Makale

Aile İçi İlişkilerde Rollerin Kusursuzluğu

F. Nevsun Duman
Uzman Psikolog

Aile içi
İlişkilerde
Rollerin kusursuzluğu

Çin’de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna asılı testilerle dereden su taşırmış evine. Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış...
Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve. Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarı dolu olarak varırmış. İki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldurmuş ama evine vardığında sadece bir buçuk testi su kalırmış...
Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş...
Fakat zavallı çatlağı olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş.
İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama şöyle demiş: "Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor..."
Adam gülümseyerek dönmüş testiye; "Göremedin mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlağını biliyordum. Senin tarafına çiçek tohumları ektim. Ve her gün o yolda ben su taşırken, sen onları suladın. İki senedir o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermiş.
Kusursuzluk var mı acaba? Kim kendini kusursuz hisseder ki? Kusur arama tartışmaları aile içi ilişkilere kadar uzanır. Hem kusursuzluğun olanaksızlığından dem vurulur, hem de aile içi ilişkilerde hep kusurlu taraf aranır. Konuştuğunuzda kusur bende değil ki dersiniz.
Ama o hep yapıyor.
Ama o hep öyle söyler.
Ama o her zaman kendini haklı çıkarır.
Ama o hep kendi konuşur.
Ama o hep sen anlamazsın der.
Ama o hep ben ne dersem odur der.
Ama o hep dilini tutamaz.
Ama o hep kendi bildiğini okur.
Ama o hep aklına geleni geldiği gibi konuşur.
Ama o hep sen sahip çıksaydın böyle olmazdı.
Ama o hep huzursuzluğumuzun kaynağı sensin.
Ama o hep kaç yüz defa söyledim bu evde benden habersiz kuş uçmayacak.
Ama o hep sana bıraktık her seferinde yüzüne gözüne bulaştırdın.
Ama o hep bir gün bile adam gibi adam olamadın.
Ama o hep seninkiler.
Ama o hep varsa yoksa kendi akrabaların.
Ama o hep ne yapsam yaranamıyorum.
Ama o hep sorunlardan kaçar, görmezden gelir.
Ama o hep çok yoruluyorum, sen ne iş yapıyorsun ki.
Ama o hep sen ne işe yararsın ki?
Ama o hep akşama kadar kırk kişiye laf anlatıyorum bir de sen.
Ama o hep yettiniz canıma.
Ama o hep sizinle de insan içine çıkılmaz ki.
Ama o hep sen zaten...
Bakın kendimize aile içi ilişkilerde ne oranda haklılık ve kusursuzluklar atfediyoruz. Hedefimiz birbirini anlayan, anladığını anlatan, anlattığında anlaşılan, anlaşıldığında da anlaşan bireyler olmak istiyorsak öncelikle "sükut altındır" ata sözünden hareket edeceğiz. Karşımızdakini dinleyerek başlayacağız işe.
Dinlenildiği an, kişi kendini değerli hisseder. Dinlenildiği an, kişi fark edildiğini fark eder. Dinlenildiği an, kişi demek istediklerini anlatmanın huzurunu ve rahatlığını hisseder. İletişimin ve etkileşimin ve de empati- nin temelini atar. Aile içi ilişkilerinizde siz baştan savcı, yargıç olursanız, bütün ilişkileri daha başlamadan kopartmışsınız demektir, ilişkilerin temelinde rollerin kusursuzluğu yerine; sevgi saygı ve anlayışın içerdiği bütünün içinde yer alan dinleme olmazsa olmazı oluşturur. Ne kadar kusursuzluğumuzu iddia etsek de geriye yaslanıp aile içi ilişkilerimizi bir kez daha gözden geçirdiğimizde yanılgılarımızı da o oranda görebileceğimiz düşüncesindeyim.