Makale

Mehmet Akif'in Şiirlerinde Aile

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Mehmed Akif in
Şiirlerinde Aile

Dini Yayınlar Dairesi’nde çalışan arkadaşlar, bir müddet önce "Diyanet Aylık Dergisi"nin 2006 yılı gündem plânını bana vermişlerdi. Temmuz ayının konularına baktım. Bu aydaki gündemin; "Aile İçi İletişim ve Boşanma" olarak tespit edildiğini gördüm. Gerçekten sosyal hayatın devamında; akrabalık ilişkileriyle birbirlerine bağlanan fertlerin meydana getirdikleri aile, dün olduğu gibi bugün de önemini korumaktadır. Bu itibarla dünyada aile mutluluğu gibi daha güzel bir şey düşünülemez. Konu hakkında kaynaklara baktığımda M. Ertuğrul Düzdağ’ın "Mehmed Akif Hakkında Araştırmalar" isimli eserinde "Mehmed Akif’i Yetiştiren Aile ve Safahat’ta Aile" başlıklarıyla yazılmış iki yazısına rastladım. Ayrıca Akif’in aile ve aile fertleriyle ilgili diğer düşüncelerine ulaşmak için başka eserlere baktım. Özellikle "Sırat-ı Müstakim Mecmuası "nda; "Aileye Ait Vecibeler" konulu çok önemli bir makalesini daha buldum. Bunun üzerine derginin gündemine katkıda bulunmak amacıyla; "Mehmed Akif’in Şiirlerinde Aile" başlığı ile bu yazıyı hazırlamaya karar verdim.

Akif ve ailesi
Aslında millî şâirimiz hakkında çok konuşulur, yazılır, fakat onun ailesiyle ilgili sistematik bir bilgiye sahip değiliz. Bu husus; biraz da Akif’in sadeliği, tevazuu ve mizacından kaynaklanmaktadır. Zira kendisinden ve ailesinden söz edilmesini çok sevmediği anlaşılmaktadır. Buna rağmen Safahat’ta; babası, annesi, eşi ve çocukları hakkında bazı şiirler yazdığını görüyoruz. Ancak diğer makale ve şiirlerinde ise; genel anlamda ailenin önemi, ıslahı, eğitimi, sosyal hayattaki konumu ve sorumluluğu üzerinde ısrarla durmuştur. Biz de yazımızın hacmi ölçüsünde bu konu üzerinde yoğunlaşacağız. Öncelikle Safahat’ta babası, annesi, eşi ve çocukları hakkında yer alan şu açıklamalara işaret edelim:
Akif, ailenin ilk çocuğudur. Babası Tahir Efendi, küçük yaşlardan itibaren oğlu ile çok meşgul olmuş ve tahsili ile yakından ilgilenmiştir. Babasına olan saygı ve sevgisini çeşitli vesilelerle belirten Akif, onun hakkında şu bilgiyi vermektedir: "Babam Fatih müderrislerinden ipekli Hoca Tahir Efendi merhumdur ki, benim hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim."
Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: "Bu gece,
Sizinle camie gitsek çocuklar erkence.
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun"
Akif ölümünden dört ay önce kendisiyle yapılan bir mülakatta annesiyle ilgili bir soruya da şöyle cevap vermişti: "Annem Hacce Emine Şerife Hanım’dır. On sene önce, doksan yaşında iken vefat etti. Kendisi çok hassas bir kadındı. Babam da öyleydi. Şiir söylemezdi. Fakat şiir ve inşâya âşıktı. Soyunda şâir olup olmadığını bilmiyorum." Akif; dört yaşındaki yeğeni Selma’nın hastalığı sebebiyle annesini ve kız kardeşini ziyaret ederek onlara teselli vermek istemişti. Çünkü önceden bu kız kardeşinin dört çocuğu daha vefat etmişti. Beşinci çocuğu olan Selma da ölüm döşeğinde yatıyordu. O, duygu yüklü bu olayı; annesi ve kız kardeşiyle şöyle paylaşmaktadır:
"Sarıldı boynuma annem, girince ben içeri,
Diyordu ağlayarak- Görme, Akif’im çocuğu!
