Makale

Kur'an Kursunu Eleştirmek

Prof. Dr. M. Şevki Aydın
Diyanet işleri Başkan Yardımcısı

Kur’an Kursunu
Eleştirmek

Eleştiri kültürü gelişmemiş bir toplumuz, diyebiliriz. Bu yüzden, eleştirinin ne olduğu, nasıl yapılacağı, ona nasıl yaklaşılacağı ... konularında yeterince bilgi ve fikir sahibi olmadığımızı söyleyebiliriz. Gerçekte bizde eleştiri pek yapılmaz. Eleştiri adına saldırılır, hakaret edilir, ithamlarda bulunulur, bazan bunlar iftira boyutlarına varır; ya da tam tersi yol izlenerek serapa övgüler dizilir.
Esasen eleştiri, bir tutumu, bir davranışı, bir olguyu, bir olayı, bir eseri... anlamaya, değerlendirmeye yöneliktir. Eleştiri ile, gerçeklikleri bulmak, onları gözler önüne sermek amaçlanır. Serimlenen bu gerçekliklerden ilgili kişiler/kurumlar yararlanırlar. Bu nedenle eleştiri, ilgili kişi veya kurum için yol göstermedir, katkıdır, iyiliktir. Haliyle, eleştiri yapana kırılmak şöyle dursun, sadece teşekkür etmek, minnettar kalmak gerekir.
Buna karşın bizde eleştiri yapılırken genelde ilgili olgu, eser, tutum ve davranışların değerlendirilmesi yerine bunların üzerinden ilgili oldukları kişiler veya kurumlar hedef alınır. Konu değişir; kişiler ve/veya kurumlar asıl konu oluverir. Bu da, genelde ilgili kişi ve/veya kuruma ilişkin övgü veya yergi bildirimine dönüşür. Sonuçta iş, nesnellikten alabildiğine uzaklaştırmaktadır.
Bu her iki yaklaşım biçimiyle eleştiri adına yapılanlar, hiç kimsenin işine yaramamaktadır. Çünkü övgüye dönüşen sözde eleştiri, ilgili kişiye/kuruma hiçbir katkı sağlamadığı gibi, belki onun mevcutla yetinme kararı alarak kendini geliştirme, kendini yenileme düşüncesini yok etmesine de yol açabilir. Böylece ona büyük bir kötülük yapmış olur. Sövgüye, ithama, saldırıya dönüşen eleştiri ise, söz konusu olan eser, tutum, davranış ... dolayımında kişi veya kurumun varlığını hedefe koyduğu için o kişi veya kurumun kendiliğinden savunma refleksiyle karşı duruş takınmasına sebep olur. Bu savunmacı tutum, karşıtlık oluşturmak suretiyle asıl üzerinde durulması gereken hataların devre dışı bırakılmasına, ilgi alanının dışına itilmesine neden olur. Böylece ilgili hatalar üzerinde düşünme, onları irdeleme, sorgulama ve neticede onları düzeltme önlemlerini alma imkanı ortadan kalkar, iş, saldırı-savunma ve karşı saldırı-savunma şeklinde bir çatışmaya dönüşebilir. Bu da, kişi ve kurumların gelişmesi şöyle dursun mevcut durumunu korumasını bile önler; çünkü artık bütün enerji çatışma uğruna harcanacaktır.
Daha fenası, eleştiri adına söylenenlerle asıl neyin amaçlandığının zaman zaman anlaşılamaması durumuyla karşılaşılmasıdır. Asıl amaç, adeta saklanmakta veya ikinci plana itilmiş gibi bir manzara ortaya çıkmaktadır. Haliyle, son derece karmaşık, muğlak bir tablo ile karşı karşıya kalınmaktadır. Böylece sorun iyice çözümsüzlüğe mahkum edilmekte, çıkmaza girilmektedir. Bu ortamda muhatapların gerçekliklerin farkına varma imkanları dinamitlenmekte; şaşırtılmaktadırlar. Artık onlar, gerçeklere göre kendilerine yeniden bir çeki düzen verme çabası içine girememektedirler.
Eleştirinin neliği ve nasıl yapılacağı konusundaki bu yetersizliğimiz ve yanlış yaklaşımımız, ister istemez eleştiri alma ve o doğrultuda davranış değiştirme yeteneğimizi de dumura uğratmış durumdadır. Hem kişiler hem de kurumlar için durum budur. Genelde eleştiriye karşı olumlu tutum takınmayan, ondan hoşlanmayan, hep pohpohlanma bekleyen bir anlayışın boyunduruğu altına girdiğimizi söylemek sanırım abartı sayılmaz.
