Makale

Sevmek Ama Nasıl?

Sevmek Ama Nasıl?

Doç. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İnsan seven bir varlıktır. Bu duygu onun en tabii yönü ve ihtiyacıdır. Ona sevme deseniz de, canlı veya cansız, insan veya hayvan muhakkak bir şeyleri sevecektir. Ancak kimleri ve neleri ne kadar sevmeliyiz? Gönlümüzde hangi varlıklara daha fazla yer vermeliyiz? Bu soruyu belki yanlış bir soru olarak düşünebiliriz. Zira sevgi, somut, ölçülebilir bir şey mi diye aklımıza gelebilir. Bu tespitin doğruluk payı vardır. Çünkü sevgi, ölçüleri, birimleri hacimleri aşan bir duygudur. Ancak yine de belirtmek gerekir ki, sevgi konusunda Kur’an’ın öncelikleri var ve bunlar doğrultusunda muhataplarını yönlendirmeye çalışmaktadır.
Bugün bir dine ve kültüre mensup insanlar olarak bu konuda sanki bir kafa karışıklığı içerisindeyiz. Aslında Kur’an nazarında sevgi bir bütünlük arz etmektedir. Çünkü müstakil olarak insana, şu veya bu varlığa karşı bir sevgi söz konusu değildir. Aksine bu İslam’ın değerler sistemiyle uyuşmayan bir durum ortaya koymaktadır. Zira Allah sevgisini bir tarafa bırakarak insan veya bir başka varlığın sevgisinden bahsetmemiz doğru değildir. Yine peygamber sevgisini bir tarafa bırakarak insan sevgisinden bahsetmemiz uygun değildir. Bizim peygamber sevgimiz O’nun Allah’ın elçisi olması dolayısıyladır. Yine biz yaratılanı Yaratan’dan dolayı severiz. Aynı şekilde diğer canlıları ve tabiat varlıklarını sevmemiz de, Allah’ın varlığına onların bir işaret ve ayet olmalarından kaynaklanmaktadır. Tıpkı Yunus Emre’nin şu dizelerinde belirtildiği gibi: Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni/Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlam seni. Şu halde demek ki, bütün sevgiler geçerliliklerini Allah sevgisinden almaktadır. Yani O’na bağlandığı takdirde bir anlam ifade etmektedirler. Diğer bir anlatımla olgunlaştırıcı ve erdirici sevgi ancak O’nun sevgisiyle tamamlanmaktadır.
Bilindiği gibi, tarih boyunca gelen bütün peygamberler insanları Allah’a ibadet etmeye ve kulluk yapmaya çağırmışlardır. Aslında bizler bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: Gönderilen bütün peygamberler, aslında insanlara neleri ve kimleri ne kadar çok seveceklerini öğretmek için gelmişlerdir. Bu açıdan kulluğun sevgiyle çok yakından bir ilişkisi vardır. Bir anlamda insan neyi fazla seviyorsa ona kulluk etmektedir. Çünkü O’nu hayatının amacı haline getirmekte, hayat enerjisini onun uğrunda tüketmektedir.
Biraz daha açacak olursak biz Kur’an’ın sevgi tasavvurunu bir piramide benzetebiliriz. Bu piramidin en zirve noktasını Allah sevgisi oluşturmaktadır. Bu bütün sevgilerin kaynağıdır. Daha alt sırada peygamber sevgisi vardır. Üçüncü sırada Allah yolunda cihat sevgisi gelmektedir. Bu sıralamayı makalenin başlığında verdiğimiz ayetten çıkarıyoruz. Bu sevgilerin hepsi Allah sevgisine dayanmaktadır. Dördüncü sırada ailenin bireyleri olan anne-baba, eş ve çocuk sevgisi vardır. (İsrâ, 23; Rûm, 21)
Onun alt sırasında müminlere karşı olan sevginin geldiğini söyleyebiliriz.
(Hucurât, 10; Haşr, 9; Enfâl, 63)
Tabii bunlar arasında yakın akraba ve komşulara karşı
olan sevgi ayrı bir özellik ortaya koymaktadır. En alt sırada da diğer canlılar ve tabiat varlıkları gelmektedir.
Kur’an’ın sevgi piramidinde sıralama bu olmakla beraber, oluşma süreci açısından baktığımızda sevginin maddi olandan manevi olana bir gelişme gösterdiği anlaşılmaktadır. Maddi olanı sevmekle başlar, manevi olanla kemale erer. Kendini ve kendine ait olanları sevmekle başlar, kendisinin dışındakileri, doğadaki güzellikleri ve nihayet bütün bu güzelliklerin yaratıcısı olan Yüce Allah’ı sevmekle kemale erer. (Karaman v.dğr., Kur’an Yolu, II, 743)