Senin değil, yedi kat ellerin yanar ciğeri,
Ölüm döşekleri üstünde görse yavrucuğu"
Buna rağmen o, kız kardeşine fazla üzülmemesi için teselli etmeye çalışmıştır. Fakat kız çocuğu biraz sonra vefat edince, çocuğun annesinin cevabı ve feryadı şiirin şu mısraı ile son bulmuştur.
"Ne taş yüreklisiniz... Ah gitti evladım!
Akif, Safahat’ın bir yerinde de "Hayat arkadaşım" başlıklı bir kıtada, eşinden şöyle söz emektedir:
"Seni bir nura çıkarsam, diye koştum durdum,
Ey, bütün dalgalı ömrümde, hayat arkadaşım!
Dağ mıdır, karşı gelen, taş mı, hep aştım, lâkin,
Buruşuk alnıma çarpan bu sefer kendi taşım!"
Mehmed Akif; Safahat’ın bazı yerlerinde çocuklarından da söz etmektedir. Örnek olarak "Küfe", "Bebek yahut Hakkı Karar" isimli manzumelerini buraya alalım:
Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fatih’e çıktık ikindi üstü biraz.
Kömürcüler, kapısından girince biz, develer
Kızım merakını celbetti, daima da eder.
Bizim Cemile, Feride’yle bir sabah gelerek,
"Unutma beybaba, akşam birer horozlu bebek,
Getir, kuzum..." dediler. Ben de kızların keyfi
Kırılmasın diye reddetmedim şu teklifi.
Kiraz dudaklı, üzüm gözlü, inci dişli, iki
Edalı yosma getirdim. Amma o akşamki,
Sevinme halini bir görmeliydi yavruların.
Akif niçin ağladı?
Millî şairimizin; ortanca kızı Feride Hanım, babasının Millî Mücadele’ye katılmak için ailesinden ayrılışını önemli bir sahne olarak tasvir etmektedir. Zira o güne kadar aile fertleri başta olmak üzere, kimse onun ağladığına şahit olmamıştır. Nitekim kızı Feride Hanım da "babamı, ilk defa o şekilde görüyordum" demektedir. Çünkü Akif halkın içinde bulunduğu o zor günleri düşünüyordu. Dönüşü belli olmayan bir yolculuğa çıkacaktı. Eşinden ve çocuklarından ayrılacaktı. Kısaca vatanın ve milletin geleceği açısından endişeliydi. Şimdi Akif’in hangi şartlarda Millî Mücadele’ye katıldığını ve ailesinden nasıl ayrıldığını kızından dinleyelim: "Hiç unutamadığım hatıra, babamın ilk Anadolu’ya gidişi esnasında cereyan etmiştir. Annem bir sabah geldi, "Çocuklar! Kalkın, babanız Halkalı’ya gidiyor" dedi. Babam her zaman Halkalı’ya giderdi. Dersi var diyorduk. Baktım, babam kapının önünde, giyinik vaziyette duruyor. Gördüğüm tablo çok farklıydı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. ilk defa o vaziyette görüyordum babamı. Çok fena oldum. Gayet tabiî bir şeyler anladım. Artık ben de kendimi tutamadım. Ağlayarak yukarıya koştum. O da arkamdan çıktı. Beni kucakladı. "Üzülmeyin" dedi. Babamın bu hâlini çok iyi anlıyordum. Çünkü bir daha görüşüp görüşemeyeceğimiz belli değildi. Böylece o, ailesini ve çocuklarını yalnız bırakarak Millî Mücadeleye katılacaktı. Artık vaaz, hutbe, şiir ve nutuklarıyla halkımıza moral kaynağı olacaktı. Bu duygu, hüzün, ızdırap, heyecan ve göz yaşı onu, "Çanakkale Şehitlerini ve istiklâl Marşını" yazmaya kadar götürecektir. Diğer önemli bir konu da Akif’in; bu atmosferdeki "Aile Sevgisini" din ve vatan sevgisiyle birlikte değerlendirmesidir. Zira Allah yolunda yapılan cihad, vatanı, milleti ve aileyi içine alan mukaddes bir gayedir. Kimi Müslüman baba, gözünü kırpmadan yavrusunu cepheye göndermekte, kimi insan da ailesini yalnız bırakarak kendisi koşmaktadır. Akif çocuğunu cepheye gönderen "pir-i fani" bir babanın duygularını şöyle seslendirmektedir.
