Makale

Emniyet İmandan Barış İslâm'dan

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi


Emniyet İmandan
Barış İslâm’dan

Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurdular: "Müslüman, insanların dilinden ve elinden salim olduğu, mümin ise, insanların canları ve malları hususunda emin olduğu kimsedir." (Tirmizi, İman 12; Ne- sâî, İman, 8)
İman, mümin, emîn, eman, emanet, emniyet hepsi aynı Arapça kökten gelen ve ortak anlam alanına sahip kelimelerdir. Emniyetin zıddı korku, emanetin zıddı hıyanet, imanın zıddı küfür ve yalanlamadır. "İman etti" anlamına gelen "âmene" fiili aynı zamanda "korkudan emin oldu" demektir. (Ibn Manzur, Lisanu’l-Arab, 1-15, "emine" mad., 13/21) Onun için Cenabı Hak, Kureyş suresinde; "ve âmenehum min havf" buyurarak Kureyş Kabilesini korkudan emin kıldığını ifade etmiştir. Allah’ın güzel isimlerinden biri olan "El-Mümin", güven veren ve va’dine güvenilen bir yaratıcıyı bize tanıtır. O’na iman etmek, insanı bütün korkulardan emin kılar. Onun için mümin hem güven içindedir hem de başkasına güven verendir, işte sevgili Peygamberimiz, yukarıda anlamını verdiğimiz hadislerinde bu noktaya dikkat çekmiştir. Yani, Allah’a inanan mümin aynı zamanda diğer insanların kendisine güven duydukları, mal, can ve namusları konusunda emin oldukları kimsedir. Bu, Allah’a imanla birlikte doğal olarak kazanılan ve ölene kadar müminden ayrılmaması gereken bir niteliktir. Nitekim, ümmeti olmakla şeref bulduğumuz yüce elçinin, dost-düşman herkes tarafından kabul edilen ayırt edici özelliği de onun, "Muhammedü’l-Emin" (güvenilir Muham- med) olmasıdır.
"İslâm" ve "müslim" kelimelerinin kökü olan "selime" fiili de Arapça’da çok geniş bir anlama sahiptir. Selâm, selim, salim, selamet, teslim bu kökten türeyen kelimelerden bazılarıdır. "Es-Selâm", yüce Allah’ın güzel isimlerindendir ve O’nun her türlü noksanlık ve kusurdan salim, herkese esenlik ve selamet veren bir yaratıcı olduğunu ifade eder. Kelimenin asıl anlamı, selamet ve afiyette, barış ve esenlik içinde bulunmak demektir.
Onun için cennete "Dâru’s-Se- lâm" (kötülüklerden, musibetlerden kurtuluş yurdu) denilmiştir. Cahiliye Arapları, "selamün aleyküm" tabirini selâmlaşma da yaygın olarak kullanmasalar da, "aramızda bir savaş yok" anlamında barış sloganı olarak kullanıyorlardı. (Lisanu’l-Arab, "selime" mad., 12/289) islâmi- yetle beraber bu selamlaşma tarzı adeta Müslümanlarla özdeşleşmiş, sevgili Peygamberimiz de, "aranızda selâmı yayınız" (Müslim, İman, 93), "...tanıdığınıza da tanımadığınıza da selam veriniz" (Buhari, Isti’zan, 8) buyruklarıyla hem selâmlaşmayı hem de bu yolla barışı yaygın ve sürekli hale getirmeyi amaçlamıştır.
Açıklamaya çalıştığımız hadiste de Hz. Peygamber, kelimenin temel anlamını dikkate alarak, "Müslümanı, herkesin elinden ve dilinden salim olduğu kimse" olarak tanımlamış, böylece ismin müsemma ile tam bir uyum içinde olduğunu göstermek istemiştir. Çünkü Cenabı Hakk’a ve kutlu elçilerine inananlara "Müslim" (Müslüman) ismini veren bizzat yüce Yaratıcıdır. (Hacc, 78) Allah’a teslim olan, Onun buyruklarına boyun eğip hoşnutluğunu amaç edinen Müslüma- nı bundan daha veciz bir şekilde tanıtmak herhalde mümkün değildir. Bu tanımda iman ve salih amel iç içedir ve bu ikisinin ortaya çıkardığı değer "takva" dır. Muttaki Müslümanın sahip olduğu ve çevresine kazandırdığı olumlu değerlerin başında ise güven ve barış gelir.
Hayatı ve ölümü kimin daha iyi amel yapacağını sınamak için yaratan (Mülk, 2), bu sınavı geçmeden, sadece iman ettik demekle insanların kurtulamayacağını bildiren (Ankebut, 2) Yüce Allah, mümin ve Müslümanlığın içi boş bir niteleme olmadığını bize hatırlat maktadır. Nasıl mümin ve Müslüman olunacağının örneğini, yaşayarak bize gösteren O’nun elçisi de, yaşadığı toplum içerisinde güven ve barışın simgesi olmuştur. Onun için, kendisine en büyük kötülükleri yapanları bile affetmekte tereddüt etmemiş, kimseye karşı kin ve intikam hissiyle davranmamıştır. Onun şiddet kullanmak zorunda kaldığı tek yer savaş meydanlarıdır. Ancak burada da, kadınların, çocukların, yaşlıların, din adamlarının korunmasını, insanlara işkence yapılmamasını ve çevreye zarar verilmemesini istemiştir. Hendek Savaşının en kritik safhasında anlaşmayı bozup Müslümanları arkadan vurmaya kalkışan Kurayza Yahudilerine verilen ceza bir yana bırakılırsa, on yıllık Medine döneminde yapılan savaşlarda, her iki taraftan ölen insanların toplam sayısı dört yüz kadardır. İşte bu, alemlere rahmet olarak gönderilen (Enbiya, 107) bir Peygamberin, görevini, mümkün olduğu ölçüde barış içinde ve kimseyi incitmeden yerine getirme titizliğinin bir göstergesidir. O, bu titizliği ümmetine de tavsiye etmiş, adıyla ve öğretisiyle barışı temsil eden bir dinin münfesihlerinin, güven veren ve güven duyulan kişiler olarak bütün dünyada barış elçileri olmalarını arzulamıştır. Haksız yere bir insanı öldüreni bütün insanları öldürmüş, bir insanı hayata kazandıranı bütün insanlara hayat vermiş kabul eden (Maide, 32) bir Yaratıcının elçisinin ideali de bundan başkası olamaz. Şiddetin yüceltildiği bir dünyada, sadece söylemden ibaret bir sevgi ve barış gösterisi yerine, bağrından binlerce gönül erleri yetiştirmiş j bir medeniyetin mensupları olarak, gerçek barış ve selametin İslâm’da olduğunu göstermek hepimizin görevidir.