Makale

İnsanın Değeri

İnsanın Değeri

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Hadis-i şerif, Mâide suresinin 32. ayetinde ifade edilen, “Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın, bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim bir hayatı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” şeklindeki ilahî beyana uygunluk göstermektedir. Kur’an’da İsrailoğullarına yöneltilen bu ilahî hitap hiç şüphesiz, onların şahsında bütün insanlığı muhatap almakta ve hukuki gerekçeler, meşru müdafaa ve savaş gibi zorunlu durumlar dışında cana kıymanın çok ağır bir suç olduğunu bildirmektedir. Kur’an’a göre bu ağır suçun dünyevi cezası kısas (Bakara, 178), uhrevi cezası da Allah’ın gazabı, laneti ve ebedi cehennemdir. (Nisa, 93)

İslam dini, “zarûrât-ı hamse” olarak bilinen korunması zorunlu beş temel değerin başına “can”ı koymuş ve yaşama hakkını her şeyin üstünde tutmuştur. Onun için, ölüm tehlikesine maruz kalan mümine haramları geçici olarak mübah saymış, cana yönelik ciddi bir tehdit karşısında, inanca aykırı beyan ve davranışlara geçici olarak ruhsat vermiştir. Allah Rasulü de, “her Müslümanın diğer Müslümana malı, ırzı ve kanı haramdır” (Ebû Davud, Edeb, 40) buyurarak Cenab-ı Hakk’ın mükerrem kıldığı insanla (İsrâ, 70) ilgili korunması gereken bu temel değerlere dikkat çekmiştir.

Sevgili Peygamberimiz, insanı helake götüren yedi büyük günahdan biri saydığı haksız yere cana kıymayı (Nesâî, Vesâyâ, 12) önlemek için, cahiliye döneminin âdeti olan kan davalarını yasaklamış ve ilk olarak yeğeni Âmir b. Rebîa’nın kan davasını kaldırarak işe başlamıştır. (Müslim, Hac, 147) Kardeşini öldürerek cana kıyma fiilinin ilk örneğini veren Hz. Adem’in oğlunun, bu kötü çığırı açmasından dolayı, sonra gelen her katilin günahından hissedar olduğunu belirterek (Buhârî, Diyât, 2) insanları bu acımasız eylemden sakındırmak istemiştir.

İslamiyet, “kimse diğerinin günahını yüklenmez” (Fâtır, 18) ayetiyle suçun şahsiliği ilkesini getirmiş, düşmanlık ve saldırıya, aşırıya kaçmadan aynıyla mukabele edilmesini öngörmüştür. (Bakara, 194) Mağdurun suçluyu bizzat cezalandırması (ihkâk-ı hak) yerine, cezanın kamu otoritesince verilmesi ilkesini benimsemiştir. Bunlar bir bakıma, cahiliyeden medeniyete geçişin göstergeleridir. Çünkü İslam öncesinin kabile hukuku, kollektif sorumluluk ve cezalandırma anlayışından hareketle, bazen suçlu yerine onun kabilesinden herhangi birini cezalandırmaya imkân tanımakta, bazen de mütekabiliyet sınırlarını aşan bir intikama sebebiyet vermekteydi. Halbuki Kur’an, “Eğer ceza (karşılık) verecekseniz, size yapılana denk bir ceza verin. Şayet sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl, 126) buyurarak, cezanın dışında, sabretmek ve sonucu Allah’a havale etmek gibi bir seçeneğin bulunduğuna da işaret etmektedir.

