) ayeti nazil olunca zekâtları toplamak üzere iki kişiyi görevlendirdiği belirtilmektedir. Zekâtın hicretin ikinci senesinde farz kılındığına ve bu ayet de hicretin dokuzuncu senesinde nazil olduğuna göre, bundan, ya Efendimizin farz olan zekâtları önceki seneler toplatmadığı ya da Salebe’nin önceki seneler zekâtını verdiği anlaşılır ki her iki durumda da kıssa ile alakalı ciddi problemler ortaya çıkar.
Salebe rivayetinin nüzul sebebi olarak gösterildiği “…Allah lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler.” (Tevbe, 9/76.) ayet-i kerimesindeki siyganın cemi (çoğul) olması dikkatleri celbeden önemli bir husustur. Şayet bu ayet sadece Salebe ile alakalı olsaydı siyganın müfret (tekil) olarak gelmesi nüzul sebebine uygunluk arz ederdi. Hemen sonrasında gelen “Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da kalplerine, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar sürecek bir nifak soktu.” (Tevbe, 9/77.) ayeti de burada bir tek kişiden ziyade birçok kişiden bahsedildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Cenab-ı Hak Tevbe suresinde özellikle 42. ayet-i kerimeden itibaren surenin sonuna kadar münafıklardan ve onların genel karakteristik özelliklerinden bahsettiği için birçok müfessirimiz mevzu bahis olan ayetlerde yine münafıkların karakteristik özelliklerinden bahsedildiğini ifade etmektedir. (Tefsir-i Said b. Mansur, III/344; Taberi, XIV/369; Tefsir-i ibn Ebi Hatim, VI/1846; Kurtubi, VIII/180; R. Rıza,Menar, VIII/170.) Dolayısıyla bu ayetlerin, münafıklar hakkında nazil olduğunu söyleyen müfessirlerin görüşleri tercih edildiğinde birçok problem ortadan kalkacaktır.
İsmet sıfatının sadece peygamberlere mahsus olduğunu hepimiz biliriz. Bu yazıyı sahabeyi temize çıkarma gibi bir saikle ele almadık; ancak oldukça yaygın olan Salebe rivayetinin sıhhat derecesine ve kendi içindeki birtakım çelişkilere işaret ederek sonuca varmaya çalıştık.