"Kaplamış yurdumun afakim, madem, şüheda...
Varsın olsun kalanın uğruna Asım da feda,
"Hem gaza, hem de şeha- det, ne saadet bu!" Derim.
Ciğerim yansa da söndürmek için cehd ederim."
Akif, evini bırakarak, cepheye koşan bir aile reisini de şöyle tasvir etmektedir: "Mehmedcik; Allah’a bakan gözleriyle dünyayı unutmuş, bir coşkunluk içinde, hakka giden yolu tutmuş gidiyor. Arkasından kopan koca feryatları duymuyor bile... Artık onun hatırında, ne matem, ne hicran, ne yuvasının elemli hüznü, ne yavrusunun yetim hali, ne de çifti çubuğu var! O, şimdi yalnız, gökten kendisine: Yüksel! Diyen şehid ecdadının sesini duymakta ve bu çağrıya uyarak şehitliğe doğru koşup gitmektedir. Ya Rabbi, işte o kahraman, senin yolunda şehit düştü ve cennete yükseldi; fakat dünya için, vatanı ve ailesi için, senden bir ümidi, bir isteği var... Allahım! Bu şehidin mükâfatı zafer olmalıdır... Aksi halde, Ya Rabbi; senin bu şehidin, üzülecektir."
Akif ve sorumluluk
Merhum Ahmet Kabaklı, Akif’in toplumun problemleri karşısındaki duyarlılığını ve düşüncelerini şöyle anlatmaktadır: "O; Safahat’ta seyreden, koşan, üzülen, acıyan, sevinen, kızan, isyan eden, konuşan, tartışan... Velhasıl bir saniye durmayan bir kahramandır. Her olay ve fikir karşısında, kendine mahsus ka- naatları olan gerçek bir münevverdi. Genel olarak duygularını yazılarına ve şiirlerine yansıtmaktadır. Hastasını sokağa atan; ihtiyar Seyfi babalarını ölüme terk eden, okul çağındaki çocuklarını küfeler altında inleten duygusuz ve adaletsiz topluluğa tahammülü yoktu. Kahvede pinekle- yenlere, durmadan karı boşa- yanlara bir "dipdiri meyyit" gibi yatanlara, şarap içip fakir halka sosyal adalet dersi verenlere isyan ederdi. Mısır’da; işsizlikten ve hareketsizlikten sıkıldığı için; Kuşçubaşı Eşref Bey’e yazdığı bir mektupta: "Gaye uğrunda çalışmak, didinmek ve ölmek... Ah ne güzel meşgale, o ne hoş eğlence, o ne mesut hatime imiş..." diyerek şu olayı anlatmaktadır: Hikâye meşhurdur ya: Karıncaya; nereye gidiyorsun? Demişler. Hicaza... demiş. Bu bacaklarla Mekke’yi bulabilir misin? Diye eğlenmişler. O da: Hiç olmazsa yolunda ölürüm ya! Cevabını vermiş." Görüldüğü gibi Akif, bir amaç ve fazilet yolunun dönüşsüz yolcusudur. Safahat’ın içeriği kadar zengin ve çocuklar gibi tertemiz bir hayata sahiptir." (Açıklamalı M. Akif Külliyatı; c. 10, s. 156)
Nasıl bir aile?