Bugün ülkemizde yaşanan bazı olaylar, ne yazık ki, 14 asır önce tanıştığımız bu medeniyetin değiştirmeye çalıştığı cahiliye zihniyetini hatırlatacak türdendir. Dinimizin yasakladığı kan davası bazı yörelerimizde hâlâ ısrarla sürdürülmekte, çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden onlarca kişi acımasızca katledilebilmektedir. Ancak farklı ulus ve dinlere mensup insanlar arasında görülebilecek düşmanlık ve çatışmaları aratmayacak sahneler, aynı dine mensup, hatta birbirleriyle akraba olan kişiler arasında cereyan etmekte, Allah’a ve hesap gününe inanan bir mümin için tasavvur edilemeyecek vahşetler sergilenmektedir. Namus temizleme adına, mağdurlar cezalandırılmakta, berdel ve beşik kertmesi gibi cahiliye töreleri uğruna nice hayaller yıkılmakta, intiharlar ve cinayetler işlenmektedir. Eski kabile yapılarını andıran aşiret sistemi insanların iradesini yok saydığı için, yüzlerce insanın hayatını etkileyecek her türlü karar bir veya birkaç kişinin iradesine bırakılmaktadır.

Bu örnekler yanı sıra, ülkemizin her köşesinden hemen her gün gözlerimizin önüne serilen onlarca cinayet, gasp, hırsızlık ve tecavüz olayları, tamamına yakını Müslüman olan toplumumuzun ciddî bir değerler erozyonuna maruz kaldığını göstermektedir. Başka bir deyişle, inandığımız din, toplumsal ilişkilerimizde belirleyici bir unsur olmaktan hızla uzaklaşmakta, İslam’ın hedefi olan ahlakî erdemlerle donanmış mümin yerine, muhafazakâr ve dindar görünümlü niteliksiz bir kalabalık egemen hale gelmektedir. Dolayısıyla, ailemizle, komşularımızla, akrabalarımızla, arkadaşlarımızla velhasıl toplumun her kesimiyle kurduğumuz ilişkilerde, saygı, sevgi, hoşgörü, af, şefkat, merhamet, nezaket, yardımlaşma gibi inancımızdan kaynaklanan değerlerin yerini basit çıkar ilişkileri almaktadır.

Müslüman kimliğimizin ne ifade ettiğini biliyor ve bunun bizim için bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorsak, İslam’ın hayatımızın her kesitine rengini veren bir din olduğunu unutmamalıyız. Kur’an’ın öğretisini ve onu bize tebliğ eden Allah Rasulü’nün hayat tarzını içselleştirmeden iyi bir Müslüman olunamayacağının farkında olmalıyız. Dindarlığımızın göstergesi olan ahlakî meziyetlerimizin bireysel alandan çok toplumsal alanda tezahürünün çok daha anlamlı ve önemli olduğunu bilmeliyiz. Başkalarıyla paylaşılmayan değerlerin, onlara yansıtılmayan ahlakî erdemlerin söylem düzeyinden öteye geçemeyeceğini dikkate almalıyız. Ahlak güzelliğine sahip olmayan bir müminin imani olgunluğa erişemeyeceğini (Ebû Davud, Sünne, 16) bildiren Peygamber Efendimiz’in sesine kulak vermeliyiz. Velhasıl, öfkeyi yenip insanları affetmeyi müttakilerin özelliklerinden sayan (Âl-i İmran, 134) Cenab-ı Hakk’ın; maruz kaldığı onca düşmanlığa rağmen öç ve intikam peşinde koşmayan ve müminleri, Kur’an’ın hedef gösterdiği (Hucurât,10) kardeşliğe çağıran (Müslim, Birr, 9) Allah Rasulü’nün talimatlarını, hemcinslerimize karşı davranışımızda rehber edinmeliyiz.


“Abdullah b. Amr b. Âs’ın rivayet ettiğine göre Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın yok olması, Allah katında, bir Müslümanın öldürülmesinden daha önemsizdir.” (Nesâî, Muhârebe, 2)”


“Bugün ülkemizde yaşanan bazı olaylar, ne yazık ki, 14 asır önce tanıştığımız bu medeniyetin değiştirmeye çalıştığı cahiliye zihniyetini hatırlatacak türdendir. Dinimizin yasakladığı kan davası bazı yörelerimizde hâlâ ısrarla sürdürülmekte, çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden onlarca kişi acımasızca katledilebilmektedir.”