Kişiler ve kurumlar olarak sürekli kendimizi yenileyip geliştirmemizin önündeki en önemli engellerden biri, işte bu eleştiri alma hususundaki olumsuz anlayış ve tutumumuzdur. Çünkü kişisel ve/veya kurumsal gelişmenin, olgunlaşmanın, ilerlemenin olmazsa olmaz şartlarının başlıcaları arasında, eleştiri alabilmek ve ondan yararlanarak davranış değiştirebilme/kazanabilme bulunmaktadır.
Eleştiri bağlamında Kur’an Kurslarının başına gelen durum da tastamam böyledir: Resmi kurum olarak Kur’an Kursları sık sık basında konu edilmekte, tartışılmaktadır. Bunların arasında eleştiri niteliğinde yazı ve açıklama, hemen hemen yok gibidir. Genelde, kimileri saldırma refleksiyle görüşlerini açıklarken diğerleri de bunlara karşı çıkma adına salt savunma amacıyla yola çıkmaktadır. Saldıranların da savunanların da bütün çabaları, genelde doğrudan Kur’an Kurslarının varlığı, meşruiyeti noktasında yoğunlaşmaktadır. Üstelik, bu konuda da çok ciddi yaklaşım hataları ve bilgi yanlışları bulunmaktadır. Devletin bu kurumunun sorunları, olumlu ve olumsuz yönleri, işlevleri, yürütmekte olduğu eğitim sürecinin nitelikleri, ürünlerinin yeterlikleri, insanımızın ihtiyaç ve beklentilerine ne ölçüde cevap verebildiği vb. hususlar onların gündeminde pek yer alamamaktadır. Bunlar, adeta onların umurlarında değildir.
Daha kötüsü, zaman zaman tamamen başka bir takım amaçlara Kur’an Kursu üzerinden ulaşmaya çalışılmasıdır. Söz gelimi, günübirlik ideolojik çıkışlarda Kur’an Kursunu malzeme edinmek, rakipleri bu kurum üzerinden vurmaya kalkışmak, onu köşeye sıkıştırmak, vb. çok ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Yer yer, tamamen ideolojik nitelikli bir yazının/açıklamanın içeriği Kur’an Kursu ile iyice iç içe geçirilerek bütünleştirilmekte; adeta birini diğerinden ayrıştırmak imkansızlaşmaktadır.
Bu tür yazılarda, bazen öylesine ilginç yakıştırmalar yapılmakta, olgular arasında öylesine garip ilişkiler kurulmaktadır ki, anlayana aşk olsun. Kur’an Kursunun, uzaktan bile ilintilendirilmesi imkansız birtakım olay ve olgularla doğrudan irtibatlandırılması, gerçekten anlaşılabilir değildir.
Özellikle günübirlik ideolojik amaçlar için Kur’an Kursunun böylesine malzeme yapıldığı bu tür yazılar ve açıklamalar, işi o kadar çetrefilleştirmekte, öylesine içinden çıkılmaz hale getirmektedir ki, bu konuda çok önemli söyleyecekleri olan kurum, kuruluş ve kişiler artık konuşamaz konuma düşmektedirler. Çünkü böylesi bir bağlamda onların görüş beyan etmeleri, kendilerinin yanlış anlaşılmalarına, taraflardan birinin kullanacağı malzemeye dönüştürülmelerine, yıpranmalarına neden olacak; dolayısıyla sorunun iyice çözümsüzleşmesine katkı sağlar duruma düşmelerine yol açabilecektir. Bu durumda söz konusu ideolojik nitelikli yazı, bu ilgili kişi veya kurumlar açısından dokunulamaz konuma gelmekte, tabulaşmakta; onun hakkında olumlu veya olumsuz değerlendirme yapma imkanı ortadan kalkmaktadır.
Meydan, toplumsal tansiyonu yükselten uç yaklaşım sahiplerine kalmaktadır. Sonuçta, aklı selimin sesi duyulamamakta, gerçekler dile getirilememekte, yani bu kurumlar, eleştiriden mahrum kalmaktadır. Böylece Kur’an Kursları, kendini yenileyip sürekli geliştirme yolunda önemli bir imkandan, büyük bir katkıdan yoksun bırakılmaktadır. Bu arada, Kur’an Kursu üzerinden oluşturulan toplumsal gerilim dindirilememekte, sürüp gitmektedir.
