Makale

Medeniyet Kervanıyla Hakikate Yolculuk

Yard. Doç. Dr. Ahmet Albayrak
Rize Üniv. İlahiyat Fak.

Medeniyet Kervanıyla
hakikate
yolculuk

Hepimiz Allah’a gidiyoruz... Medeniyet kervanı içerisinde bir nefer olarak o yüce makama doğru yükselirken, etrafımızdakilerle veya geriden geleceklerle tecrübelerimizi paylaşmak, insan için en soylu davranışlardan biridir. Ortaya koyduğumuz değer, hakikatin bir yansıması ise mutlaka bir takipçisi olacaktır. Takipçilerin sayılarının artmasını arzu etmeli ve cennet misali engin huzur ve barış deryasında sonsuzluğa kanat açmalıyız.
"Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz." (Bakara, 156) Her şeyi yaratan ve her şeye gücü yeten O değil mi? Herkesi varması gereken menzile götüren O değil mi? Hangi coğrafyada olursa olsun, insan olarak yaptıklarımızda O’ndan bir iz yok mu?
Din, medine (=şehir) ve medeniyet kavramları arasında hem etimolojik yani kelimenin kökü açısından, hem de semantik yani anlam açısından ortak bir payda vardır. Kelime ve anlam tahlilleri ile okuyucuyu yormak istemediğimizden bu konuda belli noktalara vurgu yapmakla yetineceğiz.
İslam, İlâhî kaynaklı diğer bütün dinler gibi, hem dindir, hem de medeniyettir. Bir dinin gerçek din olması, her şeyin orijini olan hakikatten beslenmesi ölçüsündedir. Hakikati meydana getiren temel varlık Allah’tır. Aynı zamanda Allah (c.c.), varoluşun en derûnunda ve en görünenindedir. Dolayısıyla hakikat ve hakikatin formu olan din bir yönüyle, yeryüzünde insanla mücessem hale gelmektedir. Bu durumda insanın, İslam Medeniyeti’ni meydana getiren temel öge olduğu ortaya çıkmaktadır.
İlâhî kaynaklı her dinin bir medeniyeti vardır ve her medeniyet kendi ahlâk, inanç ve sanat değerlerini yansıtan şehirler kurar. Bir şehre baktığınızda, ona vurulmuş mührün rengine göre medeniyetini ve tarihini anlayabilirsiniz. Bu yaklaşımda dikkat etmemiz gereken nokta, bir medeniyetin en önemli göstergelerinden olan şehirler, insan eli ile kurulduğundan, insan, dinden ve dolayısıyla hakikatten uzaklaştıkça şehirlerin ve medeniyetlerin renkleri de ya koyulaşmakta ya da açılmaktadır. Dünyanın neresinde yaşıyor ve hangi dinî geleneğe sahip olurlarsa olsunlar insanlar, dinlerin kaynağı olan hakikate doğru yaklaşmaya başladıkça da çemberin merkez noktasında, tek bir ilke, tek bir duygu, tek bir varlık etrafında toplanmış olacaklardır.
Bu merkezde farklı tarihî ve kültürel kimliğe sahip insanlar bir araya geldiklerinde bilgi ve hikmet alışverişiyle aynı irfanı paylaşmazlar mı? Pergel metaforundan hareket edersek, sabit ayağın durduğu noktaya ulaşmanın sevinciyle bu insanların önceden -varsa- birbirlerine karşı duydukları kin, kıskançlık gibi duyguları kalır mı? Hakikatin tezahürlerinin bütününe veya parçacıklarının bir kısmına sahip olan bir medeniyeti, mimarî yapısıyla, mûsikîsiyle, insanlararası ilişki biçimiyle yaşayan insanlar, medenîleşmiş olmanın verdiği huzur ve sükûnet içerisinde iken, bu parçaların özünde birleşmiş olmanın coşkusuyla barış kavramının derinliğini idrak etmiş olmazlar mı?
"Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar." diyen Mehmet Âkif, medeniyet kavramının bütününe değil, insanın maddî zenginlik, dış güzelliği ve azgın nefis arzuları içerisinde yüzüp hayvanlaşması şeklindeki açılımına karşı çıkmıştır. Medeniyetin güzellikleri daha çok manevîdir ve insanın ruhunda tecelli eder. Gönül zenginliği, ruh inceliği, farklı bakış açısına sahip olmak, taklitçilikten uzak kalmak, başkalarının yaşam hakkını tanıyıp kabul etmek ve düşene elini uzatıp kaldırmak, bu güzelliklerden birkaçıdır.
"Medeniyet, insanı sadece fizikî ya da fizyolojik ihtiyaçlarına cevap veren bir sistem olmakla kalmaz, aynı zamanda manevî, ahlâkî, metafizik ve kültürel ihtiyaçlarını da karşılamak amacı taşır, insanı bütün cepheleriyle ele alır." Görülmektedir ki "medeniyet, hayatımızın her safhasında, duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımızla karşılaştığımız bütüncül bir olaydır. Yani, her an, her hareketimiz medeniyetle ölçülür, medeniyetle tartılır ve medeniyetle değerlendirilir. Onunla değiştirilir, onunla yaşar, onunla devam eder ve onunla değer kazanır. Düşüncelerimiz, duygularımız, eserlerimiz, hayatımız, hayat tarzımız, ahlâkımız, hepsi medeniyet hadisesine dahildir." (S. Karakoç)