Tarih boyunca gönderilen peygamberlerin, insanlara bahşedilen sevgiyi verilen ölçüler çerçevesinde öğrettikleri anlaşılmaktadır. Bu anlamda onun seçkin elçileri insanları bir sevgi eğitiminden geçirmişlerdir. Dolayısıyla bu sıralama bozulunca yeni bir eğitime tabii tutmak için yeni peygamberler gönderilmiştir. Bu itibarla eğer insanlar kimleri sevecekleri ve ne kadar sevecekleri konusunda hata etmemiş olsalardı, Yüce Allah’ın birçok peygamber göndermesine gerek kalmayacaktı.
Ne var ki, böyle olmamıştır. Çünkü onlar bazen en az sevilecek varlıkları en fazla, en fazla sevilecek varlıkları da en az sevmişlerdir. Böyle olunca da sevgi konusunda ilahî değerler sistemi bozulmuş; bir anlamda insan şirke bulaşmıştır. Şu halde sevgi insanın yaratılışında mevcuttur. Dolayısıyla bir şekilde bir yerlere bağlanacak ve bu psikolojik ihtiyacını giderecektir. Ancak görüldüğü üzere insan bu enerjiyi zaman zaman gelişigüzel kullanmış, böylece kulluktan sapmıştır. İslam’ın da geliş amacının, sevgi konusunda bozulan değerler sistemini yeniden kendi esas mihverine yerleştirmek olduğunu söyleyebiliriz. Tabir yerinde ise, taşları yerine oturtmuş; böylece insan zihniyetini ilahî değerler bazında köklü bir değişikliğe uğratmıştır. İfade ettiğimiz şekilde, İslam’ın dünya görüşünde ilahî sevgi zirve noktasını temsil etmektedir. Nitekim Bakara suresinde müminlerin en fazla Yüce Allah’ı sevdikleri belirtilir. "İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları Allah’ı severcesine severler. Halbuki inananlar Allah’ı başka her şeyden daha çok severler." (Bakara, 165)
Görüldüğü gibi ayet Allah
sevgisi konusunda insanları iki kısma ayırmaktadır. Her iki grupta aslında Yüce Allah’ı sevmektedir. Ancak bu sevginin mahiyeti konusunda aralarında farklılıklar vardır. Birinci sınıf Allah’ı sever. Ancak en az O’nun kadar ortak kabul ettikleri diğer varlıkları da severler. Burada dikkati çeken husus, insanların şu veya bu şekilde bir Allah sevgisine sahip olmalarıdır. İnsanlar tarih boyunca değişik varlıklara kulluk etmişlerdir. Bu kimi zaman herhangi bir taş, maden, ot, gök cisimleri, lider, veli, peygamber, servet gibi somut varlıklar olmuş; kimi zaman da büyüklük, kuvvet, makam, şöhret, itibar gibi soyut olgular olmuştur. Bugün Müslümanlar açısından baktığımızda, somut varlıklara kulluk edilmemektedir. Ancak bir sapma olarak soyut varlıklara bağlanma, onları amaç edinme, bütün hayat aktivitesini bu uğurda
harcama, imani bütünlüğümüzü her zaman tehdit edebilecek bir durumdur. İkinci grubu ise müminler oluşturmaktadır. Bunlar diğer varlıkları da severler. Bu bağlamda insan birçok sevgiye sahip olabilir. Ebeveynini, eşini, çocuklarını, arkadaşlarını, evini, barkını, vatanını, bayrağını ve diğer canlıları sevebilir. Bu anlamda insanın çevresinde beraber bulunduğu aynı mekânları paylaştığı varlıklara karşı kendisinde bir ülfet bir muhabbet oluşabilir. Bu fıtrî bir eğilimdir. İslam bunları meşru hatta yerine göre gerekli kabul etmektedir. Ancak birinci gruptan farklı olarak her şeyden daha fazla Allah’ı severler. Şu halde bu ayetten çıkaracağımız mesaj, diğer varlıklara karşı olan sevginin Allah sevgisi seviyesinde olmaması veya onun yerine geçmemesidir. Dolayısıyla sevginin odak noktası olarak Allah sevgisini aldıktan sonra diğer varlıkların sevilmesinde herhangi bir sakınca görülmemektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, Allah sevgisi de tek yönlü değildir. Başka bir ifadeyle sadece kuldan Allah’a yönelik bir çabayı değil; aynı zamanda Allah’tan kula yönelik bir süreci de ifade etmektedir. Dolayısıyla Yüce Allah’la aramızdaki ilişki aslında bir sevme ve sevilme ilişkisidir. "...Allah onları sever onlar da Allah’ı severler..." (Mâide, 54)