Bu şartlarda olan, Kur’an Kursuna oluyor, dine oluyor, Diyanet’e oluyor, millete ve ülkeye oluyor. Zira bütün zarar, bunlara ciro ediliyor. Kur’an Kursu zarar ediyor, çünkü yapılan bu tartışmalar, bu kurumun varlığına/meşruiyetine yönelik saldırı ve savunmalara odaklanmakta ve herkesi esir almaktadır. Öyle ki, artık onun fiziksel ve eğitsel sorunlarını kimse gündemine al(a)mamaktadır. Bu kurumlardaki fiziksel şartlar ne kadar elverişlidir? Eğitim anlayışı nedir? Eğitim uygulamaları nasıldır? Öğreticilerin yeterlik düzeyleri nelerdir? Ürünlerinin nitelikleri nelerdir? vs. Bu ve benzeri temel soruları sorup cevapları arama bunların aklına gelmemektedir.
Bu atmosfer, Kur’an Kursunun sorunları üzerinde yoğunlaşma, onları sorgulayıp çözümler üretme, kendisini yenileyip çağın şartlarına göre donanması için önlemler almasını engelleyici rol oynamaktadır. Bu da, Kur’an Kursunun, gününün/çağının etkin ve verimli bir din eğitimi kurumu olma yolunda sürekli gelişip ilerlemesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Kur’an Kursunun etki ve verim düzeyi düşük bir kurum haline dönüşmesi, ister istemez onun dine, Diyanet’e, ülkeye, millete yeterince yararlı olamayan bir kurum haline gelmesine neden olacaktır. Dahası, bu durumun devamı, onun yararlı olmak şöyle dursun zararlı olmasına bile yol açabilir.
Oysa çağdaş şartlar, özellikle de Avrupa Birliği süreci, din eğitimini de doğrudan ilgilendiren yeni konularla ve sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Dinsel çoğulculuk, etik değerler, ulusal ve uluslararası barış, uzlaşma, hoşgörü, istikrar, çağdaş demokratik kültürü oluşturma ve benimsenmesini sağlama, birlikte yaşama, ön yargılardan kurtulma, insan onuruna yaraşır bir hayatın inşası... gibi konularda dünyanın her tarafında olduğu gibi bizim de ciddi ciddi düşünmemiz, bilgi ve fikir üretmemiz ve özellikle de bu sözü edilen sorunların çözümüne dinin ve din eğitiminin katkılarını yeniden sorgulamamız gerekmektedir. Bu konuda "olan"la "olması gerekenin örtüşüp örtüşmediğini tespit edip gerekli önlemleri alma sorumluluğunu taşımaktayız.
Din eğitimi uygulamalarının bugünün insanının ihtiyaçlarını karşılama, sorularını cevaplama, sorunlarının çözümüne katkıda bulunma, insanca yaşama imkanını elde etmesi hususunda elinden tutma ... işlevine sahip olup olmadığını, bu işleve sahipse yeterlik düzeyini sorgulamak zorundayız.
Yeni şartlar, kendi tarihsel tecrübemizi yeniden irdeleyip değerlendirerek kendimize özgü bir din eğitimi modelini bilimsel bir anlayışla geliştirmemizi gerektirmektedir. Bu din eğitimi modeli bizim yeni arayışlarımıza çözüm sunacak nitelikte olmalıdır. Onun için böyle bir din eğitimi modelini geliştirirken bilimsel çalışmaların verilerinden, hatta uluslar arası bilgi ve tecrübe birikiminden yararlanmaya mecburuz. Bu yaklaşımla bugünün Kur’an Kursu modelini inşa etmekle yükümlüyüz.
Son iki asırlık geleneğimiz düşünüldüğünde Kur’an öğretimi, Kur’an’ın ruhuyla, Hz. Peygamber’in anlayış, tutum ve davranışlarıyla asla bağdaşmayan uygulamalarla hatırlanmaktadır. Kur’an öğretimi, hep korkuyla, baskıyla, dayakla, hakaretle, sindirmekle... birlikte anılmaktadır. Kur’an öğretiminin çekiciliğinden ziyade iticiliğine dair hatıralar okumak ve dinlemek gibi İslâm adına izahı imkansız bir olguyla karşılaşılmaktadır (Bk. Can, 2003.; Büyükçınar, 2002: 39-41).