Maddeye şekil veren, onun kokladığımız veya hissettiğimiz havasını oluşturan ruh, yani merkezdeki gerçeklik ve fazilet bozulursa, Jean Izoulet’in de vurguladığı gibi, organizmadaki dayanışma ve derin birlik yüzünden dışa ait gerçeklikler ve faziletler de bozulmakta gecikmezler.
Bu bozulmanın önlenebilmesi için, medeniyetin iç ve dış güzellik unsurlarını birlikte yaşamalıyız. Hepimizin ortak fıtrî gerçekliğimizde buluşabilme- miz ve böylece barışa ulaşabilmemiz için, birbirini tamamlayan şu dört boyutu hayatımıza kapsamlı olarak uygulamamız gerekmektedir: Gerçeği yakalayabilmemiz için zihinsel boyut; güzelliği idrak etmek ve onu yaşayabilmek için estetik boyut; iyiliklerimizi çoğaltmak için ahlâkî boyut ve değişik dünyalar arasında uyum ve düzeni sağlamak için ruhsal boyut. Hayatımızı bütün yönleriyle zenginleştirecek sırlar, işte bu boyutlarda gizlidir.
Bahsettiğimiz boyutlar arası ilişkiler nasıl düzenlenecektir? Cevabını Muhammed ikbâl veriyor: Öncelikle aşkla! Yüce Yaratıcı’ya, Yüce Peygamberine ve bütün peygamberlerine, Müslümanlara ve Sevgili Yunus’un da dediği gibi O’nun yaratmasından ötürü bütün yaratılmışlara duyacağımız aşkla! Böylece bizler sadece insanlarla değil, yaratılmış olan her şeyle, hayvanat ile, nebatat ile de barış ve uyum içerisinde yaşayacağız. Bizim gibi her varlığın aşktan nasibi olduğunu idrak etmek, her varlığa saygı duymanın önemli bir basamağıdır. Bu hakikat merdiveninin sonsuz basamaklarında yol alan kutlu âşıklar kervanına katılıp adım adım yükselirken, kervanda yer alan diğer insanlarla kaynaşmış olmaz mıyız? işte bu birleşmeden, birbirine kaynaşmış benlerin ortak ruhu olan medeniyet neşet etmektedir. Diyebiliriz ki gerçek medeniyet, farklı coğrafyalarda yaşayan inançlı insanların birbirlerine sevgi ve saygı içerisinde oluşturdukları büyük bir platformdur.
Medeniyetler arası etkileşimin en bariz örneklerini tarihimizde sıkça bulabiliriz. Meselâ İslâm klâsiklerinin, Rönesans sonrası Batı sanat ve edebiyatında derin izler bıraktığı bilinmektedir. Karakoç’un tespitlerine ve öngörülerine göre Dante, Mearri ve İbn Arabî’den etkilenmiştir. Louis Gillet de Dan- te’nin bütün doğu nakillerini çok iyi bildiğini söylemektedir. La Fontaine’in masallarında Kelile ve Dimne, Gülistan, Bostan ve benzeri eserlerin etkisi vardır. Romeo ve Juliet, Leyla ile Mecnun’un batıya uyarlanmış bir türüdür. Faust’da Salaman ile Ab- sal’ın izlerine rastlanır. Yine Karakoç’a göre, klasik müziğimizin klâsik Batı müziği üzerindeki etkileri, süsleme sanatlarındaki İslâm medeniyeti etkisi ve nihayet soyut, nonfigüratif resme İslâm sanatlarının etkisi hemen görülecek kadar bellidir.
Biz hızla, hem yüzeyden hem de yüzeye göre devinimi çok daha güçlü bir biçimde derinden akan bir nehrin içindeyiz. "İnsanoğlu, geleceği repertuarda, geçmişi kimlik dosyasında tutan ve gölgeyi geçmişten, ışığı gelecekten alan bir şimdiki zamanla hayatını taş taş ören bir kader mimarıdır." Bir başka ifadeyle insan, geçmiş ile gelecek arasında âdeta bir köprü gibi durmakta ve sadece kendi coğrafyasına değil, bütün insanlığa hitap edecek bir tarih olgusu içerisinde misyonunu yerine getirmektedir.
Dünyanın değişik yerlerinde kadîm medeniyetlerden beslenen bu insanların her biri hissettiğini, düşündüğünü, yapıp ettiğini, herkesin faydalanabilmesi için aynı masaya koyduğunu bir düşünün! Masanın etrafında oturan bizler, bu muhteşem maddî ve manevî zenginlik deryasında coşkuyla kendimizden geçebiliriz. Aynı zamanda bizlere ulaşan bilgi, kültür ve irfan birikimlerinden dolayı ilgili kişilere müteşekkir ve minnettar kalabiliriz.
Hepimiz Allah’a gidiyoruz... Medeniyet kervanı içerisinde bir nefer olarak o yüce makama doğru yükselirken, etrafımızdakilerle veya geriden geleceklerle tecrübelerimizi paylaşmak, insan için en soylu davranışlardan biridir. Ortaya koyduğumuz değer, hakikatin bir yansıması ise mutlaka bir takipçisi olacaktır. Takipçilerin sayılarının artmasını arzu etmeli ve cennet misali engin huzur ve barış deryasında sonsuzluğa kanat açmalıyız.