Makale

Din Hizmetlerinde Tarihi Tecrübenin Cumhuriyet'teki Devamı DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

Din Hizmetlerinde Tarihî Tecrübenin
Cumhuriyet’teki Devamı
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

Dr. Mehmet Bulut
DİB / Uzman
Ülkemiz, din hizmetlerinin deruhtesi çerçevesinde geçtiğimiz yüzyılın başlarında iki önemli projeye imza attı: Şer’iye ve Evkaf Vekâleti ve Diyanet İşleri Başkanlığı.

Dört yıl arayla teşekkül ettirilen her iki müessese de orijinal, kendine özgü; ama aynı zamanda her ikisi de tarihî bir tecrübenin devamı niteliğinde. Her ikisi de Atatürk dönemi kuruluşu. Her ikisinin kuruluşunda da salabet-i diniye ön planda. Her ikisi de büyük ümitlerle kuruldu; kurucularının ve halkın her ikisinden de beklentileri son derece yüksek: Bu ülkenin insanını dinî cehaletten kurtarmak, Türk halkına sahih bir İslam bilgisi kazandırmak, türlü badireler ve imkânsızlıklar sonucu harabe hâline gelmiş ulu mabetleri, içinde bulundukları acıklı vaziyetten kurtarıp tarihî ihtişamına yeniden kavuşturmak... Cami ve mescitlerde görev yapacak yetkin din hizmetlileri yetiştirip onların önderliğinde toplumun maddi ve manevi kalkınmasını bir an önce gerçekleştirmek… Ümit ve beklentiler bu doğrultudadır. Evet, süreç bilahare nasıl işlemiş olursa olsun, her iki müessesenin kuruluşunda halis bir niyetin ve samimi bir heyecanın olduğu kuşkusuzdur.

Sözünü ettiğimiz iki projeden ilki olan Şer’iye ve Evkaf Vekâleti, adından da anlaşılacağı gibi, bir bakanlık. Ülkemizde din hizmetlerinin idaresi Büyük Millet Meclisi hükümetlerinde ve ilk Cumhuriyet hükümetinin ilk aylarında kabinede bir bakanlık olarak temsil edilmişti. Şöyle ki, 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını müteakip günlerde bir İcra Vekilleri Heyeti oluşturuluyor; yani Bakanlar Kurulu… Kabine listesinin en başına da işte bu Şer’iye ve Evkaf Vekâleti yazılıyor. Ve bu durum, bu vekâletin kaldırıldığı 3 Mart 1924 tarihine kadar oluşturulan kabinelerde aynen devam ediyor. Hâliyle Şer’iye ve Evkaf Vekili, mazeretli olduğu zamanlarda TBMM Reisi’nin vekili oluyor.

İlk Meclis’in dine ve din hizmetlerine atfettiği önem, sadece din hizmetlerinin bakanlık düzeyinde ele alınmış olması veya Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kabinedeki konumuyla sınırlı değil kuşkusuz. Bu meclis ve bu meclis bünyesinde oluşturulan hükümetler, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kısa ve uzun vadeli din hizmetleri, din eğitimi ve dinî yayın konularındaki icraat ve projelerine de son derece önem vermişti. Şer’iye Vekâleti’nin, sadece Türkiye’nin değil ilgili alanlarda bütün İslam dünyasının problemlerine çare üreteceği ümidi taşınıyor. Nitekim Vekâletin 1922 yılı bütçesi müzakere edilirken din eğitimi ve din hizmetleri alanlarında ülkemizde yaşanan sıkıntılar çok geniş bir çerçevede ele alınmış, tutarlı ve dikkat çekici çözüm yolları ortaya konmuştu. Meclis’teki bu müzakerelerin tam 8 gün sürdüğünü ifade edersem, bu konulara atfedilen önemi izah için daha fazla söze ihtiyaç kalmaz sanırım.

Ayrıca, bütün bu çabaların, ülkemizde İstiklal Savaşı’nın verildiği zorlu günlerde olduğunu unutmayalım. İstila edilen ülke topraklarının kurtuluşu için, din hizmetlileri de dahil, bütün halkın seferber olduğu günler… Yokluğun, fakirliğin, dâhilî ve haricî problemlerin had safhada bulunduğu bir dönem. Meclis’te sık sık cephelerdeki durum görüşülüyor, dikkatler cephelerden gelecek iyi haberlere odaklanmış. Ama bütün bu namüsait şartlar bile, o yüce meclis çatısı altında toplanan şahısları, din eğitimi ve din hizmetlerinin hâl ve istikbalini düşünmekten, bu alanda yaşanan sıkıntıların çözümü doğrultusunda çaba sarf etmekten alıkoymamıştı.

Cumhuriyeti kuran neslin, Şer’iye Vekâleti yerine kurulan Diyanet İşleri Reisliği’ne de büyük önem atfettiğini, bu kurumdan, cami ve mescitlerin idaresi ve din hizmeti alanında önemli hizmetler beklediğini görüyoruz.
Bilindiği gibi, 3 Mart 1924’te kabul edilen 429 sayılı kanun, hem Diyanet İşleri Reisliği’nin hem de Genel Kurmay Başkanlığı’nın kuruluş kanunudur. Tabii, aynı zamanda bu kurumların bel verdiği Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’yle Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ni lağveden kanundur. 14 maddelik bu kanunun ilk yedi maddesi Diyanet İşleri Reisliği’nin kuruluşu ve Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kapatılmasına ilişkindir. Diğer maddeler ise Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin kapatılıp Genel Kurmay Başkanlığı’nın kurulmasına dairdir.