Aynı zaman dilimine ilişkin Din öğretimi, genelde
- anlamlı öğrenmeyi değil, ezberciliği,
- takrire dayalı öğretimi,
- biricik bilgi kaynağı olarak görülen hocayı,
- pasif kabullenici konumundaki öğrenciyi,
- söylenenleri ve okutulanları sorgulamaksızın kabullenmeyi, sormamayı,
- körü körüne itaati,
- öğrencinin hayatını ve sorunlarını, ihtiyaçlarını değil de ders kitabını/bilgiyi esas almayı, yani hayattan kopuk bir öğretimi,
- güncelleştirilmemiş, tarihsel bir dindarlık bilgisi aktarımını... çağrıştırmaktadır.
Böyle bir Kur’an öğretimini, böylesi bir din öğretimini bugün hangi aklı başında müslüman onaylayabilir? Böyle bir din öğretimi ile, çağdaş demokratik toplumun bilinçli bir üyesi olması gereken özgür, bağımsız, karar verme ve sorun çözme yeteneği gelişmiş, kendi kendini yöneten, kendi kendini denetleyen Müslüman bireyin yetiştirilmesine katkı sağlanabilir mi? Böyle bir din öğretiminin yapıldığı varsayılan Kur’an Kursu, insanların ilgisini çekebilir mi? itibarlı bir kurum olabilir mi?
Artık geleneksel din eğitimi anlayışı, yaklaşım, yöntem ve uygulamalarıyla yolumuza devam edemeyeceğimiz gerçeğini öncelikle görüp kabullendiğimizi düşünüyorum. Bundan böyle metin/bilgi/öğretmen merkezli din eğitimi anlayış ve uygulamalarıyla, çağın insanının ihtiyaçlarını karşılayacak, onu tatmin edecek bir din sunumu gerçekleştiremeyiz. Öğreneni, onun ihtiyaçlarını, sorunlarını merkeze alan bir din eğitimi anlayış ve uygulamasını benimsemek/özümsemek durumundayız. Bu da bizi, "ne öğretme- li"/"ne öğrenmeli" sorusuyla yetinen olmaktan çıkaracak ve "kim (e), neyi, ne kadar, niçin, nerede, nasıl öğrenmeli (öğretmeliyiz)? sorularını sorup bilimsel cevaplarını bularak ona göre uygulamaları gerçekleştirmeye yöneltecektir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, yasaların kendisine yüklediği halkı din konusunda aydınlatma ve din hizmeti sunma görevlerini yeniden anlamlandırmaktadır. Bu çerçevede, söz konusu hizmetlerin çağdaş insanımızın ihtiyaçlarını karşılama, onları tatmin etme düzeyini yükseltme çabası içindedir. Bu arada, Kur’an Kurslarını, onların eğitim anlayış ve uygulamalarını, fiziksel şartlarını çağdaş eğitim bilimlerinin verileri ışığında geliştirmek, onları çağdaş bir donanıma ve işleve kavuşturmak için başlattığı çalışmalarını yoğunlaştırarak sürdürmektedir. Bu bağlamda, bu kurumların sorunlarını bilimsel bir yaklaşımla tespit etmekte ve çözüm üretmeye çalışmaktadır. Kurum olarak öz eleştiri yapmaktan çekinmemektedir. Hatta bununla yetinmemekte, dışarıdan eleştiri almaya ve bu eleştiriler doğrultusunda gerekli değişiklikleri gerçekleştirmeye hazırdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu çalışmaları sayesinde Kur’an Kursları, her gün daha iyiye doğru yol almış ve bugün halkımızın çok önemli ölçüde ilgisine mahzar olmuştur. Gelinen nokta, elbette ulaşılması gereken nokta değildir, daha katetmesi gereken epey yol vardır; ama geçmişle kıyaslandığında sevindiricidir. Sadece Yaz Kur’an Kursları alanında ulaşılan çizgiyi, bu konuda yapılanları görmek bile, bu hususta ne kadar önemli mesafe alındığını göstermeye yeter. Bu gelişim çizgisini, çağdaş bilimsel bir yaklaşımla hızla yükseltmeye devam etmek gerekmektedir.
Bundan böyle bize düşen görev, devletin resmi bir kurumu olan Kur’an Kurslarının her geçen gün fiziksel ve eğitsel niteliklerinin kalitesini daha da yükseltme/geliştirme amaçlı çalışmalarında Diyanet işleri Başkanlığı’na yardımcı olmaktır. Bunu yapmakla, milletimize, ülkemize karşı önemli bir sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacağız.

BÜYÜKÇINAR A.Muhtar, Hayatım ibret Aynası, Bilge Yayınları, No, 39, İstanbul, 2002.
CAN Eyüp, "Nefret-sevgi-Kur’an kursları", Zaman,! 3.12.2003.