Tarihin her döneminde; insanların en önemli ideali, mutlu ve huzurlu bir aile kurmaktır. Esasen milletlerin güçlü, zayıf, kısa veya uzun ömürlü olması da ailenin istikrarıyla orantılıdır. Yine şairimiz; "Aile hayatı ve Aile Saadeti" hakkındaki düşüncelerini, 3 Kasım 1910 tarihinde yazdığı "Mahalle Kahvesi" adlı şiirinde dile getirmektedir. Burada; toplumu ilgilendiren birçok sosyal problem üzerinde durmaktadır. Söz konusu mekânların tembellik yuvası olduğu, milletin buralarda ölmeden gömüldüğü ve bu miskinlik yüzünden memleketin içine düştüğü felâketler anlatılmaktadır. Akif böyle yerlerde oturup vakit geçirenlere "Aile Hayatı"nı ve güzelliklerini şöyle hatırlatmaktadır: "Aile hayatı, dünyanın en kıymetli hayatıdır. Gün boyunca, bir kazanç için çalışır, akşam evinde şeref ve izzetinle oturursun. Bütün aile etrafını sararlar. Evin bir cennet sarayı olur. Karın can yoldaşın, çocukların canın ve anan-baban ise senin sığınağındır." Daha sonra, bu mutlu aile tablosunu şiirleriyle şöyle ifade etmektedir:
Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
Evinde akşam otursan kemal
i izzetle;
Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,
Dolaşsalar seni kat kat bu haleler sarsa.
Bazen Safahat’ta fakirlik, ölüm veya ahlâk zaafı yüzünden ortaya çıkmış aile tablolarına da rastlanılmaktadır. Veremli bir çocuk, bulunduğu yatılı mektepten uzaklaştırılıyor. Sıkıntı bununla bitmiyor. Diğer küçük bir kardeşi ise, ona yardımcı olmak ve geçimini sağlamak için tahsilini bırakıyor. Meyhaneye düşüp evine bakmayan bir sarhoşun karısı; hizmetçilik ederek çocuklarını büyütmektedir. Kadın dertli ve perişan... yetişmiş kızı var. Babaları sarhoş ve meyhaneye düştüğünden arayan soran yok. Kadının artık kendisi için bir ümidi ve isteği kalmamıştır. Sadece kızına olan acı ve hasretinden dolayı; "Benim güzel meleğim, hiç de tali’in yokmuş!" diyerek göz yaşı dökmektedir.
Diğer taraftan ümit, vefa ve duygu yüklü olaylara da işaret edilmektedir. Mezarlıkta bir Kur’an sesi duyulmaktadır. Bu, vefat etmiş olan babasına "aşır" okuyan bir çocuğun sesidir. Bu çocuk da yetim, yanında ağlayan annesi ise dul ve fakirdir. Fakat bu hüzün onları bunalıma itip çaresiz bırakmıyor. Çünkü ailenin geçmişinden gelen bir sadakat, bağlılık ve direnme gücü vardır. "Kocakarı ile Ömer’"in şiirinde ise; sonu daha da iyiye bağlanan bir tablo görüyoruz. Çünkü burada sorumluluk, şefkat, merhamet, adalet, yardımlaşma ve paylaşma düşüncesi ön plâna çıkmıştır.
Özetlemek gerekirse Akif aile mutluluğunu; maddî ve manevî olmak üzere iki temel unsura dayandığını ifade etmektedir. Bu iki unsurun gerçekleşmesinde anne, baba, çocuk ve kardeşler sorumludur. Özellikle Kur’an ayetlerinde; anne ve babaya iyilik edilmesi; anne ve babanın da çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri istenmektedir. Böylece aile fertleri arasında karşılıklı sevgi, saygı, hoş görü ve iyilik hatırlatılmaktadır. Kimse; milletimizin asırlar boyunca sahip olduğu aile değerlerini taklitçilik uğruna yıkmamalıdır. Akif, bu düşünceyi taşıyanlara şöyle seslenmektedir: "Biz gayesiz bir fikir ile her şeyi yıktık. Yıkılmayan bir aile kaldı... Yıkılan müesseseleri, sebat ederek ciddî çalışırsak, tamir edebiliriz. Fakat, Allah korusun, eğer aile yıkılır veya bozulursa, bir daha düzeltilemez."