İki önemli kurumun kuruluşuna dayanak teşkil eden ve son derece kısa ve öz olan bu kanun metninde, Diyanet İşleri Reisliği’nin kuruluşuna ilişkin maddelere öncelik verilmiş olması kanaatimizce anlamlıdır.

İkincisi, ilk maddede Reisliğin kuruluş amacı belirtilirken zikredilen “İslam dini” kelimesinin kullanılışında gösterilen saygı ve incelik bizi duygulandıracak tarzdadır. Çünkü burada, öyle yalın bir şekilde “İslam dini” demek yerine, “Din-i Mübin-i İslam” şeklinde, “mübin” vasfının da eklendiği bir terkip hâlinde ifade edilmiş olmasıdır. Buna göre, bir kanun metninde olsa bile, İslam kavramının sıradanlaştırılmamasına özen gösterilmiş olması da ayrı bir güzelliğin ifadesidir. Evet, “mübin” olan İslam dini; yani, hakkı batıldan, helali haramdan ayıran, insanlığın ihtiyaç duyduğu her şeyi açıklayan İslam dini…

Yine ilk maddede Diyanet İşleri Reisliği’nin “Cumhuriyetin makarrında”; yani başkentinde tesis edildiğine vurgu yapılıyor ki, sanırım bu vurguya, başka bir resmî müessesenin kuruluş kanununda rastlamamız mümkün değildir.
Ve önemli noktalardan biri de, kanunun Diyanet’le ilgili maddelerinde önce Diyanet İşleri Reisliği’nin kurulduğuna dair maddeye yer verilmiş olması, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kapatıldığını âmir olan maddenin ise ondan sonra zikredilmesidir. Buna göre önce Diyanet İşleri Reisliği kuruluyor, sonra buna bel veren Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kapatılıyor. Kanaatimizce bunun anlamı şudur: Din hizmetlerinin idaresinde bir boşluk olamaz. Eğer bu hizmetlerin bir vekâlet eliyle yürütülmesi mahzurlu görülüyorsa, onu lağvetmeden önce yerini dolduracak bir sistem olmalıdır ve önce onu tesis etmek gerekir.

Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine Diyanet İşleri Reisliği’ni kurmak suretiyle din hizmetlerinin idamesinde bir boşluk bırakılmamış, böyle bir tasarrufla aynı zamanda devlet kurumlarının devamlılığı prensibi titizlikle korunmuştur. Buna göre, Diyanet İşleri Başkanlığı, din hizmetlerindeki tarihî tecrübenin Cumhuriyet dönemi devamı ve temsilcisidir. Nitekim benzer şekilde, aynı kanunla vakıfların idaresi için de ayrı bir teşkilatın kurulması öngörülmüştür.

İlk Cumhuriyet Meclisi’nde, Diyanet İşleri Reisliği bütçesinin görüşüldüğü bir oturumda, bir milletvekilinin henüz yeni kurulmuş Diyanet İşleri Reisliği’ni kastederek, Meclis kürsüsünden arkadaşlarına hitaben, “Bakın, büyük bir teşkilât kurduk…” deyişi, haklı bir gururun ifadesidir. Günün şartları içerisinde gerçekten de büyük bir teşkilat kurulmuştur; kendisine devletin son derece kısıtlı bütçesinden önemli bir meblağ ayrılmıştır, kadrolar tahsis edilmiştir; reisine bir bakanın maaşına yakın maaş verilmiştir.

Resmî veya sivil, herhangi bir müessesenin kuruluşunda herkesin amacının aynı olması beklenemez. Dolayısıyla devlet bünyesinde bir Diyanet teşkilatına yer verilirken farklı beklentilerin olması doğal karşılanmalı. Kanaatimizce bu noktada en önemli husus, toplumun kahir ekseriyetinin bu kuruma bakış tarzı, bu kurumdan beklentileri ve kurumun da bu beklentilere cevap verebilme keyfiyetidir. Kaldı ki, yukarıda da ifade edilmeye çalışıldığı gibi, Yeni Türkiye Cumhuriyeti devleti bünyesinde Diyanet gibi bir kuruma yer verilmesinde temel amaç, ülkemizde insanların kahir ekseriyetinin mensup olduğu İslam dinine ilişkin hizmetleri devletin desteği ve gözetiminde yürütmektir; bundan kuşku duyulmamalıdır.

Halkımızın büyük çoğunluğunun da 85 yıllık bu teşkilata öteden beri önem verdiğini, saygı gösterdiğini, ondan daha iyi hizmet verme beklentisi içinde olduğunu görüyoruz. Başkanlığın da her dönemde mevcut imkânlar içerisinde hizmetlerini daha ileri noktalara taşıma yönünde gayret sarf ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Resmî veya sivil, herhangi bir müessesenin kuruluşunda herkesin amacının aynı olması beklenemez.

Dolayısıyla devlet bünyesinde bir Diyanet teşkilatına yer verilirken farklı beklentilerin olması doğal karşılanmalı. Kanaatimizce bu noktada en önemli husus, toplumun kahir ekseriyetinin bu kuruma bakış tarzı, bu kurumdan beklentileri ve kurumun da bu beklentilere cevap verebilme keyfiyetidir.”